Yazar: Ali Haydar Peçe
Halikarnas Balıkçısı, Aganta Burina Burinata, Bilgi Yayınevi, İstanbul 2017.
Halikarnas Balıkçısı mahlası ile eserleri bulunan Musa Cevat Şakir KABAAĞAÇLI ile Mavi sürgün adlı hatırat türündeki kitabıyla tanışmıştım. 1890 Yılında doğmuş, Osmanlı Devletinin yıkılışına ve Cumhuriyet’in kuruluşuna şahitlik etmiş yazar; 1973 yılında vefat ettiğinde arkasında roman, hatırat, öykü, deneme türlerinde onlarca eserler bırakmasının yanında dile olan hakimiyeti ve tatlı anlatımı ile dikkat çekmektedir.
Tanışıklığımızı sağlayan Mavi Sürgün adlı eseri; yazarın 1925 yılında yazmış olduğu ‘Hapishane’de İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Gider?’ başlıklı yazısı nedeniyle Bodrum’da 3 yıllık sürgün cezası almasının ardından yaşadığı olayları aktaran bir kitaptır. 1993 yılında filmi de yapılan -Türkiye adına Oskar ödüllerine aday adayı- bu kitabın anlatımındaki sıcaklık beni yazarın en bilinen eseri Aganta Burina Burinata’ya yönlendirdi.
Aganta Burina Burinata ile ilgili bir yazı kaleme alacaksak önce garip kelimelerden bir araya gelmiş bu üçlemenin manasından bahsetmemiz gerekir. Halikarnas Balıkçısı Bodrum’a sürgüne geldikten sonra denize, denizcilere ve denizciliğe tam anlamıyla âşık olmuş, çocukluğunda duyduğu bilkuvve sevgiyi bilfiil yaşama imkânı yakalamıştır. İşte denizciliğe duyduğu sevginin bir göstergesi olarak; denizci olmak isteyen Mahmut’un hikâyesini, denizcilik ve gemicilik kavramlarına üstün bir hâkimiyetle bize aktarmıştır. Aganta Burina Burinata da bu hikâyede sıklıkla geçen denizcilik kavramlarından bir tanesi olup, eski tip yelkenli gemilerde, tüm kontrollerin yapılmasıyla denize açılırken söylenen ve geminin denizle buluşmasına/hızlanmasına/şahlanmasına/ileri atılmasına yönelik kaptanın verdiği, yelkenlerin açık tutulması anlamında bir emirdir ve kitaba ismini vermiştir.[1]
İsmini bu şekilde açıklayabileceğimiz kitabın konusu için, babasının karşı çıkmasına rağmen denizci olmak için gözünü karartan Mahmut’un bu idealini gerçekleştirmek için gösterdiği çaba ve yaşadıkları diyebiliriz. Halikarnas Balıkçısı, aslında Mahmut üzerinden kendisinin denize duyduğu sevgiyi satırlara dökmüştür. Çünkü yazarın hayat hikayesinde Oxford’da Yakın Çağ Tarihi eğitimi almadan önce buna benzer bir sevgiden dolayı ailesiyle tartışmaları olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte yazar Mahmut’un hikayesini anlatırken sadece bir karaktere bağlı kalmak yerine onun karşılaştığı insanlar üzerinden dönemin yaşantısı, kültürü ve sosyal yapısı üzerinde kendi fikirlerini de barındıran çözümlemeler yapmaktadır. Bu anlamda bu topraklarda elli-yüz yıl önce yaşayanların yaşantıları hakkında değerli bir bilgi birikimi karşımızda duruyor.
Örneğin hikayemizin kahramanının; mahalle mektebinin hocasıyla yaşadığı diyaloglar yaşantı anlamında bizde tatlı bir izlenim bırakmaktadır. Denize sevgi duyan bir çocuğun gemi inşa ettiği için Hz. Nuh’u, bir balığın karnında yaşadığı için Hz. Yunus’u seviyor ve merak ediyor olması Ege’de yaşayan çocukların ruh halini anlatması açısından başarılı görünüyor. Özellikle Hz. Nuh’un yaptığı geminin çeşidi ile ilgili hoca ile yaşanan diyaloglar günümüz din eğitimi ile uğraşanlar için dahi fikir kırıntıları barındırıyor.
Romanda, yoksulluk yüzünden çocuğunun hastalıkları ile başa çıkamayan Nusret Ağa’nın dolap beygiri hikayesi, memleketin hem o dönemdeki sosyal durumuna hem de insanlardaki merhametsizliğe ışık tutması ve genel insan ilişkilerine yakından bakabilmemiz açısından faydalı.
Bunların yanında romanda ön plana çıkaracağımız en önemli husus tabi ki deniz olacaktır. Yazar için denizin tam olarak ne ifade ettiğini, toprak üzerinden yaptığı karşılaştırmada anlıyoruz. Denizcilik kavramlarına hakim olduğu kadar tarım ile ilgili uygulamalara da kendi çalışmaları sayesinde uzmanlık kazanmış olan yazar, deniz ile toprak arasındaki karşılaştırmada en çok değişkenlik üzerinde duruyor. Bu anlamda toprağı belli şartlar altında işlediğinde belli bir karşılık alırsınız. Bu durum büyük kuraklıklar vs. olmadığı sürece değişmez, toprak bulunduğu yerden bir yere ayrılmaz yani size sadıktır (Aşık Veysel- Benim sadık yârim kara topraktır). Denizde ise değişkenlik hakimdir. Bir saat önce su yüzeyi süt liman iken bir saat sonra kitapta geçtiği şekliyle ölmemek için mücadele verilen bir arena haline gelebilir. Bu anlamda deniz nankördür. Toprağa diktiğin ağaç, ömrü ne kadar vefa ederse bir yere ayrılmadığı halde, deniz, ağını yırtabilir, denizciye balık vermeyebilir, dalgalar başını alıp gidebilir, hatta kitaptaki anlatımla ölen bir denizcinin mezarı olmasın, onu ben alacağım derse onu da yapabilir. İşte tam bu noktada yazarın sevdiği şeyin her ne kadar zorluklar barındırsa da denizin bu değişkenliği üzerine inşa edildiğini tahmin ediyoruz. Bir bakıma hiçbir şeye bağlı olmadan -çünkü hikayede sadece annesine bakmakla yükümlü olan Mahmut’un bu yükümlülükten kurtulması sırasında çok da üzülmediğini görüyoruz- özgürce yaşama arzusunun övüldüğünü de anlıyoruz.
Burada kitaptan biraz uzaklaşıp Tarkovsky’nin Solaris filmini izleyenler için bağlantı yapmak istiyorum. Bizi hayatta tutan, anlamlı hale getiren şeylerden birinin de nedensellik/devamlılık olduğunu düşünüyorum. Şöyle farz edelim, öğlen yemeğine oturduk ve yemeğe başlayacağız fakat bir anda bulunduğumuz yerden ayrılıp bir hiçlik içerisine hapsolduk. Beş sene sonra aynı mekanda beş yıllık yaşamı atlayarak tekrar geri döndük. İnsanların yaşadığı beş yıllık deneyimden mahrum kaldık. Çevremizdeki insanların hayatlarına devam etmiş olması, karakterlerinin değişmiş olması fakat bizim bu beş yılı hiç yaşamamış ve tecrübe etmemiş olmamız bize nasıl etkide bulunur? Ya da çevremizdeki insanların bizim yokluğumuza alıştıktan sonra bizimle karşılaşmaları onlar üzerinde ne etki yapar? Solaris filminde kahramanın eşinin öldükten on yıl sonra sanki daha yeni ölmüş gibi dirilmesi ve kahramanın yaşadığı tecrübelerden uzak şekilde karşısına çıkması ile Halikarnas Balıkçısı’nın denizdeki değişkenliği anlattığı ve topraktaki devamlılığı anlattığı bölümler arasında bir bağlantı hissettim. Bu anlamda yazarın bu devamlılığı değil de değişkenliği övdüğünü söyleyebiliriz. İslam Filozofları ile Gazali arasında tartışmalara da sebep olan bu nedensellik konusunun düşünülmeye değer bir konu olduğunu söylemem gerek. Bu anlamda Allah’ın bize verdiği var olma, varlığını devam ettirme lütfuna şükretmemiz gerektiğini ifade ediyorum. Tabi bazı konulara eğilmenin baktığın her yerde ona ait bir şey bulma sonucunu getirdiğini ve biraz da zorlama olduğunu kabul ediyorum.
Kitaba dönüp biraz da kusurlarından bahsedecek olursak kitapta geçen denizcilik kavramları ile ilgili açıklamaların verilmemiş olmasını bir eksiklik olarak görüyorum. İster dipnotlar şeklinde ister kitap sonunda verilecek mini bir sözlükle bu sorun çözülebilir hatta bir adım daha ileri giderek, kitapta bahsedilen gemilerin illüstrasyonları da kitapla birlikte basılabilirdi. Ayrıca üslup açısından kitabın sonlandırılma biçiminin de ani olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Kitaptan hariç olarak yazarın okuduğu bölümün etkisi ile farklı kitaplarında (Düşün Yazıları, Anadolu Efsaneleri vs.) Anadolu medeniyeti ile Yunan medeniyetini yakınlaştırma çabasının da karşılıksız kaldığını ifade edelim.
Bu eksikliklerine rağmen Aganta Burina Burinata’nın özellikle denize sevgisi olanlar tarafından okunmasını önerebiliriz. Fakat bizim gibi denizin olmadığı bölgelerde kitabı okuyanlarda deniz aşkı depreştirme riskini de taşıdığını ve sorumluluk almayacağımızı ifade ederek bitirelim.
Kitaptan alıntılar;
Denize karşı öfke duyanların düşünceleri üzerine;
“Babam bana denizi göstererek, Oğlum, sakın bunun bu haline aldanma. Kim bilir kaç gemiciyi boğmayı tasarlıyor. Seni de boğuncaya kadar aç, çıplak ve yoksul bırakır. Sen toprağa bak dedi…
…toprak değil mi ya, deniz gibi insana başkaldırmaz, onun emeğine yatışır.” S. 13-14
Denizcilik kültürü ile ilgili;
“Fırtına kopmazdan önce köpekbalıkları derinlere kaçarlar. Akdenizliler bu balıkların başlarından aldıkları bir yağı şişlere koyup saklarlar. Hava bozulacaksa yağlar bulanır. Denizcilerin ilk icat ettikleri barometre budur.” S.89
Zorlukların insan üzerindeki etkisi;
“Huyu, suyu aykırı, dilleri başka olanlar birbirlerine ısınmaz derler a.Yalan! Beraber çalışıp beraber çile çeken insanlar birbirine öyle bağlanıyorlar ki bir kısmı buz, bir kısmı da ateş olsa, birbirine uyup canciğer kardeş oluyorlar.” S. 101
Vedalaşmalar üzerine;
“Elvedalar bile salon mobilyaları gibi, ancak dünyalığı yolunda olanların kendilerine peşkeş çekebilecekleri bir lükstür. Benim bildiğim, anam, babam, amcam, atam dünyadan selamsız sabahsız çekilip gitmişlerdi.” S. 117
Not: Yazarın kitaplarının üzerindeki resimleri ve ayrıca resim çalışmaları ile ilgili Doç. Dr. Elif Songür Dağ tarafından yazılan makaleye linkten ulaşabilirsiniz.
http://dergipark.ulakbim.gov.tr/sanatvetasarim/article/download/5000184548/5000180047
[1] Terim olarak karşılığı; Serenlerin(gemi direkleri arasındaki yatay gönder) üst ve alt yelkenlerini tut, emri.
değerlendirmenize sağlık, geceme katkı sundu yazınız.
Katkı sunabildiysek ne mutlu bize. Dikkate aldığınız için biz teşekkür ederiz.