Yazar: Ali Haydar Peçe
Vincent Van Gogh, Theo’ya Mektuplar, Çev: Azra Erhat, Remzi Kitabevi, İstanbul 2019.
Dünyaca ünlü ressam Vincent Van Gogh’un, kardeşine hitaben yazdığı mektuplardan oluşan Theo’ya Mektuplar kitabı, uzun zamandır okunacak kitaplar listemde sürünüyordu. 2017 yılında gösterime giren ve ressamın eserlerinin belli bir hikâye örgüsü ile bir araya getirilmesinden oluşan animasyon tarzındaki Loving Vincent (Vincent’tan Sevgilerle) filmi hem ressama hem de eserlerine karşı ilgimi tekrar canlandırmış fakat kitabı okumam için yeterli olmamıştı. Nihayet 2018 yılında gösterime giren ve ressamın hayatını anlatan At Eternity’s Gate (Sonsuzluğun Kapısında) filmini de izledikten sonra bu gecikmiş görevi yerine getirdim.
Kitabına geçmeden önce Vincent Van Gogh’un hayatına göz attığımızda; çalkantılı hayat, resme duyulan sonsuz aşk ve fakirlik sarmalına bulanmış bir yaşam öyküsü görüyoruz. Vincent, resim satış memurluğu, öğretmenlik, rahip yardımcılığı gibi işlerle ilgilendikten sonra geç kalınmış denebilecek bir yaşta resimle uğraşmaya başlamış. Buna rağmen resme duyduğu tutku sayesinde kısa zamanda kalıcı eserler yanında resim tarihi açısından devrim denilebilecek çalışmalar bırakmıştır. Sanat tarihçileri tarafından detaylarda farklı yaklaşımlara ait olarak gösterilen ressam genelde Ekspresyonizm’in (doğanın insanda yarattığı izlenimi aktarma akımı[1]) önemli üyelerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Vincent Van Gogh’un kitabı, onu resim yapmaya teşvik eden ve ona maddi destek sağlayan kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplardan müteşekkildir. Bu mektuplar 1877’den başlayarak intihar ettiği 1890 yılına kadar devam etmektedir. Hatta intihar ettiği gün üzerinde bulunan mektup da bu mektuplara dâhildir. Mektupların bazıları tarihsiz olsa da içeriklerinden yukarıda belirttiğimiz tarihler arasında oldukları tahmin edilmektedir. Kitabı önemli kılan özelliklerinden biri sanatçının, duygularını kardeşine açtığı için hiçbir otokontrole bağlamadan yazmış olmasıdır. Bu anlamda kitabın son derece samimi olduğunu söyleyebiliriz. Van Gogh’un hayata bakış açısı, diğer ressamlarla ilgili düşünceleri, okuduğu kitaplar, ahiret anlayışı gibi insanın mahremi diyebileceğimiz konularda fikirlerini yazmış olması kitabı daha değerli hale getirmiştir.
Elbette resim sanatı ile ilgilenenler için bulunmaz bir hazine olarak görünen kitap, bu sanatla mesafeli olanlar için dahi hayat tecrübesini alma anlamında değerli görünüyor. Van Gogh’un hayatı toplamda bana ‘ateşin etrafındaki pervanenin ateşe yaklaşmasıyla ateşte kaybolması’ izlenimini bıraktı. Gerçekten mektuplardan da anladığımız kadarıyla zor şartlarda resim yapabilmek için mücadele eden sanatçının bir yandan da ruhsal sıkıntılarıyla boğuşması okuyucuyu etkiliyor. Bu anlamda ilk kaliteli eserlerini yaptığı zaman diliminde dahi, iyi şeyler yaptığını tahmin eden fakat bunun fark edilmeme ihtimalinden korkan bir sanatçı psikolojisi ile karşı karşıya kalıyoruz. Bununla birlikte mektupların sonlarına doğru daha kendinden emin ve kendisine sponsor olan kardeşinin resim yapması için gönderdiği paraların hakkını verdiği düşüncesine ulaşmış bir sanatçıya şahitlik ediyoruz.
Van Gogh’un meşhur eseri yıldızlı geceyi çoğumuz bir yerlerde görmüşüzdür. Resim tarihine damga vuran bu eserin hangi psikoloji ve şartlarda yapıldığını bilmek eserin değerini anlama konusunda bize farklı hissettirdiğini söyleyebilirim. Evet, bir eserle karşı karşıyayız, bu eser güzel hatta çılgın bir düşüncenin eseri fakat bu çılgın eserin arkasındaki düşüncenin motivasyonu nerden geliyor diye insan sormadan edemiyor. Burada kitabın biraz dışına çıkıp şunu söyleme ihtiyacı hissediyorum: Yaratanın eseri derinlemesine düşünüldüğünde o kadar muazzam ki; farkında olarak ya da olmadan şairler şiirleriyle, müzisyenler notalarıyla, ressamlar da resimleriyle ondaki güzellik ve uyumun bir parçası oluyorlar. Evet, belki bu eserleri ortaya koyanların bazıları bu yaratıcıyı yok farz ederek çalışmış olsalar da insanın yaratılışında olan estetiğe meyilli olmanın kaynağının yaratıcıda olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Van Gogh mektuplarının ortalarında ‘dünyayı Tanrı’nın olmamış etüdü’ (s.74) gibi görse de bence henüz kendi gelişimini kemale erdirmediği için bu kanıdadır. Yıldızlı Gece resmini bitirdikten sonra bu görüşünü değiştirmiş olması muhtemeldir.
Van Gogh’un hayatında geçirdiği psikolojik krizler önemli yer tutmaktadır. Bu anlamda, kendi kulağını kesmiş olması, sürekli ataklar geçirmesi, akıl hastanesinde yatmış olması ve bu krizlerin intiharla sonlanmış olması üzücüdür.
Piyasada Theo’ya Mektuplar kitabının biri YKY öbürü Remzi Kitabevi olmak üzere iki yayınevinden baskıları bulunuyor. YKY baskısı Remzi’ye göre daha hacimli ve mektuplarda kısaltmalara gidilmemiş. Remzi baskısında ise Van Gogh’un mektuplarında bahsettiği resimlerin renkli baskılarının bulunmuş olması güzel görünüyor.
Yazımı başlangıçta belirttiğim filmler hakkında birkaç anektodla bitiriyorum. Loving Vincent ressamın yaptığı resimleri zemin olarak alan ve protreleri filmin kahramanları haline getiren bir yapıya sahip. Bu anlamda daha önce izlediğiniz hiçbir filme benzemediğini iddia edebilirim. Bundan dolayı filmi izlemeden önce Van Gogh’un önemli resimlerine özellikle portrelerine bakmak faydalı olabilir.
At Eternity’s Gate filmi ise Van Gogh’un hayatının son dönemlerini anlatan ve Williem Dafoe’nin unutulmaz oyunculuğu ile aklınızda kalacak bir film. Filmin çekim tekniği psikolojik sıkıntılar geçiren birini anlatma açısından muazzam. Özellikle Ressamın kendi gözünden yapılan çekimler ve akıl hastanesinde Rahiple yaşanan diyaloglar ayrıca bir değerlendirme yazısını hak edecek kadar kaliteli görünüyor.
Theo’ya Mektuplar her ne kadar mektup derlemesi olsa da filmlerle birlikte düşünüldüğünde daha kalıcı etki bıraktığı muhakkak. Bu açıdan biz okurların kitap-sinema birlikteliğini yakalamamızın önemli olduğunu belirtmek istiyorum.
Kitaptan Alıntılar:
İnsanın kendini belli bir alanda yetkinleştirmesi üzerine;
“…en akıllıcası böyle yaşamaktır, çünkü hayat kısadır, vakit çabuk geçer; insan bir alanda yetkinliğe erer de o alanı iyice kavrarsa daha birçok şeylerin anlayışına ve tanımına da varır aynı zamanda” S.9
Van Gogh’un sanat anlayışı üzerine;
“Sanat kelimesinin şu tanımlamasını bir dinle, daha iyisi yapılamaz bence: Sanat doğaya eklenmiş insandır.” S.17
Van Gogh’un sanatıyla ulaşmak istediği nokta üzerine;
“Olağanüstü bir şey yaratacağımdan değil, tersine olağan bir şey yaratacağımı sezinliyorum, yani bir varlığı olan, faydalı olabilecek, sağlam, tutarlı bir eser.” S. 24
Olaylara bütünsel bakış açısı yakalayabilmek üzerine;
“Bütünün tadına varmak için belli bir uzaklıktan bakmalısın.” S. 57
Van Gogh’un resimle hesaplaşması üzerine;
“Bense otuz beş yaşımda, bambaşka olmam gerektiği halde, böyle olduğuma üzülüyorum zaman zaman. Kimi zaman da kızıyorum şu pis resme! Richepin değil mi şöyle diyen: Sanat aşkı, gerçek aşkı söküp atar. Korkunç derecede doğru bu söz ama tersi de doğru: Gerçek aşk sanattan tiksindirir insanı.” S. 64
Sanatçının yalnızlığı üzerine;
“Gemi tayfaları ağır yük taşımak ya da bir demiri kaldırmak işine giriştikçe, daha ağır bir yükü daha büyük bir çabayla kaldırabilmek için hep birlikte türkü söyler, böylece desteklerlermiş birbirlerini. Sanatçıların yoksun oldukları şey işte bu dayanışmadır!” S.78
Van Gogh’un yaşadığı fakirlik üzerine;
“Perşembeden beri o kadar dalmışım ki, perşembeden pazartesine yalnız iki ekmek yedim, ondan başka yalnız ekmekle kahvem vardı, üstelik kahveyi veresiye içmek zorunda kaldım, bugün ödemem gerekiyordu. Onun için, mümkünse gecikme” S. 113
[1] Monet, Renoir, Gauguin bu akımın önde gelen ressamlarındadır.