Nesnelere ait bazı özelliklerin zihnimizce bir araya getirilmesi ile ‘kategorik’ bir bilgiye kavuşuruz. Mesela üreme ve beslenme özelliklerinin ayrıldığını düşünerek, memeliler ve sürüngenleri ayırt edebilir, onların doğal kategoriler olduğunu söyleriz. Ancak, alternatif olarak siyah canlıları da kategorize edebilir ve bunun doğal kategori olduğunu da iddia edebilirdik. Bu durumda, bizim nesnelere ait kategorilerimiz değişmiş olacaktı. Ancak kategorize ettiğimiz nesneler de değişmiş olacak mıydı? Tabi ki hayır. Bu durumda, aslında kategorilerle ifade ettiğimiz gerçeklik, epistemik yani bilgi teorisine dair bir gerçekliktir.
Peki tüm gerçeklik bundan ibaret diyebilir miyiz? Hume’un itirazını düşünersek, aslında bizim tek tek nesnelerin dışında bir bilgimiz yok. Hatta nesnelerin farklı zamanlardaki halleri de farklı nesneler olarak görülebilir ve bu durumda bizim herhangi bir nesne hakkındaki bilgimiz çok daha ‘tartışılır’ hale gelir. Ancak nesnenin varlığı da tartışılır hale gelmekte midir? Korkarım cevabımız yine hayır. Çünkü burada, bilgisinden şüphe ettiğimiz şey, nesnenin hangi kategoriye gireceğidir. Nesnenin varlığı değil. Bu durumda, bir yüzüğü hiçbir kategoriye koymasak bile yüzük yine tekil bir nesne olarak vardır. Bundan, – halüsinasyon durumu dışında- şüphe etmek için bir gerekçemiz bulunmuyor. Bu iddiama itirazlar gelebilir. Onlara, sunacakları itirazların da duyu verilerinden, yani nesnelerin varlığından yola çıktığını hatırlatmak isterim.
Nesneler birer varlık olarak önümüzde duruyorken bizi onları diğer nesnelerle ilişki içinde düşündüren nedir? Yalnızca ardarda geliş mi? Tabi ki hayır. Karşı kaldırımda uyuklayan köpek, ben ‘hayır’dan sonra gelen en son noktayı koyduğumda esnedi. Bu ikisinin ardarda gelmesi, nokta ile köpeğin bir ilişkisinin olduğunu göstermez. Ne gösterir? Ancak ben her nokta koyduğumda köpek esniyorsa, işler değişir. Bu durumda köpeğin ve noktanın ilişki içinde olduğu bir referans noktası aramaya, yani ikisini de etkileyen bir yapıyı araştırmaya koyuluruz. Bu yapı, günlük yaşantımızda ve bilimsel araştırmaların tümünde, kanun olarak adlandırılan bir düzenlilik esasına dayalıdır. Köpeğin ve noktanın ötesinde, ikisinin bağlantısını kuran, noktayı nokta ve köpeği köpek yapan bir düzen var. Ve bu düzen, ikisinin etkileşimine imkan sağlıyor.
Peki bu düzen nerede? Köpekte mi noktada mı? İkisinde de değil. Köpeğin ve noktanın, – bu varsaydığımız ilişkileri içinde tabi ki- bahsettiğimiz etkileşimi ancak her ikisini de etkileyen metafizik bir düzen ilkesi ile mümkün olabilir. Yani, gözlemleyebildiğimiz herhangi bir neden-sonuç ilişkisi, ancak metafizik bir bağlantıya referansla gerçeklik kazanabilmektedir.
Bu metafizik referans noktası neyi ifade eder? Yani bir köpekle benim koyduğum noktanın arasındaki bağlantı, elbette ikisinin bir düzen içinde uyumlu olduğunu, yani belli bir tasarım içinde yer aldıklarını gösterir. Yani, eğer keşfettiğimiz bağlantının tüm köpekler ve tüm noktalar için geçerli olduğunu gözlemlersek, orada bir bütünlük oluşturan parçaların bir tasarımını görürüz. Neticede, noktalar ve köpekler, rastgele bir etkileşim içinde değiller. Köpeklik ve noktalık -her ne iseler- bir tasarımın parçaları olmaktadırlar. Tasarım, burada, herhangi bir bütünün, parçalarından ibaret olmadığını anladığınızda kendini açıkça göstermektedir.
Tüm bunları, bir, tasarım dediğimiz bütünlüklerin, doğa ve varlığa ilişkin tüm bilgimize içkin olduğunu, iki, bu bilginin sadece bizim atfetmemizle oluşmayıp metafizik bir ilkeye dayandığını göstermek için anlattım. Peki gaye bunun neresinde?
Gaye, bir amaçlılık olarak alındığında, elbette bahsettiklerimizle ilgisini kurmak zor. Bu konuyu ayrıca tartışmalıyız. Ancak gaye, bir düzenliliğe işaret ediyorsa, bu, bizim bilgimizin ötesinde ve bilgimizi mümkün kılan, doğayı doğrudan etkileyen, daha doğrusu ‘doğa’ kavramının varolmasına imkan sunan, varlığından şüphe edilmesi güç meteafizik bir ilkedir.
Gayenin bir amaçlılık içermesi olarak alınması durumunu nasıl anlamalıyız? Bunu da bir sonraki yazıya bırakıyorum.