Kelebeklerin Yolu


İpek böceği, kelebekler, saraylar, âlimler ve dahası… Hikâyenin başladığı yer böyle bir yer değildi. Subaşında hattatların, nakkaşların, kuşların ve gül ağacının olduğu bir yerdeydi. Diyorum ki sabahları kalkınca terliyorum. Yatak ıssız ve Sarayın boş koridorları var; herkes ama herkesler terk etmiş bu diyarı benden başka. Sessizce mırıldandığım bir parça, bir kervan yolunun üzerinden gidiyorum, selef böyle yaptıysa yol değiştirmek nedir? “Nedir bu leylanın zülfü demiştim” bilmem hatırlar mısın? Ben o gün şehir şehir, sokak sokak, ülke ülke hep seni arayacağıma söz verdim kendime… Kaybedip seni yüzlerce kez tekrar tekrar bulacaktım. Sen ses vermedin bana, bir cevap da hissetmedim. Ben düştüm yoluna, Avrupa’yı, Asya’yı, Balkanları dolaştım. Hep belki duyarsın diye sordum: Neredesin? Gerçekten bilmiyorum neredesin? Beni yalnız bırakmayacaktın, hep sen olacaktın yanımda, alay edebilirdin benimle, bana yalan söyleyebilirdin, kandırabilir ve aldatabilirdin ve ben gençtim. Ben sana, hep sana sonsuz kere secde edeceğimi söyledim. Sitem değil! Ben bu klişe lafları bir araya getirip güçsüzlüğünü dillendiren bir avareyim, deli gibi değil bu kadar.

Bazen şah damarım kadar yakındın, bazen ses vermedin bana. Şehirlerin o korkulu rüyaları, Buhara raksı ve Endülüs kırmızısı sendin. Geceleri yolumda giderken sen aydınlatırdın geceyi bir dolunay olup. Hep “Korkma! Ben varım” derdin. Sen öyle söyleyince her şey yoluna girerdi, içimi öldürmeyi, sigara içmeyi bıraktım. Sen hariç başka şarkı dinlemiyorum da senin sözlerini açıyorum önüme. Kendime tahammülümün sınırları içinde, o yardan bu yara sürüklenişim, senden başkasına kurban olamamam kadar açık değil mi?

Muhakkak ki tek, seni ararken başkalarının saldırılarına da uğradım, sen bir başkasının bir başkasıyla kurduğu bağlantıyı engellemek için başkalarını yaratmasaydın ben başkasız kalırdım, kimsesiz. Bazen o imrendiğim başkalarına, kimsesiz kalışımı söyleyemedim, ne zaman kimsesiz kalsam yurdundan sürülen bir sürgün olarak çıktım. Sonra yoldan önce hep kendimden vazgeçmek zorunda kaldım. Seninle geçtiğim sokaklara bile tahammül edebildiğim vakitlerde bir zamandı…

İbret alsaydım halimden, kendimi bir kenara kaldırabilseydim. İsyan bayrağını değil de dünyaya açmış olabilseydim ve ben ağlasaydım, ağlasaydım sen yine duymasaydın beni. Rüyalarımda rahatsız edip durma, ben kâbuslara alışkınım. Ah bir bilsem bildiğini, bana kendini bir kerecik göstersen, yapacak gücümü kollarıma versen ya da sadece ve sadece yolumu aydınlatsan, yola çıkanlar geri dönmeyi de göze alabilirler bilmez misin ve gitmeyi de; ben yola çıktım efendim. Tevrat’a Zebur’a ve Kur’an’a ant olsun ki dönmeyeceğim.

İnsan ne kadar uzağa giderse gitsin kendinden kurtulabileceğini mi sanır? Ve ne kötü duraktır bir insanda durmak.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s