Siyonizm ve Türkiye


İsrail’in, Filistin’de Müslümanlara yaptığı zulümlerle ilgili ne zaman bir haber görsem aklıma hep şu soru gelir: Daha önce soykırım yaşamış bir millet benzer bir katliamı nasıl başka bir topluluk için reva görebilir? Bu sorumun makul bir cevabına Yaşar Kutluay’ın Siyonizm ve Türkiye isimli eserini okuduktan sonra büyük ölçüde vakıf oldum. Ayrıca Yahudiler söz konusu olduğunda bilgi kirliliği oluşturan komplo teorilerinden uzak, akademik ciddiyete sahip tavırla hazırlanmış bir kitapla haşır neşir olmak benim açımdan önemliydi.

Siyonizm ve Türkiye kitabının müellifi olan Yaşar Kutluay, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi bölümünde öğretim üyesi iken şüpheli bir kaza sonucu 1969 yılında aramızdan ayrılmış bir hocamızdır. Sadece alanı olan İslam Mezhepler Tarihi’ne değil Kur’an meali hazırlayacak kadar Tefsir’e, tercümelerini yapacak kadar İslam Felsefesi’ne ilgisinin olduğunu özgeçmişinden öğreniyoruz.

Siyonizm ve Türkiye, Politik Siyonizm’in kurucusu olan Theodor Herzl’in Yahudi devletini kurmak için mücadeleye girişmesinden Siyonizm hareketinin lideri pozisyonuna kadar yükselirken yaşadıklarını Osmanlı Devleti özelinde aktaran bir hatırat kitabıdır. Kutluay, kitabında Herzl’in toplam hatıratının iki bin sayfayı bulduğunu ifade ediyor. Araştırdığımız kadarıyla Herzl’in hatıratının tamamına İngilizce olarak ulaşılabilse de bu hatıratın tamamı Türkçeye henüz çevrilmemiş. Dolayısıyla biz Herlz’in tüm hatıratının yalnızca sınırlı bir bölümüne ulaşabiliyoruz. Her ne kadar sınırlı bir anlatım olsa da Herzl’in hatıratı Osmanlı Devleti’nde muhatap olduğu dönemin bürokratları, Yahudi diasporası ve en önemlisi sadece bir kere yüz yüze görüşebildiği Sultan Abdülhamit ile kurduğu ilişkiler açısından çok ilginç detaylar içerecek şekilde karşımızda durmaktadır. Kitapta bu hatıratın yanında Siyonizm Tarihi ve Herzl’in ölümünden sonra yaşananlar hakkında kısa bölümler bulunmaktadır.

Kitabın içeriğine geçmeden önce “Siyonizm ve Türkiye” kitabının isimlendirme konusunda bende kekremsi bir tat bıraktığını ifade etmem gerekir. Çünkü isimlendirmesi ile içeriği tam uyuşmayan bir kitapla karşı karşıyayız. Açıklamamız gerekirse 330 sayfalık bir kitabın 280 sayfası hatırat olduğu halde isimlendirmede bunun ağırlığı hissettirilmemiştir. Araştırdığımız kadarıyla Kutluay tarafından 1967 yılında ilk defa çevrilen hatırat, benzer şekilde yeni bir çeviri ile 1995 yılında Siyonizmin Kurucusu Theodor Herzl’in Hatıraları ve Sultan Abdülhamid adıyla Ergun Göze tarafından yayımlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında Kutluay’ın kitabının benzer çalışmalara nazaran isimlendirme yönünden eksik kaldığını ve kitabın hak ettiği değeri elde edemediğini düşünüyorum. Bu düşüncemin bir sebebi de Siyonizm kavramının girişte belirttiğim komplo teorileri ile çok sık anılmasının kelimeye anlamının ciddiyetini kaybettirmiş olmasıdır.

Kutluay, kitabının başında Siyonizm’in tarihçesine kısa ama bilgi açısından doyurucu bir bölüm ayırmış gözüküyor. Kutluay’ın anlatımına göre, Yahudiler MÖ 1200’lü yıllarda Hz. Musa sayesinde, Mısır’da içinde bulundukları sıkıntılı durumdan kurtulup kendilerine vadedilmiş topraklar (Arz-ı Mev’ud)  olan Filistin’e gelmişler fakat her ne kadar Hz. Musa Filistin’e girmeden vefat etse de başka bir lider eşliğinde burayı ele geçirmişlerdir. Yaşamaya başladıkları ve kendileri için kutsal saydıkları bu topraklardan çeşitli sebeplerle defalarca sürülmüşler ve bu sürgünlerin sonuncusu MS 70 yılında gerçekleşmiştir. Yahudiler o günden itibaren kendileri için kutsal saydıkları topraklara geri dönmek için sürekli faaliyetlerde bulunmuşlar ve bu dönüşün lideri olarak bir kurtarıcı mesih beklemişlerdir. Gelecek kurtarıcı Hz. Musa’nın onları Firavundan kurtardığı gibi kurtaracak ve varlık sebebi saydıkları Kudüs’e geri götürecektir. İşte Theodor Herzl bu kurtarıcıların sonuncusu olarak görülmüştür. Her ne kadar Herzl hayatta iken, inanılan dönüş gerçekleşmiş olmasa da, onun İsrail devletinin kurulmasındaki en önemli şahsiyetlerden biri olduğu muhakkaktır.

Kurtarıcı fikrinin Yahudilerde oluşturduğu ruh halini anlatması açısından Kutluay’ın kitabında yer verdiği iki örneği aktarmakta fayda görüyorum. Yahudilerin mesih dönemi şeklinde adlandırdıkları ve kurtarıcı bekledikleri dönemde Moşe isminde bir adam Girit Yahudilerini toplayıp ellerindeki altınları bırakarak denize atlamalarını istemiş, denize atlayarak Kudüs’e döneceklerine inanan Yahudiler ölmüş, Moşe ise altınlarla birlikte ortadan kaybolmuştur. Çok benzer bir olay Bağdat’ta da gerçekleşmiş, uçarak Kudüs’e gideceğine inanan Yahudiler, bir kaleden atlamadan önce altınlarını bu işi planlayan iki kardeşe teslim etmişler ve Girit’te yaşanan sonla karşılaşmışlardır. Bu örnekler sadece Mesih inancının değil dönüş inancının da kuvvetini göstermesi açısından önemlidir.

Kitaptaki ana bölüm olan Theodor Herzl’in hatırat kısmı hakkında genel olarak şunları söyleyebiliriz. Theodor Herzl, çok önemli olmayan bir gazeteci iken şartlar ve kendi çabaları onu Yahudi Siyonist hareketinin önderi yapmıştır. O Kudüs’e dönüşün yolunu Osmanlı Devleti ile anlaşmak olarak görmüş ve çalışmalarını bu yönde sürdürmüştür.  Bu minvalde kendisine iki fikir hakim olmuştur. İlki,  Osmanlı Devleti milletlerden oluşan bir imparatorluktur. Yahudiler Osmanlı Devleti’nin o dönemdeki borçları karşılığında, Kudüs’te Osmanlı devletine bağlı federatif bir devlet oluşturabilir. Eğer Sultan ve ona danışmanlık edenler Yahudilerin Osmanlı’ya bağlı bir millet olma (tıpkı Ermeniler gibi) fikrine inanırsa bu amacın gerçekleştirilmesi hayal olmaktan çıkacaktır. İkincisi ise Osmanlı Devleti’nin bu fikre inanabilmesi için Almanya, İngiltere gibi büyük devletlerden destek alınması gerekmektedir. Bundan dolayı Herzl’in Alman veliahtı ve diğer devletlerin bürokratları ile kurduğu yakınlık çok önemlidir.

Herzl, amacına giden bu yolda zaman zaman Osmanlı’ya şirin görünecek faaliyetlerde bulunmuş, zaman zaman ise aba altından sopa göstererek Abdülhamit’i köşeye sıkıştırmaya çalışmıştır. Hatıratı okuduğunuzda (tabi hatıratta yazılanların doğru olduğunu kabul edersek-ki ben bu anlamda kısmen de olsa şüphe ile yaklaşılması taraftarıyım) Sultan’ın yanındaki devlet ricalinin kendi çıkarları için neler yapabileceklerini -günümüz mevcut durumu da göz önüne alarak- mide bulantısı ile okuyorsunuz. Bunun yanında bizim açımızdan çok meşhur olan söz ve davranışlarının Yahudi dünyasında neye tekabül ettiği daha iyi kavranabilir. Örneğin Abdülhamit’in “ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem”, “bir karış dahi olsa toprak satamam”, “Türk İmparatorluğu Türk milletine aittir”[1], sözleri sonrasında Herzl’in yaşadığı hayal kırıklıkları önemlidir.

Kitabın bende oluşturduğu tesirlerden biri de davasına inanarak kendini adayan kişinin hiçbir engeli, engel olarak görmemesidir. Hatta karşısına çıkabilecek engeller, onun için yeni fırsatlara açılan birer kapıdır. Herzl’in bir dönem Arjantin’de kurulmak istenen Yahudi kolonilerini kendi karşı olduğu halde nasıl düşünceleri için bir pazarlık unsuru haline getirdiğini gördüğünüzde yukarıdaki çıkarımlarım daha anlamlı hale gelecektir.

Yazımın girişinde belirttiğim ve Filistin’de uygulanan zulümleri, Yahudilerin nasıl normal karşılayabildikleri konusuna dönersem şunları söylemem gerekir: Yahudiler, millet olarak arzuladıkları ve 1800 yıl boyunca ayrı kaldıkları topraklara dönmeyi her ne pahasına olursa olsun istemişlerdir. Onlar bu amaca giden yolda her şeyi mübah görmüşlerdir. Bundan dolayı yaptıkları her zulmü mübah görmektedirler. Müslüman dünyası olarak bizlerin Yahudilerde sadır olan bu zulmünün kaynağının zihni arka planını öğrenmemiz önemlidir. Bu arka planı öğrenmek, Yahudiler ve kurdukları devletin neler yapabileceklerini görmemizde bize kılavuzluk edebilir. Yine bu hatıratta Herzl tarafından zikredilen İsrail Devletinin doğal sınırları ‘Kapadokya’dan Süveyş Kanalına kadar Nil ile Fırat arasıdır(Hz. Süleyman’ın kurduğu Yahudi devletinin en geniş sınırları). Bu bilgiler günümüzde yaşanan gelişmeleri dikkate aldığımızda daha anlamlı hale gelmektedir.

Yahudilerin zihinsel arka planını anlama adına kitapta Herzl’in Rus Konsolos Yakolev ile giriştiği şu diyaloğu aktararak bitiriyorum.

(Yakovlev) Kudüs’te konsolos olarak bulunduğu sırada edindiği tecrübelerden bahsedeceğini söyleyerek, Filistin’e gelen Yahudileri kendileri, Rus vatandaşı olduğu halde sempati ile karşılayamadığını konsolosluğa karşı hilekar davrandıklarını, konsolosluğa vermeleri gereken vergileri vermekten kaçındıklarını, menfaatlerinden başkasını düşünmediklerini anlattı.

(Herzl) Irkdaşlarımın asırlardan beri uğradıkları takibat sonucu böyle davranmaya alıştıklarını, ahlaklarının sukutunda bir fevkaladelik aramamak lazım geldiğini söyledim.[2]

Kitabın yeni baskılarına Bilge Karınca Yayınlarından ulaşılabilir.

Kitaptan Alıntılar: Yaşar KUTLUAY, Siyonizm ve Türkiye, Çatı Kitapları, İstanbul 2005.

Herzl’in Yahudilerin lidersiz olmaları hakkındaki yorumu:

Dağıtılmamızdan beri geçen iki bin yıldır bir siyasi liderden mahrum bulunuyoruz. Ben bunu bizim en büyük talihsizliğimiz olarak kabul ediyorum. Bu yoksunluk, bizim için, tarihte uğradığımız bütün takibat ve işkencelerden daha kötü olmuştur. S.37

Herzl’in düşüncesindeki Yahudi devletinin sınırları hakkında:

Orient Ekspresle Herchlerle birlikte döndük. Trende hemen haritasını çıkardı. Müstakbel devlet üzerine konuşmaya başladık. Kuzey hududu Kapadokya’ya bakan (Kayseri civarının eski adı) dağlar, Güneyi Süveyş Kanalı. Slogan da şu olacak: Davud ve Süleyman’ın Filistin’i.(Yaşar Kutluay dipnotta Yahudi devletinin tarihte en geniş sınırının bu dönemlerde gerçekleştiğini ifade ediyor) s. 62-63

Yahudilerin Filistin’i elde etmeleri karşılığında yapacakları:

Sultan (Abdülhamit) bize o toprak parçasını versin, bunun karşılığı olarak saltanatını güçlendirelim, maliyesini ıslah edelim ve dünya efkarı umumiyesini tamamen onun lehine çevirelim. S. 74

Herzl’in İstanbul izlenimlerinden:

İnsan görünce, niçin bütün dünyanın İstanbul’u ele geçirmek istediğini anlıyor. s.104

Mesih bulduğunu düşünen Yahudilerin Herzl’e karşı hürmetleri hakkında:

Mihrabın yanında duruyor ve ibadet sırasında nasıl yapıp da orada duran Tevrat’a sırtımı dönmeyeceğimi düşünürken, cemaatten birisi yüksek sesle şöyle dedi: Sen arkanı dönebilirsin, sen Tevrat’tan daha mukaddessin. S.107

Osmanlı Diplomatlarının kifayetsizliği üzerine:

Dün sabah sefir Mahmut Nedim Bey’e gittim, beni ‘tebrikler efendi’ diye karşıladı. Ve hemen sonra bütün dertlerini ve ahmaklıklarını bana açıklamaya koyuldu. Bu da diplomat ha? O diplomat ise ben neyim? S.241

Herzl’e göre insanları satın almaya giden en uygun yol:

Hayat düsturum şudur: İnsanları değiştirmek isteyen kimse, önce onların hayat şartlarını değiştirmelidir. S.175

[1] Yaşar KUTLUAY, Siyonizm ve Türkiye, Çatı Kitapları, İstanbul 2005, s. 88

[2] Age, s.83

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s