Dinî Kitap Sendromu


Mütedeyyin bir çevrede yetişmiş olmanıza rağmen “dinî kitaplar” yerine elinizde roman, felsefe vb. kitapları bulundurmanız, ayıplanmanıza yeter bir sebeptir. Bu gibi lâdinî kitaplarla uğraşmak, israf sayılacaktır. Ne kadar çok “dinî kitap” okursanız o kadar dindar olursunuz. Hatta ne idüğü belirsiz bu gibi kitapları okumanız, Allah korusun, sapıtmanıza neden olabilir. En iyisi ilmihal, tefsir, hadis kitaplarından şaşmamaktır…

Bunalmayalım diye daha fazla uzatamayacağım bu sendroma dinî kitap sendromu adını verebiliriz. Maalesef Türkiye ve hatta muhtemelen diğer İslam ülkelerinin tamamında da standart dindar bakış açısı bu sendromla maluldür. Bu hasta bakış açısının ortaya çıkardığı en büyük sorun Müslümanların kapalı bir toplum olarak hayatlarını sürdürmesidir. Kapalı toplum derken kastım, Müslümanlığın da özünü oluşturan insanlığın, sadece Müslümanlara özgü olmayan ortak duygular ve kavramlar üzerinden konuşulamaması ve bu konuşamama hali yüzünden İslam’ın tesirli olamamasıdır. Biz Müslümanlar, sadece kendi içimizde anlaşılabilen kapalı bir dille konuşma alışkanlığına sahibiz. Hatta donanımlarıyla öne çıkan ilim adamlarımızın çoğunda bu kapalı dil kullanma alışkanlığı, içi doldurulamamış ve fakat görünürde büyüleyici gelen kavramlarla konuşmayı sürekli hale getirmektedir. Oysa hakikat, en sade ve yalın haliyle insanlara sunulabilecek bir şeydir. Hakikatin, anlaşılmaz ifade kalıplarına veya gücü, sadece söylenme tarzından ileri gelen kelimelere sıkıştırılmasına gerek yoktur. Zaten böyle olduğunda, yukarıda dile getirdiğim gibi söylediğiniz şeylerin tesirli olması da mümkün değildir. Bu tesiri meydana getirebilmek, en az kendi geleneğimizi bildiğimiz kadar, bize ait olmayan din, hukuk, felsefe, ekonomi, bilim, eğitim ve sanat geleneklerini de bilmeyi gerektirir. Ancak bu birikimle, insanlara onların da anlayabileceği bir dilden konuşma imkânına sahip olabiliriz, doğruluğundan şüphe etmediğimiz hakikatimizi onlara anlatabiliriz. Bu açıdan bakıldığında örneğin roman da dinî bir kitap haline gelir, çünkü insandır orada konu edinilen.

Kitap mefhumu üzerinden ele aldığımız ve aslında hiçbir gerçekliği olmayan dinî-lâdinî ayrımının, ilim/bilim kavramı üzerinden yapılmasının Müslümanlara neler kaybettirdiğini merhum Şakir Kocabaş’ın, Divan dergisinde yayımlanan değerli makalesi “İslam ve Bilim” üzerinden okumanızı tavsiye ederim. O gün, bu gündür bizler, bilmediğimiz için güçsüz toplumlar olarak hayatımızı sürdürüyoruz.

Bilimi ve bilgiyi parçalamak suretiyle aslında tevhide de aykırı davranan bu kafa, ilahiyat fakültelerinden felsefeyi kaldırmaya çalışan akademik zevatın; müntesiplerine kendi akredite kitaplarından başkalarını okutmayan cemaat ya da ideolojik hareket önderlerinin kafalarıyla aynıdır. Bu sorunlu bakış açısı, belki de devletimizin son yıllardaki en iyi işlerinden biri olan Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın henüz yayımladığı Tevrat tefsiri üzerine son günlerde yine gündeme geldi. Müslümanların vergileriyle iş yapan bir devlet kurumu, nasıl olur da Tevrat tefsiri basabilirdi? Yüzlerce “hadis, tefsir, fıkıh” kitabı dururken Tevrat tefsiri yayımlamak kime hizmet ederdi? Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın çoktandır basmış olduğu ve bu zevatın, eğer takip etselerdi tatmin olmalarını sağlayabilecek, İslam tefsir tarihine damgasını vurmuş olan Zemahşeri tefsiri gibi onlarca kitabın listesini vermek onları fazla ciddiye almak anlamına gelebilir. O yüzden bunu yapmak yerine, velev ki “dinî kitaplar”ı değil, sadece “gâvurların kitaplarını” basmaya tahsis edilmiş bir devlet kurumu olduğunu düşünelim, ben burada o ihtimali savunmak isterim. Zira “gâvurların kitapları”nı basmak, tercüme ettirmek, okumak onları tanımanın yegâne yoludur. Bugün gayr-i Müslimler, Müslümanlar üzerinde güç sahibi iseler biraz da bunu bizi iyi tanımalarına borçlular. Sadece İslam üzerine çalışan, yayın yapan yüzlerce gayr-i Müslim kuruluş gösterilebilir. Dolayısıyla bizim, Sami kültür başta olmak üzere diğer inanç kültürlerini de yakından tanıyan uzman ilahiyatçılara ihtiyacımız var.

Tevrat tefsirini basmak suretiyle, bu gibi alanlarda çalışma yapabilecek araştırmacıları bir anlamda teşvik ettiği için Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na ve bu değerli çalışmayı yapan Nuh Arslantaş’a teşekkür ediyoruz. İyi ki varlar…

2 comments

  • Eline sağlık üstadım, bu yazıya ihtiyaç vardı. Dînî kitaplarla mesaisi bol olan bir hocamızın yapmış olması eleştirinin kıymetini artırıyor.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s