Halit Ziya UŞAKLIGİL, Mai ve Siyah, Haz: N. Ahmet Özalp, Everest Yayınları, İstanbul 2016.
Halit Ziya UŞAKLIGİL gözümde popüler olmanın gazabına uğramış yazarlarımızdan biridir. Aşk-ı Memnu romanı, aynı isimle dizi haline gelip tekrarları dahi televizyonda reyting rekorları kırınca etinden sütünden faydalanılan bir tüketim malzemesi haline geldi. Bu sakil tüketim malzemesinin yazarı, Serveti Fünun’un en önemli edebiyatçılarından biri de olsa aramızda bir soğukluk oluştuğunu ifade etmem gerekir. Eğer sizin de yazarla aranızda böyle gereksiz bir soğukluk varsa Mai ve Siyah bu durumu ortadan kaldıran bir vesile olabilir.
Mai ve Siyah’ın iç değerlendirmesine geçmeden önce günümüz okuyucularına ulaşma serüvenini bilmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Başlangıçta bu roman dönemin gazetelerinde parça parça ve resimli olarak neşredildi. Latin alfabesine geçilmesi ve dilin değişmesi sebebiyle 1938 yılında Halit Ziya Uşaklıgil’in bizzat kendisi tarafından sadeleştirildi. Fakat yazarın ifadesiyle bu sadeleştirme üsluba, inşa tarzına ve eserin bünyesine değildi. Yazar tarafından sadeleştirilen eser, yayınevleri tarafından tekrar bir sadeleştirilmeye tabi tutuldu. Sadeleştirilmişin sadeleştirilmişi olan metni okuduğumuz halde sözlüklere müracaat etmek zorunda kaldığımızı belirtmek istiyoruz. Kitabı yazarın sadeleştirmesinden okuyan ve dile vukufiyetine güvendiğimiz arkadaşlarımızın zorlanmaları Serveti Fünunun dilinin ağırlığı hakkında bir ipucu verebilir. Yazımda Everest Yayınlarından N. Ahmet Özalp’in çalışmaları ile hazırlanan baskı dikkate alınmıştır.
Mai ve Siyah, adından da anlaşılacağı gibi bir hayal hakikat girdabı. Kitaba verilen isim ile içeriğini bu kadar net ve doğru ifade eden bir kitap nadirdir. Yazarın dünyasında Mai; hayalleri, güzellikleri, umudu, doğruları ifade ederken Siyah; gerçekleri, çirkinlikleri, çaresizliği ve yanlışlıkları karşılamaktadır.
Kitabın konusu kısaca babasını erken yaşta kaybetmiş edebiyat düşkünü Ahmed Cemil’in yaşadığı mai ve siyah girdabının yarattığı yaşam hikâyesidir. Kitapta okuyucuyu en çok etkileyen şey yukarıda belirttiğimiz isimde yer alan mai ve siyah imgelerinin hayattaki karşılığının iç içe yoğrularak ve gerçeklikten sapmadan verilmesidir. Yani kahramanımız Ahmed Cemil şiire duyduğu sevgi ve iştiyak ile maide yüzerken, babasının vefatı ile birden siyahın kollarına düşmüştür. Çevirilerden elde etmeyi düşündüğü para ile zihni mai olmuş; çalışmalarından sonra yayımcılardan üç beş kuruş için dilenir hale gelmesi ile siyah, onu çevrelemiştir. Bu yönüyle kitabın herkesin yaşayabileceği dalgalanmaları insan duygularını harekete geçirerek okuyucuya aktardığını ifade edebiliriz. Bu anlamda kitabı duygusal bir dönemde okumak harekete geçen duyguların yoğunluğunu artırabilir.
Kitabın ayrıntılarında kahramanımız Ahmed Cemil’in edebiyat sevgisinden dolayı ilişki kurduğu matbuat âlemi kültürüne tanıklık edebiliriz. Bu âlemin içerisinde, yazarlardan yayın evi sahiplerine, dizgicilerden matbaacılara kadar geniş bir yelpaze bulunmaktadır. Bu âlemdeki karakterler ise günümüz hayatında rahatlıkla karşımıza çıkabilecek tiplerdir. Bu anlamda özellikle kibir sahibi olma bakımından Raci karakterini diğerlerinden ayırmak gerekir. Başka biri hakkında olumlu bir şey söylemeyi kendi eksikliğini dile getirmek addettiği için sadece ölüleri övücü sözler söyleyen bu karakter için Ahmed Cemil’in söylediği şu cümle taşı gediğine koyması bakımından şahanedir. “Mezar taşı iştihar[1] heykelinin kaidesidir.” Yine bu âlem içerisindeki yazar-çizer takımının düşünce yapıları ve yaşayışları, şiire olan bakış açıları, ilgilileri için güzel ayrıntılar barındırabilir.
Satır aralarında o dönemin lise son sınıf seviyesinde eğitim gören Ahmed Cemil’in Alman Şairlerden şiir çevirebilecek aynı zamanda kendi şiir stilini oluşturacak yetkinliğe ulaşabilecek tarzda eğitim alıyor olması eğitim kalitesinin bu günü açısından düşündürücüdür. Bu minvalde kitabın lise talebesi kahramanının Musset’in Geceler’ini, Hugo’nun oyunlarını, Lamartine’nin Şairane Düşünceleri’ni okumak için sabırsızlanmasına, günümüz öğrencilerini düşündüğümüzde üzülerek gıpta ediyoruz.
Kitapta vurgulanacak diğer husus ise dönemin kadınlarının tipolojisinin yansıtılmasındaki başarıdır. Ahmed Cemil’in annesi ve kız kardeşinin yaşadıkları, günümüzde kadının geldiği yeri düşünmek açısından önemli görünüyor. Fedakârlık konusunda kadınları yüce gönüllü resmeden Uşaklıgil, bu anlamda her ne kadar dönemleri farklı olsa da evin hanımını sürekli kötü resmeden Sabahattin Ali’ye örnek olabilirdi düşüncesindeyiz. Tabi bunu söylerken yazarların kendi yaşantılarından ve dönemlerinden etkilenmelerinin doğal olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Uşaklıgil, romanının aşka dönük yönünü ünlü Rus yazar Turgenyev’in (1813-1883) romanlarında sıkça kullandığı “misafir olunan evdeki kıza âşık olma” fenomenini hatırlatan bir düzlemde kurar. Ahmed Cemil’in âşık olduğu Lamia’ya uzaktan uzağa duyduğu sevgi, günümüzde özellikle sosyal medyanın etkisi ile ciddiyetini kaybeden ilişkilerle karşılaştırıldığında hayal ürünü gibidir.
Kitapta vurgulayacağımız son husus ise karakter tahlillerinin başarısıdır. Serveti Fünun döneminin etkisi ile realizmin ağır bastığı karakterler yine ruhsal durumları öne çıkarılarak anlatılır. Savaş döneminin yoğurduğu hayatlar elbette ki biraz karanlık olmak zorundadır. Uşaklıgil, romanında her ne kadar mai ve siyah fenomenini başarılı şekilde aktarmış olsa da tarafını siyah olarak seçmiştir. Kitabı okuyanlar vapurda resmedilen siyah geceden bunu rahatlıkla anlayabilirler.
Kitap hakkında olumsuz olarak dile getirebileceğimiz şu hususu vurgulayabiliriz. Yazarın, dönemin içe kapanıklığından da kaynaklı olarak duygu ve düşüncelerin evrensel taraflarına pek vurgu yapmadığını gözlemliyoruz. Dili bu kadar kuvvetli olan aynı zamanda yabancı dil ve yazarlara bu kadar hâkim olan bir edebiyatçının kendi döneminde bunu başarabileceği kanaati bizde oluştu.
Yakın bir zaman diliminde dizisinin çekilmesi gündemde olan Mai ve Siyah kitabının Aşkı Memnu kadar popüler olmamasını dileyerek yazımı sonlandırıyorum.
Tadımlık:
Hüzünlü bir şiiri dile getirme üzerine:
Sesinin ahengi samimi bir üzüntüyle ölçünün ağır akışı üzerinden hastalıklı bir akışla akıyor, kelimeler uzun bir matem iniltisi biçiminde hafif kıvrımlarla uzayıp gidiyordu. S.46
Sanatta ustalaşma üzerine:
Yalnız yazmakla sürekli çalışan işçi gibi sanatın aynı düzeyinde kalacaklarını, eğer gerçekten sanatçı olmak istiyorlarsa asıl sanatçılarla tanışmak, onların ustalıklarını, sırlarını çözümlemek gerektiğinde birleştiler. S. 48
Ahmed Cemil’in yaşadığı zorluklar hakkında kendini avutması üzerine:
Uyu, zavallı çocuk! Yeşil eski çuhalı yazı masasının kenarında, karanlık çamurlu sokaklarda, küçük nazlı çocuğun esneyen yüzü karşısında geçen o sıkıntı ve eziyetten sonra şu sıcak, temiz yatağın içinde, aydınlık mavi semanın elmas yağmuru altında, doğuşunu beklediğin umut güneşini görmeye çalışarak derin, uzun bir teselli uykusuyla uyu!… S. 82
Kadın erkek ilişkileri üzerine:
Karı koca arasına böyle bir sevgi aralığı girince bir daha iyi bir geçim mümkün değil kurulamaz. Kadın ölünceye kadar boşa çıkan hayatına ağlar ya da gözyaşları deva olmazsa başka bir yerde eğlence aramak ister. Erkek de kendi hareketine karısından bir sebep bulmaya çalışarak sonuna kadar devam edip gidecektir. İnsanlar ne tuhaf! Kötü bir şey yaptıklarını hissedecek olurlarsa mutlaka en önceden vicdanlarını susturacak bir sebep bulurlar. S. 123
Kadının fedakarlığı üzerine:
Bu kağıdı anladınız a… Nedim’in kağıtlarından biri… Onları hala saklıyordum… Fakat artık birini feda etmek lazım geldi… iyi yapıyorum değil mi efendim? Kocamın hastanede ölmesine müsaade edemezdim değil mi? S. 302
[1] Ün salma, tanınma
One comment