Saygın ilahiyatçılarımızdan Mustafa Öztürk, vahyin mahiyeti hakkındaki düşünceleri nedeniyle birkaç hafta önce tekfire varan suçlamalara maruz kaldı. Hatta, söylemesi bile giran gelse de, hayat endişesinden ötürü yurt dışına gitmeyi düşündüğünü bizzat ifade etti. Eminim, insaf sahibi her ilahiyatçıya dokunmuştur bu manzara. Alanında uzman, oldukça çalışkan ve üretken, hepsinden önemlisi iyi niyetinden şüphe duymamız için hiçbir gerekçemiz olmayan bir ilim adamının, düşüncelerinden ötürü bunları yaşaması kabul edilemez. Tarihselci yaklaşımı başta olmak üzere, vahiy hakkında gündeme gelen son yorumları dâhil birçok düşüncesine temelden katılmadığım Mustafa Öztürk, en az kendisi gibi düşünmeyen insanlara gösterdiği hoşgörü kadarını sonuna kadar hak etmektedir. Bu hoşgörü, onun Müslüman bir düşünür/ilim adamı olarak kabulünü gerektirmektedir. Örnek olsun diye burada anmak isterim: Tarihselcilik yaklaşımına en ciddi reddiyelerden birini kaleme alan, ilahiyat fakültelerimizdeki İslam hukuku alanının saygın hocalarından Yunus Apaydın’ın söz konusu reddiyesi, Mustafa Öztürk tarafından müzakere edilmiştir. Lütfen, söz konusu tebliğin basılı halinde müzakereleri içeren dipnotları okuyunuz (H. Yunus Apaydın, “Fıkıh Usulünün Temel Kabulleri ve Tarihselcilik”, Dinî Hükümlerin Kaynağı ve Dinî Metinlerin Anlaşılması, 2010, s.323-364). Orada, bir hocamdan alıntıyla söyleyecek olursam, “kadirşinas isyankâr” iki ilim adamı göreceksiniz.
Gelelim, başlıkta yer verdiğimiz hususu kısaca incelemeye. Tekfire konu olan eylemin neliği, tekfirin geçerliliğini etkileyen bir şeydir. Başka bir deyişle tekfirin haklılığı, bu tekfire konu olan eylemin mahiyetine bağlıdır. Eğer tekfire konu olan eylem, dinin kesin olarak vaz ettiği ilkenin varlığını inkâr etmek şeklinde gerçekleşiyorsa tekfir haklı; bu ilkenin varlığını inkâr etmeksizin içeriğini yorumlamak şeklinde gerçekleşiyorsa tekfir haksız olur. Tekfir hakkındaki bu kaideyi, İbn Rüşd’den ilhamla dile getirdiğimi belirtmeliyim. İbn Rüşd, muhalled eseri Faslu’l-Makâl’de Gazâlî’nin, ahiret hakkındaki düşüncelerinden ötürü tekfir ettiği Müslüman filozofların haksız yere tekfir edildiğini, çünkü filozofların “ahiretin varlığında değil, sıfatında tevil yaptıklarını” ifade eder. Gerçekten de İbn Sînâ, örneğin Adhaviyye adlı risalesinde ahiretin varlığını inkar etmemesine rağmen ahiretin keyfiyeti bağlamında bedenlerin diriltilmeyeceğini, azap ve mükafatın ruhsal olarak yaşanacağını dile getirmektedir. İbn Rüşd, bedenlerin diriltileceği hakkında Gazâlî’yi desteklemesine rağmen tekfirinde onu haksız bulmuştur. İbn Rüşd’ün, tekfirin geçerliliği hakkında ortaya koyduğu bu açılımın oldukça yararlı olduğunu düşünüyorum.
Yazımıza konu ettiğimiz yaklaşımında Mustafa Öztürk’ün durumu, Müslüman filozofların durumuna benzer. Nasıl ki başta eş-Şeyhu’r-Reîs İbn Sînâ olmak üzere Müslüman filozoflar, ahiretin varlığı değil, keyfiyeti hakkındaki düşünceleri nedeniyle tekfir edilemezse, Mustafa Öztürk de vahyin varlığı değil, keyfiyeti hakkındaki düşüncelerinden ötürü tekfir edilemez.
Allah razi olsun. Allah sizin gibi ilim adamlarının sayısını artırsın inşallah üstadım.