İslam Hukuk Biliminde İhtilaf ve Gerilimler


ihtilaf kapakNoel J. Coulson, İslam Hukuk Biliminde İhtilaf ve Gerilimler, Çev: Ferhat Koca, Ankara Okulu, Ankara 2016.

Coulson, Batılı İslam hukuku araştırmacıları içinde en çok tanınanlardandır. Onun, ilk baskısı 1969 yılında yapılan Conflicts and Tensions in Islamic Jurisprudence adlı kitabı, Türkiye’deki emektar İslam hukuku hocalarından Ferhat Koca tarafından Türkçeye kazandırıldı ve 2016 yılında Ankara Okulu Yayınları tarafından yayımlandı.

Kitap Coulson’ın, ziyaretçi akademisyen olarak bulunduğu Chicago Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde İslam hukuku üzerine verdiği 6 seminerden oluşmaktadır. Seminer başlıkları sırasıyla şöyledir: “Vahiy ve Akıl”, “İttifak ve İhtilaf”, “Otoriteryanizm ve Liberalizm”, “İdealizm ve Realizm”, “Hukuk ve Ahlak”, “İstikrar ve Değişim”. Başlıklardan da anlaşılacağı üzere yazar, her bölümde kendi içinde belli bir çatışmayı barındıran kavram çiftini ele almakta ve İslam hukuk tarihinin klasik ve çağdaş dönemlerinde bu çatışmaların hangi kutbuyla baskın hale geldiğini zengin uygulama örnekleriyle gözler önüne sermektedir.

Değerlendirmeye geçmeden önce, böyle bir kıymetli kitabın çevirisini yapmak suretiyle himmetini esirgemeyen değerli hocamız Ferhat Koca’yı minnetle anmak isterim. Hocamızın, velûd bir yazar olması açısından çalışkanlığıyla tüm İslam hukuku araştırmacıları tarafından örnek alınması gerektiği kanaatindeyim. Bahse konu çevirisi de üzerinde titizlikle çalışılmış, gerçekten akıcı ve anlaşılır bir şekilde kaleme alınmıştır.

Kitabın çeviri baskısında giriş yerine, yine Ferhat Koca’nın İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi’nin Oryantalistler özel sayısında (sayı: IV, yıl: 2005) yer alan ve Coulson’ın hayatı, eserleri ve görüşlerinin incelendiği makalesi konulmuştur. Bu makaleyi hariç tutacak olursak kitap, yaklaşık 100 sayfalık bir metin halinde eskilerin deyimiyle kalîlu’l-hacm, kesîru’l-faide olarak nitelenebilir. Neden?

Her şeyden önce bir konuyu uzmanından dinlemenin ya da okumanın kolaylıkla tespit edilebilecek bir yolu vardır: benzerlik kurma becerisi. Eğer bir yazar benzetmelere başvurarak konuyu açıklıyorsa çoğu zaman gerçekten anladığı şeyi anlatıyordur. Coulson’ın, kitabında benzetmelere sıkça yer verdiğini görüyoruz. Örneğin İslam hukukunda kıyasın fonksiyonunu değerlendirdiği bir cümlesinde şöyle demektedir: “Sürecin hareket noktasını, ilahi iradenin kabul edilmiş bir bildirisinin (vahiy) oluşturması gerektiğinden beri, beşer aklı ilahi hukukun gerçekleştirilmesi ve geliştirilmesinde koşum takımı olmuş ve ilahi vahiyden bağımsız olarak işletilmemiştir” (s.34). Yine İslam miras hukukunda asabe kavramı ile karşılanan erkek akrabaların baskın rolünü ifade ederken, Kuran’da hisseleri açıkça belirtilen diğer akrabaların (ashab-ı feraiz) durumunu tiyatral bir sahne halinde sunmaktadır: “(Onlar) kendi belirlenmiş hisselerini alırlar ve daha sonra da baba tarafından erkekler arasında miras için yaşanacak olan gerçek mücadeleye imkan vermek için meydanı terk ederler” (s.40). Bu satırları okurken Sergio Leone’nin bir western filmini izlediğinizi rahatlıkla düşünebilirsiniz.

Coulson’ın kitabının öne çıkan bir diğer özelliği, kışkırtıcı olsun diye pazarlamacı edasıyla dile getirilebilir: “İslam hukuk teorisi ya da usulü ile ilgili kitaplarda fürû-ı fıkıh örneklerinin hep aynı konulardan verilmesi sizi de sıkıyor mu? Bu kitap tam size göre!” Ferhat Koca’nın önsözde ifade ettiği gibi kitap, gerçekten fürû-ı fıkıh konusunda zengin örnekler içeriyor. Bu farklı örnekler üzerinden teoriyi anlamak da nispeten daha kolay oluyor. Bu yönüyle kitap, usul-fürû dengesini görebilmek için de okunmaya layık. Ancak fer’î örnekler verilirken bazen yanlış bilgilendirme yapıldığını da not etmek gerekir. Örneğin Hanefi mezhebine göre henüz çocuk iken velisi tarafından evlendirilen kız çocuğunun, bülûğa erdiğinde nikah akdini feshetme hakkının olduğu mutlak şekilde dile getirilmiştir (s.54). Oysa velinin baba olması durumunda Hanefi mezhebine göre bu nikah bağlayıcıdır ve dolayısıyla teknik tabiri ile bülûğ muhayyerliği söz konusu değildir.

Çağdaş dönemde bilhassa İslam ülkelerinde hazırlanan kanunlar zımnında İslam hukukunun nasıl şekillendiği önemli bir konudur. Daha önce değerlendirmesini yaptığımız Wael Hallaq’ın İslam Hukukuna Giriş kitabının da bu açıdan zengin olduğunu ifade etmiştik. Ancak Coulson’ın ilgili kitabı İslam ülkelerindeki kanunlar ve yargı kurumlarının içtihatları noktasında nispeten daha detaylı bilgiler içermektedir. Özellikle kitabın “Otoriteryanizm-Liberalizm” başlıklı üçüncü ve “İstikrar-Değişim” başlıklı altıncı bölümlerinde çağdaş kanunlaştırma girişimleri tabiri caizse çığır açıcı düzenlemeler olarak olumlanmakta ve liberalizm ile değişimin göstergeleri şeklinde yorumlanmaktadır. Yazarla aynı kanaate sahip olmasak da bu bölümlerde verilen bilgilerin çağdaş durumu anlamak için oldukça faydalı olduğunu söyleyebiliriz.

Eserin, bahsettiğimiz üçüncü ve altıncı bölümlerinin dışındaki dört bölümünde İslam hukuk teorisi daha yakından ele alınmaktadır. “Vahiy-Akıl”, “İttifak-İhtilaf” başlıklı ilk iki bölüm klasik fıkıh usulü kitaplarında detaylarını bulabileceğimiz tartışmalara odaklanmaktadır. Bunlardan vahiy-akıl ilişkisi, birçok farklı yönüyle belki de klasik kitaplarımızın en çok üzerine eğildiği konudur. Bu bölümde Coulson; aile, borçlar, ceza vb. diğer hukuk alanlarına göre Kuran’da nispeten ayrıntılı bilgi verilen miras hukuku alanının “mesele-i himariyye” örneği üzerinden nasıl da içtihadın konusu haline geldiğini ve bu itibarla vahiy ile aklın nasıl iç içe olduğunu gözler önüne sermektedir. Ancak yine muhalefet şerhi ile dile getirmek isterim ki bu bölümde ifade edilen İslam hukuk tarihinin ilk 150 yılının re’y kullanma özgürlüğü açısından sonraki dönemlerden büyük ölçüde farklı olduğu tezi, birçok çağdaş dönem çalışmasında tekrarlanmasına rağmen kanaatimizce haklı çıkarılmış bir iddia değildir. İslam hukukunda re’yin tarihi bakımından daha pek çok ciddi çalışmanın yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

İkinci bölüm olan “İttifak-İhtilaf” ise icmâ konusunu ele alması bakımından en az ilk bölüm kadar değerli iken açıkçası ben bu bölümde aradığım açılımları bulamadım. Bunun nedeni ihtilaf konusunun ittifak’a nazaran daha güçlü bir şekilde ele alınması oldu. Oysa ittifak’ın/icmâ’ın mahiyetinin de ihtilaf kavramı kadar derinlemesine incelenmesi gerekirdi. Coulson’ın başarıyla gösterdiği gibi İslam hukuku tam bir ihtilaf hukukudur. Ancak bu ihtilaf olgusunu sınırlayan icmâ’ın, sadece ferdî içtihatların “bağlayıcı otorite” haline gelmesi şeklinde değerlendirilmesi, onun güncel değerini de göz ardı eden ve mahiyetinin bizce esas etkin tarafını yok farz eden bir yön barındırmaktadır. İcmâ tıpkı tevatürde olduğu gibi olgusal bir bilginin, hakkında ihtilaf bulunmaksızın aktarılması olarak da anlaşılabileceğinden (beş vakit namazın varlığı buna örnek verilebilir), onun sadece içtihada hasredilmesi kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bu bakımdan icmâ ve ihtilaf konusunun da tıpkı re’y kavramında olduğu gibi çalışılmaya muhtaç alanlardan olduğunu söyleyebiliriz.

“İdealizm-Realizm”, “Hukuk-Ahlak” başlıklı dördüncü ve beşinci bölümler ise klasik usul kitaplarımızda doğrudan bulamayacağımız ama yazıldığında bir İslam hukuk felsefesi kitabının ana konularından olabilecek iki mühim konuya değinmektedir. İlkinde İslam hukukçularının zihninde muhayyel olan teorinin, (mezâlim, riba vb. gibi) hangi örnek konular üzerinden gerçeğe dönüşemediğini okuyoruz. Dolayısıyla bu bölüm, İslam hukuku açısından tam bir “hayaller ve gerçekler” bölümüdür. Coulson’ın ifadesiyle “doktrinin sahip olduğu idealizm, tatbikatta devlet ve toplumun ihtiyaçlarına yol vermek zorunda kalmıştır” (s.99). “Hukuk-Ahlak” bölümünde ise bu ikisi arasındaki ayırıcı çizginin İslam düşüncesinde net çizilmediği, yani bunların bir aradalığı haklı olarak dile getirilmektedir. Öte yandan yazarın esas amacı, hukuk-ahlak arasındaki ikiliği göstermektir ve mealen şöyle demektedir: Daha ziyade ahlaki değer yargılarına konu olan klasik terimle mendûb ve mekrûh fiiller, herhangi bir meşru cezai yaptırım veya ödüle, geçerlilik veya geçersizliğe bağlanmamıştır (s.106). Bu noktada kötü niyetin, tasarrufun hukuki geçerliliği veya geçersizliğine etkisi ve hile-i şer’iyye gibi konular başarılı şekilde irdelenmektedir. Sonuç olarak dördüncü ve beşinci bölümlerin, İslam hukuk teorisine farklı bir gözle bakmak isteyenler için ilgi çekici olduğunu söylemeliyiz.

Bütün bu yönleriyle Coulson’ın kitabı hem İslam hukuku alanında uzmanlaşmak hem de temel bazı meseleleri üzerinden onu tanımak arzusunda olanlar için ideal bir kitap görünümündedir. Hararetle tavsiye olunur…

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s