2018 Yılının Kasım sonlarında Fransa’da, Sarı Yelekliler olarak adlandırılan gruplar hükumetin yapmış olduğu akaryakıt zamlarını protesto etmek için sokaklara döküldüler ve gösteriler büyüyerek farklı sorunların dile getirildiği bir alan haline geldi. Daha önce 2005 yılında da Fransa’da olaylar yaşanmış, fakat bu olaylar göçmenlerin gürültüleri olarak değerlendirilip üzerinde durulmamıştı. 2018 yılının sonlarına yaklaştığımız bu günlerde hükumetin yaptığı zam sebebiyle sokağa çıkan insanların psikolojisi ile Fransız devrimi için ayaklanan insanların psikolojilerini Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikayesi kitabı üzerinden karşılaştırmak ilginç olabilir.
Fransız devriminin psikolojisine nüfuz edebileceğimiz kitabında Charles Dickens, devrimin hemen öncesinden başlayıp devrim sonrasına kadar yaşananları Londra-Paris bağlantısı kurarak anlatıyor. Her ne kadar İki Şehrin Hikâyesi dense de aslında kitabın zemini Paris yani Fransa’dır. Çünkü romandaki ana karakterlerin tamamı Fransız olmakla birlikte hikâyenin zemini de Fransız devrimi ile ilgilidir.
Kitabın konusunu kısaca ifade edersek Fransa’da zengin, soylu ve gaddar bir aileden gelen esas oğlan, haksızlıklara taraf olmama adına devrimden önce redd-i miras yaparak İngiltere’ye yerleşir. Aynı zaman diliminde hikâyenin diğer kahramanı olan hanım kızımız, Fransa’da doktorluk yaparken haksız yere hapse atılan ve uzun süre meşhur Bastille hapishanesinde kalan doktor babasını bulup İngiltere’ye kaçırır. İngiltere’de karşılaşan bu çift devrim sırasında Fransa’ya dönmek zorunda kalırlar. Bu olayların sonucunda devrimin her türlü yönüyle yüzleşirler.
Dickens kitabında sadece insan psikolojisinin değil toplum psikolojisinin de derinlerine ustalıkla inmiş görünmektedir. Devrim denilen şeyin felsefesini anlama bakımından önemli olan kitap, başlangıçta hak ve adalet için yola çıkanların yolda ne tür değişiklikler yaşadığını çarpıcı biçimde aktarmaktadır. Romandaki karakterlerin birbirine bağlanma hikâyeleri bir bakıma yapay görünse de karakterlerin duygularını ifade etmesi bakımından her türlü gerçeklikle yarıştığını söyleyebiliriz. Özellikle çaresizlik ve yoksulluğun olanca yalınlığı ile verildiği kitapta sessiz yığınların dayanacak gücü kalmadığında bir kıvılcımın nasıl sonuçlara sebep olduğunu idrak edebiliyoruz.
Fransızlar dünya tarihinde dönüm noktası olmuş bir devrime sahipler. Bu ülkeyi idare eden yöneticilerin bu devrimin ayrıntılarını bilmeden ya da göz önüne almadan adım atması pek mümkün görünmüyor. Sarı yeleklilerin nispeten kısa süren eylemlerinin sonunda başarı sağlamasında sanırım böyle bir etki bulunmaktadır. Sokağa çıkan her Fransız’ın zihninde az çok ihtilal öncesi ezilen kesimlerle kendini benzeştiren bir ruh hali, yönetenlerin zihninde ise kellesi uçurulan bir kralın gölgesi bulunduğunu tahmin etmek güç olmasa gerektir.
Dickens kitabında ihtilalin yaşanma sebeplerini uzun uzadıya anlatmak yerine birkaç bireysel olay üzerinden veriyor. Bu olaylardan birinde çocuğu ölen fakir bir adama yapılan muamele devrime giden yolun sadece maddiyat ile bağlantılı olmadığını bize hissettiriyor. İnsan yerine konmak isteyen Fransız halkının, gücü kraldan aldığında ise amaç olarak belirledikleri ve bayrak haline getirdikleri özgürlük, eşitlik, kardeşlik, ya da ölüm sloganının sadece ölüm kısmına odaklanmalarını Dickens’in şu satırları bize anlatıyor: “Bütün yasalar, kurallar, töreler başlangıçta bu derece korkunç şekilde çiğnenmeseydi, her şey böylesine büyük bir ilgisizlik içinde ihmale uğramasaydı, böyle bir devrim de yapılamazdı. O zaman devrimin kendini öldürmesi demek olan öç alma ateşi hepsini rüzgara savuramazdı.”[1]
Fransız devrimini gerçekleştirenlerin başarıya ulaştıklarını belli eden siyah bayrak Notre Dame’ın kulelerinde sallanırken, giyotinin soğuk ve keskin demirinin işleyişini tiyatro izler gibi izlemenin Fransızlar için sıradan hale geldiğini kitapta okuyoruz. Günümüzde dünyaya hep uygar, çağdaş, medeni olarak lanse edilen insanların çirkinleştiğinde, zihinlerinin dehlizlerinde neler bulunduğunu çıkarsıyoruz. Fransızlara özgü olmayan bu hırçınlık, kalabalıkların birbirini nasıl etkilediğini göstermesi bakımından önemlidir. Mirasında böyle kanlı bir devrim bulunan toplumun Sarı Yeleklilere destek vermesini anlayabiliyoruz. Yüzde seksen beş olduğu ifade edilen destekle Fransızlar, şiddet ve kaosla kendileri adına kazanım elde eden grupların arkasında duruyorlar. Romanda okuduğumuz gibi toplum kendi hukukunu hiçbir filtre olmadan uygularsa getirileri kanlı olabilir.
Tabi ki bu ifadelerimizden Dickens’ın bir romanla devrimin bütün yönlerini ortaya doğru bir biçimde koyduğunu söyleyemeyiz. Ama şurası tarihen bir gerçek ki cumhuriyet karşıtı iddiası ile binlerce insan giyotine götürülmüştür. Dickens’ın, hikâyenin devrim öncesi bölümünde devrimcileri haklı gösteren, devrim sonrası ise yapılan haksızlıkları merkeze alan bir üslup sergilemesi objektif bir bakış açısına sahip olması ile açıklanabilir. Fakat ölüme giderken “Biz fakirlere pek çok yararı dokunacak olan Cumhuriyet, benim ölümümden kazanç sağlayacaksa seve seve ölürüm”[2] diyen kadın üzerinden devrim sonucu ortaya çıkan durumu beğendiğini de söyleyebiliriz.
Tadımlık: (Hayat Neşriyat’ın İstanbul, 1972 baskısından)
Fransız ihtilalinin sembollerinden Giyotin üzerine;
“Baş ağrısı için en yararlı ilaç oydu; saçların ağarmasını kesin olarak önlüyordu, cilde özel bir incelik veriyordu. Bu, pek keskin bir ulusal usturaydı: Giyotin’i o küçük pencereden öpen kimse küçük torbaya hapşırıyordu. İnsan ırkının yeniden yaratılışının simgesiydi. Göğüslerde haç yerine onun ufak örnekleri asılıydı. Haç inkar edilirken, bunun önünde eğilmek adet olmuştu, artık herkes ona inanıyordu.” S.309
Fransız İhtilali’nin kaynağı olan motivasyon üzerine;
“Açlıktan ölen insanlara ot yiyebileceklerini söyleyen Foulon hayattaymış!…
…Bize Foulon’un kanını verin! Bize Foulon’un başını verin! Bize Foulon’un kalbini verin! Bize Foulon’un bedenini ruhunu verin! Foulon’un bedenini parçalayıp toprağa gömün ki ondan ot yetişsin!” S. 254
Fransız ihtilaline örgü örerek hazırlanan kadınlar üzerine;
“Kadınların hepsi örgü örüyordu. Değersiz şeyler örüyorlardı ama makine gibi yapılan bu iş, yemek yemenin, içki içmenin yerini alan bir işti. Çene yerine, sindirim organları yerine eller çalışıyordu. O kemikli parmaklar dursalar mideler açlıktan daha da kazınırdı mutlaka. Parmaklar çalışırken gözler de, düşünceler de çalışıyordu.” S. 212
Değişimin zorluğu ve sancıları üzerine;
“Tellson’ (bankası)ın yeniden yapılanması meselesi ortaya atılacak olsa, bankanın ortaklarından herhangi biri bu uğurda oğlunu evlatlıktan reddedebilirdi. Banka, bu bakımdan ülkeyle aynı yolda gidiyordu. İşte ülke de, şikâyet konusu olan (ve) bundan dolayı da daha çok saygı uyandırdığı ileri sürülen eski yasaları, geleneklerini geliştirmek isteyen çocuklarını sık sık evlatlıktan reddediyordu.” S. 65
Ölümün o devirde sıradanlaşması üzerine;
“…o devirde ölüme mahkûm etmek gerçekten her türlü ticaret ve meslek erbabının pek rağbet ettiği bir reçete olmuştu. Tellson bankası da bu modaya uymaktan geri kalmıyordu. Ölüm, Doğa’nın bütün canlı varlıklara öngördüğü çareydi, bu neden Yasama’nın çaresi olmasındı?” S. 66
Trajediler karşısında kendini avutma üzerine;
“…cesur ol, Gaspard dostum. O zavallı yavrucağın yaşamaktansa böyle ölmesi isabet olmuş. Bir saniye içinde hiç acı çekmeden öldü. Bakalım bir saat bile böylesine mutlu yaşayabilir miydi?
Marki, gülümseyerek: ‘Sen tıpkı bir düşünür gibisin’ dedi” S.129
İhtilal ateşinin herkesi yakmasının kaçınılmaz olduğu üzerine:
“Nerede durulacağını rüzgara, ateşe söyle, bana değil!” S.388
Görsel: Alıntılarda da bahsi geçen, dönemin önde gelen siyasetçilerinden Foulon’un öldürülmesi.
[1] Charles Dickens, İki Şehrin Hikayesi,(Çev. Azize Bergin) Hayat Neşriyat, İstanbul 1972, s.358
[2] Age, S.404
Güzel bir yazıydı, teşekkürler.
Keyifle okudum teşekkürler
👍