Dodes ’Ka-Den


Dikkat! Filmden alıntılar içerir.

Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın 1970 yapımı Dodes ’Ka-Den filmi, dönemin Tokyo’sunun gecekondu mahallesinde geçen bir hikâyeler bütünü. Yaklaşık on farklı hikâyeyi barındıran film, yönetmenin çektiği ilk renkli sinema yapımı olarak biliniyor ve filmin gişedeki başarısızlığından dolayı Akira’nın intihara kalkıştığı yönünde rivayetler var. Yinedergi’de farklı filmlerini konu ettiğimiz yönetmenin bu filminin, onun daha iyi bilinen yapıtlarından aşağı kalır bir tarafının olmadığını düşünüyorum.

Dodes’ka-den filmi Türk sinema seyircisi için o kadar yabancı ki İngilizceye “Clickety-Clack” olarak çevrilen isminin Türkçe karşılığı dahi henüz yok. Filmin isminde geçen kavram aslında filmin karakterlerinden bir çocuğun hayali trenini kullanırken çıkardığı ses. Bizim çocukları eğlendirmek için çıkardığımız “çuf çuf” sesi ile aynı şey aslında. Dolayısıyla filmin isminin Türkçe olarak “Çuf Çuf” olmasında bir sakınca yok.

1

Filmi izlerken öne çıkan en önemli unsurun aile olduğunu gördüğüm için Emile Ajar’ın “Onca Yoksulluk Varken” kitabı aklıma geldi. Daha önce okuduğum bu kitapta başka konularla birlikte Emile Ajar da Kurasawa gibi aile olabilme konusuna odaklanıyordu (ya da bende o ilgiyi uyandırdı). Emile Ajar, kitabında kimsesiz bir Arap çocuğun Yahudi bir kadın tarafından büyütülmüş olmasını,  annesi olarak bildiği kadının aslında kendisine para ile baktığını öğrenen çocuğun yaşadıklarını, annesini bulmak için yaptığı davranışları ve ilerleyen bölümlerde çocuk büyüdükten sonra aralarındaki ilişkiyi dokunaklı şekilde aktarıyordu. Evrensel olup her kültürde farklı dinamikleri olan ailenin; farklı dünyalarda yaşayan biri yazar öbürü yönetmen iki farklı sanatçıdaki yansımalarını görmek için hem kitabı okumak hem de filmi izlemek güzel bir fırsat olabilir.

Filmde öne çıkaracağım ilk hikâye tam da aile olmayla ilgili. Eşi hafifmeşrep olduğu için çocuklarının kendisine ait olmadığı söylenen babanın çocukları ile olan diyaloglarını çok ilgi çekici buldum. Çocuklarının her birine bakıp kendine benzemediklerini hisseden babanın ağlayarak “sen bizim babamız mısın” diye soran çocuğuna verdiği karşılık ile Emile Ajar’ın kitabında para ile baktığı Momo’ya onu kendi çocuğu gibi sevdiğini söyleyen Madam Rosa’nın diyalogları gözüme çok yakın göründü. Ayrıca Ajar’ın kitabındaki Momo’nun Madam Rosa öldükten sonra onun için yaptıklarının da filmde geçen hüzün verici sahnelerin ve diyalogların üzerine tuz biber olduğunu belirtebiliriz.

2

Bu hikâyelerden arta kalan bazı soru kırıntıları var. İnsanları kan bağı haricinde aile yapan asıl unsur nedir? Bu soruya cevap kesin olarak verilemese de sanırım “karşılıksız sevgi” kısık sesli bir yanıt olarak değerlendirilebilir. Kanaatimce karşılıksız sevginin en katıksız örneğini ana babanın çocuğuna karşı gösterdiği sevgide görebiliriz. Ana babaya karşı olan sevgide dahi onlar için “bana bakan, beni büyüten” varlıklar şeklinde düşünüldüğünden bu ilişkinin içine menfaatin girdiğini kabul etmek gerekir. Fıtratımıza yerleştirilen evlat sevgisinin ise karşılıksız olduğunu düşünüyorum.

Filmde öne çıkaracağım diğer hikâye ise kapısı ve pencereleri bezden yapılmış eski püskü bir vosvosun içinde yaşayan idealist ve kibirli bir baba ile çöplerden yemek toplayarak ona bakmaya çalışan küçük bir çocuğun anlatıldığı bölümdür. Bu hikâyede baba karakteri içinde bulunduğu şartlara uygun hareket edip çalışmak yerine hayallerle avuttuğu bir çocuğun getirdiği sigaralara mahkûm şekilde yaşamaktadır. Bu bölümdeki Japon kültürü ile ilgili bakış açıları ve eleştiriler önemli olsa da sanırım yönetmenin eleştirdiği asıl şey hayata bakış tarzı bu şekilde olan aydın geçinen insanlardır. Akira’nın eleştirisi Japon aydını için de geçerli midir bilmiyoruz ama Türkiye’de aydın denilen ve topluma yön veren bazı insanlar için geçerli ve güncel olduğunu söyleyebiliriz. Bu hikâyede bulunduğu şartları göz önüne almadan sadece hayal dünyasında yaşayıp en yakınındaki insanlara dahi faydası dokunmayan insanlar yalın bir biçimde aktarılmış.

3

Yazının başında belirttiğim gibi bazıları iç içe geçmiş hikâyelerden oluşan filmin her bir hikâyesi insanda farklı ve etkili duygular uyandırıyor. Yönetmenin diğer filmlerindeki başarısının biraz gölgesinde kalsa da -ki ben bunu filmin sonundaki ucu açık bırakılan bazı hikâyelere bağlıyorum, çünkü yönetmenin diğer filmlerinde anlatılmak istenen çok net olurdu- Dodes ‘Ka-Den Kurasawa mirası açısından önemli bir parça olarak karşımızda duruyor.

Filmden bir diyalog:

Lütfen Aziz Buda; ha bire istiyorum diye size gına gelmiş olabilir, ne olur anneme yardım edin!

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s