Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Çev. Ali Berktay, Yapı Kredi Yayınları, 18. Baskı, İstanbul 2018.
Yazımızda, Doğu’nun Limanları, Semerkant, Afrikalı Leo gibi meşhur kitapların Lübnan asıllı Fransız yazarı Amin Maalouf’un kaleme aldığı Arapların Gözünden Haçlı Seferleri- kitabına yakından bakmaya çalışacağız. İsminin hakkını tam olarak veren kitap; topyekûn bir işgal hareketi olan Haçlı Seferleri’nin Arap tarihçilerin gözüne nasıl göründüğünü anlatıyor. Maalouf, görebildiğimiz kadarıyla özellikle iki tarihçi; Şam vakanüvisi, Zeyl-i tarih-i Dimaşk yazarı İbnü’l-Kalanisi ve el-Kamil fi’t-Tarih yazarı İbnü’l Esir’i temel alarak ayrıca kendi araştırma ve hikayeleştirme gücünü katıp önemli bir eser ortaya koymuş.
1096 yılında başlayan haçlı seferleri, tarih kitaplarında sentetik bir tat ile anlatıldığı için zihnimizde pek yer etmemiş olsa da 1250 yılında bu seferler biterken aslında arkasında büyük bir tecrübe hazinesi bırakmış görünüyor. Bu birikimden faydalanmamız için on iki bölümden oluşan bu kitabı okumak biz okuyucular için oldukça güzel bir fırsat.
Müslümanca bir bakış açısıyla kitabın sayfalarında ilerledikçe sanırım ilk tadacağımız duygu “hayal kırıklığı” olacaktır. Güncel olarak İslam dünyasının bölünmüşlüğü, birbirini umursamamak vs. gibi olguların çok canlı şekilde aktarıldığı kitapta, Müslümanların birbirlerine karşı olan gönül uzaklıklarını görebiliyorsunuz. Frenklerin/Haçlıların, uzak diyarlardan gelip Kudüs’ü Müslümanların elinden almadaki gayretkeşliğini bu kutsal beldeyi savunmak için gösterememiş oluşumuz, karşımızda çok acı verici bir tablo olarak duruyor. 2. Dünya savaşından sonra, Yahudilerin aynı bölgeye gelip aynı senaryoları uygulayıp bu kutsal beldeyi Müslümanlar için nasıl bir mahzuniyet vesilesi haline getirebildikleri bu kitap okununca daha anlaşılır hale geliyor.
Kitapta yaşayacağınız diğer bir belirgin duygu da; dönemin sosyal ve kültürel şartlarının yansıtılması konusundaki ustalığa duyulan hayranlık olabilir. Gerçi bu konu kitapta, savaşlara nazaran daha fazla yer bulmuş olsaydı o dönemin toplumunu daha yakından tanıma fırsatı bulabileceğimizi düşünebilirdik fakat dikkatli gözler için kitabın satır aralarında şehirlere, insanlara ve savaşan tarafların birbirleri ile olan ilişkilerine yönelik önemli bilgiler var.
İbn Haldun’a atfedilen “coğrafya kaderdir” sözü kitabı okuduğunuzda daha anlamlı hale geliyor. Medeniyetlerin doğuşuna şahitlik eden Ortadoğu bölgesinde, savaşların eksik olmadığını biliyoruz. Haçlıların sadece kutsal bir amaç uğruna buraya gelmediklerini özellikle kadın ve çocuklarını da yanlarında getirmelerinden anlayabiliyoruz. O dönemde bu coğrafyanın zenginlik içinde yüzmesi kaderinin zorunlu olarak savaşlarla yüzleşmesi sonucunu getiriyor. Kendi topraklarında kaybedecek hiçbir şeyi olmayan yığınlar tarihin en büyük kitlesel hareketlerinden birini gerçekleştirmiş oluyor.
Kitabın genel olarak tarafsız bir gözle yazıldığını düşünüyorum. Yine de Amin Maalouf’un kitabın sonsözünde yapmış olduğu bazı çıkarımların rahatsız edici olduğunu söyleyebilirim. Bütün yaşananlardan sonra batılıların Müslümanlardan çok şey öğrendiği fakat Müslümanların ise herhangi bir şey öğrenmek için çaba sarf etmediğini vurgulamak bunlardan bir tanesiydi. Aslında kitabın içinde anlatılan iki hastaya ait hikâye bu düşünceye karşı güzel bir cevap oluşturuyordu. Kısaca bahsedecek olursak ilişkilerin daha düzgün olduğu bir zaman diliminde, düşman frenklerin içinde; biri bacağında çıban çıkmış, biri verem olmuş iki hasta için arap bir doktordan yardım istenir. Arap doktor hastaları iyileştirecek bir tedavi uygularken frenk bir doktor gelerek çıban çıkan bacağı tamamen keser, verem olan hastanın içine şeytan kaçtığını söyleyerek başını yarıp içine tuz doldurarak öldürür. Arap Doktor “Frenk tıbbı üzerine bilmediğim şeyleri öğrendim” der ve geri döner. Kısacası yüksek seviyede medeniyete sahip olan bir kültür, düşük medeniyetle karşılaştığında ondan alacağı pek bir şey yoktur. Ama Maalouf bunun böyle olmadığını düşünüyor.
Haçlı Seferleri ile ilgili yazılan Norman E. Stephenson’a ait Çocukların Haçlı Seferi isimli kitap bu seferlerin batının gözünden nasıl göründüğüne dair bir fikir verebilir. Müslümanların gözünden bir işgal ve yağma hareketi olan bu seferler; Hıristiyanların gözünde günümüzde bile hala kutsal toprakları kurtarmak isteyen inançlı insanların fedakârlığı olarak görülmektedir. Bu açıdan Amin Maalouf’un yazdığı kitabın eleştirilecek yönleri olsa da daha tarafsız bir gözle yazıldığını söyleyebiliriz.
Ayrıca dönemin bir kesitinin hikâyesini anlatan Ridley Scott’ın yönetmenliğini yaptığı 2005 yapımı Cennetin Krallığı filmini kitapla birlikte okumak daha canlı bir deneyim oluşturabilir.
Son olarak kitabın çevirisinin hakkını teslim etmemiz gerekiyor. Bazı anlatımlardan Ali Berktay’ın kitabın edebiliğini artırmak için Fransızca aslına çok bağlı kalmadığını tahmin ediyoruz. Kitaptan şu cümleleri aktarırsak sanırım meramımızı daha iyi anlatabiliriz. “… Raymond’un ulağı Müslüman birliğin geçeceğini haber verir. Keşiş-şövalyelerin hemen ayranı kabarır…” (s.176)
Tadımlık:
O dönemin şehirlerinin nasıl anlatıldığını göstermesi açısından Harran ile ilgili betimlemeler güzel bir örnek:
“Harran’da su hiç serinlemez, şehir civarındaki topraklar hiç aralıksız fırın gibi yanıp kavrulur. İnsan orada öğle uykusu çekebileceği bir tek gölgelik bulamaz; soluk almakta zorlanırsınız. Harran çıplak bir ovanın ortasında terkedilmiş gibidir. Bir şehir pırıltısından yoksundur ve civarı da hiçbir güzellik nişanesiyle süslenmemiştir.” s.75
Selahaddin Eyyubi hakkında:
“Onun boş yere kan dökmekten tiksinmesi, sözlerini kesinkes tutması, her jestinde görülen ve insanı duygulandıran soyluluk, Tarih’in gözünde en az fetihleri kadar değerlidir.” s.190
Müslümanların işgale karşı umursamaz tavırları üzerine Ebu Said el-Herevi’nin çıkışı:
“… Ramazan ayında olunmasına karşın açık açık oruç bozup yemek yemeye başlar. Bir anda çevresinde öfkeli bir kalabalık birikir. Askerler de tutuklamak üzere yaklaşır. Ebu Said çevresindekilere, binlerce Müslümanın katledilmesini ve İslam’ın kutsal yerlerinin yıkılıp yok edilmesini hiç umursamazken, bir kişinin oruç bozmasının onları niye bu kadar sarstığını sorar sakin sakin.” s. 62
“Kılıçlar savaş ateşini körüklerken insanın kullanabileceği en kötü silah gözyaşı dökmektir.” s.13
“Yerel bir özdeyiş şöyle der: Bükemediğin bileği öp ve bükmesi için Allah’a yalvar.” s.53