M. Fuad Sezgin, Buhârî’nin Kaynakları, Kitâbiyât, Ankara 2001.
Geçtiğimiz günlerde vefat eden Prof. Dr. Fuat Sezgin hocamıza Allah’tan rahmet dileyerek yazıya başlamak isterim. Hocamızın, geniş kitlelerce tanınması İslam bilim tarihi alanındaki çalışmalarıyla gerçekleşse de biz ilahiyatçılar, onu bilhassa hadis sahasındaki çalışmalarıyla biliyoruz. Bu yazıda onun muhalled eseri Buhârî’nin Kaynakları’nı değerlendireceğiz.
Türkiye’nin ilk ilahiyat fakültesi olan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ilk asistanlarından Fuat Sezgin’in Buhârî’nin Kaynakları adlı çalışması 1956 yılında fakülte yayınlarından çıkmıştır. Önce Kitâbiyât, sonra Otto Yayınları’ndan tekrar basılan kitabın Ankara İlahiyat’a aidiyeti, üzerinde durulması gereken bir husustur. Zira kanaatimizce bu kitap, ilahiyat sahasına merakı olanların bir şekilde duyduğu “Ankara ekolü” tabirinin ideal manada anlaşılması için fevkalade uygun bir örnek teşkil ediyor. Bir sürü tezvirata da konu olan “Ankara ekolü”nün tanımlayıcı unsurlarından biri tenkitçiliği olsa gerektir. Bu özellik, İslam düşünce tarihinin klasik kaynaklarını ve ilim adamlarını tenkitçi bir bakış açısı ile ve haklarını teslim ederek ele almakla gerçekleşir. Haklarını teslim etmeden sadece tenkit ederek geleneği değerlendirmek büyük bir hata olduğu gibi, geleneğimizi oluşturan eser ve şahısların kusurlarını görmeden onları sadece yüceltmek de aynı ölçüde büyük bir hatadır. İşte merhum Fuat Sezgin hocamız, Buhârî’nin Kaynakları adlı kitabında işbu yöntemi tatbik etmektedir. Bu cihetle “Ankara ekolü” tabirini anlamak ve bu ekolü layıkı vechile tanımak isteyenlerin muhakkak okumaları gereken bir eserdir.
Kitabın hikâyesi şudur: Sezgin, Ebû Ubeyde Ma‘mer ibnu’l-Müsennâ’nın (ö.210) Mecâzu’l-Kur’ân adlı eserinin tenkitli neşrini hazırlarken Buhârî’nin (ö.256), meşhur hadis kitabı Sahîh’inde bu kitaptan büyük ölçüde yararlandığını ve birçok pasajı buradan kitabına aynen aldığını tespit etmiştir. Bunun üzerine “Buhârî’nin Yazılı Kaynakları” adlı bir çalışma yapma ihtiyacı hissetmiştir. Çünkü yanlışlanması gerektiğini düşündüğü önemli bir iddia vardır. Meşhur oryantalist Goldziher’in iddiasına göre İslam düşünce tarihindeki tasnif, yani yazılı eserlerin ortaya konması dönemi Buhârî’nin yaşadığı ve eserini yazdığı zamanda başlamıştır. Dolayısıyla yaklaşık bu tarih hicri 3, miladi 9. asrın yarısına tekabül etmektedir. Fuat Sezgin hocamız Buhârî’nin Kaynakları adlı çalışmasında, bu iddianın arka planı hakkında herhangi bir söz söylememektedir. Ancak burada temas etmekte yarar var. Tasnif döneminin Goldziher’in iddiasında olduğu gibi oldukça geç bir dönem olan 3. asrın yarısına ertelenmesi, tasnife konu olan bilgilerin güvenilirliği hakkında şüphe uyandıracak ve tabiri caizse “uydurulmuş masallar” muamelesi görmesine neden olacaktır. Halbuki tasnif dönemi, bu iddiadan yaklaşık bir asır öncesinde başlamış ve hatta tasnife esas teşkil eden tedvin faaliyeti daha da öncesinde başlamıştır. Goldziher’in iddiası ile vakıadaki bu uyuşmazlık, Sezgin’i Buhârî hakkında bir çalışma yapmaya sevk etmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz Mecâzu’l-Kur’ân adlı esere vukufiyetinden ötürü Buhârî’nin eserindeki pasajları tespit eden ve Buhârî’nin, yazılı kaynaklarının da olduğu tezini ispata çalışan Sezgin, bir süre sonra Buhârî’nin tüm kaynaklarının yazılı olduğunu fark etmiş ve çalışmasının başlığından “yazılı” tabirini çıkarmıştır. Buhârî’nin kaynaklarının yazılı oluşu keyfiyeti ile kitaba konu olan bilgilerin rivayet olgusu içerisinde elde edilmiş olması çelişik şeyler değildir. Rivayetin bilgi elde etmedeki fonksiyonunu anlamak için, daha önce bu mahfilde değerlendirmesi yapılan Johannes Pedersen’in İslam Dünyasında Kitabın Tarihi adlı çalışmaya bakılabilir (https://yinedergi.wordpress.com/2016/12/08/islam-dunyasinda-kitabin-tarihi/). Burada kısaca ifade edecek olursak İslam düşünce tarihinde bilginin elde edilmesi (tahammülü’l-ilm), semâ’dan (bizzat kaynağından dinleme) vicâde’ye (bilgiyi sadece yazılı bir kaynakta bulma) uzanan bir sınıflandırma içinde sistemleştirilen farklı yollarla gerçekleşmektedir. Bu sınıflandırmada semâ’, bilginin en üst düzeydeki elde edilme şeklini ifade eder ve kaynak şahıstan bizzat dinleme anlamına gelir. Bugünün şartlarında dahi semâ’ın kıymeti takdir edilebilecek bir şeydir. Buhârî’den önce ve sonraki asırlarda da geçerliliğini koruyan semâ’ yöntemi, aktarılan bilgiden emin olunmasını sağlama açısından önemlidir. Başka bir deyişle ilim talep eden insanlar, Buhârî’den çok sonraki asırlarda dahi ellerinde yazılı halde bulunan metinleri yine de semâ’ ile elde etmiş ve kendisinden sonrakilere böyle aktarmışlardır. Dolayısıyla bilginin, semâ’ ile elde edilmesi onun yazılı kaynaktan alınmadığı anlamına gelmemektedir. Üstelik tahammülü’l-ilm’in tek çeşidi de semâ’ değildir ve yukarıda bahsettiğimiz vicâde yönteminde olduğu gibi bilgiyi, sadece yazılı kaynakta bularak almak da söz konusudur. Fuat Sezgin hocamızın kitabında farklı örnekler üzerinden ispat ettiği gibi Buhârî’nin kendisi de vicâde yöntemini kullanmış ve Sahîh’inde bu yolla bilgi aktarmıştır.
Fuat Sezgin’in hakkaniyetli cevapları, sadece oryantalistlere değil, kendi geleneğimizin ilim adamlarına yönelik de doyurucu niteliktedir. Onun, Buhârî hakkında “isnadın otoritesine ilk başkaldırıyı yapan” nitelemesi, yine bu kitapta aktarılan Bâkıllânî, Kirmânî, ‘Aynî gibi klasik dönem ilim adamlarının Buhârî hakkındaki eleştirileriyle beraber okunmasa yüceltmeci anlayışa sahip bazı çağdaş araştırmacılarca şüphesiz cüretkâr addedilirdi. Oysa hicrî 9. asır Hanefî ricâlinden ve Sahîh’in şârihlerinden ‘Aynî’nin, Buhârî için “taklit afetine tutulmak” eleştirisini yine bu kitapta okumamızı sağlayan Fuat Sezgin’dir. Öte yandan aynı Fuat Sezgin, Buhârî’nin kaynakları hakkında en çok bilgiye ulaştığı kitap olan Ta‘lîku’t-Ta‘lîk sahibi İbn Hacer için kadirşinas ifadeler kullanırken, yine aynı İbn Hacer’i, Buhârî’yi her türlü kusurdan koruma çabası içinde bocalamalarından ötürü eleştirebilmektedir. Akademik açıdan tatminkâr olan bu tür sayısız değerlendirmeyi Fuat Sezgin hocanın nefis Türkçesi ile okumak kitaba ayrı bir değer katmaktadır. Merhum hocamızın üsluptaki zerafetini de bu vesileyle dile getirmek gerekir.
Buhârî’nin Kaynakları’nın benim de okuduğum Kitâbiyât neşrinde, yine Ankara İlahiyat öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ali Dere hocamızın önemli katkıları bulunmaktadır. Fuat Sezgin’in, klasik literatürümüzü konu alan meşhur eseri GAS’ın “hadis ilmine giriş” bölümünü bu neşir için Almancasından çeviren Ali Dere, kitabın temel tezlerinin muhtasar şekilde okuyucuya ulaşmasını sağlamıştır. Yeri gelmişken kitabın içerik yapılanması hakkında da kısaca bilgi verebiliriz. Kitabın yaklaşık 90 sayfalık ilk bölümü, temel tezlerin genişçe ele alındığı esas bölümdür. Burada Sezgin, Buhârî’nin kaynaklarının yazılı oluşu keyfiyetini, eskilerin tabiriyle arîz-amîk ele almaktadır. Yaklaşık 40 sayfalık ikinci bölümde Buhârî’nin, Sahîh’indeki Kitâbu’t-Tefsîr bölümünde yararlandığı Ebû Ubeyde başta olmak üzere filolojik kaynakları incelemektedir. Yaklaşık 30 sayfalık son bölümde ise Buhârî’nin Sahîh’ini bize ulaştıran rivayetleri incelemektedir. Dolayısıyla kitabın tamamını okumaya vakti olmayanlar için bilhassa ilk bölümün önemli olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Son olarak bir temenni ile yazıyı bitirmek istiyorum. Fuat Sezgin hocamızın Buhârî örneğinden yola çıkarak sistemleştirdiği yöntem, henüz elimizde yazma nüshası olmayan ve olmadığı için de tahkikli neşirleriyle okuyucusuna ulaşamayan erken dönem eserlerin en azından belli bölümleriyle metin halinde ortaya çıkmasını sağlayabilir. Bunun için yapılması gereken şey, Fuat Sezgin’in şematik olarak dahi ayrıntılarıyla gösterdiği yöntemini diğer erken dönem eserlerine de uygulayacak bir projenin geliştirilmesidir. Böyle bir proje, özellikle hicrî 2. asırda üretilen eserlerin kısmen de olsa gün yüzüne çıkarılmasını sağlar ve bu vesileyle İslam düşünce tarihinin aydınlatılması noktasında eşsiz bir adım atılmış olur.
Allah, merhum Fuat Sezgin hocamızın gayretini örnek alan Müslüman ilim adamlarının sayısını artırsın…
Yazın için teşekkür ederiz.
Fuat Sezgin hocadan başlayacak olursam, Türkiye şartlarında değerli şahsiyetlerin kıymetleri genel olarak öldüklerinden sonra anlaşılır önermesinden kılpayı kurtulmuş olması beni sevindirmişti. Hakkında yapılan bir belgeseli izledikten sonra hayran olduğum hoca, beni en çok çalışma azmi ve ihlası ile etkilemişti.
Kitaba gelecek olursam kitabı okuyunca Ankara İlahiyat’taki hadis hocalarımızın bize şiddetle tavsiye ettikleri bu kitabı, akademik araştırma isteği olan bütün disiplinlerdeki arkadaşlara şiddetle tavsiye edebileceğimi söyleyebilirim. Benim dikkatimi en çok çeken husus İslam’ın ilk dönem alimlerinin her konudaki fikirlerini ve bilgilerini usanmadan yazdıklarını müşahade etmem oldu.
Akademik bir çalışmanın ulaşacağı boyutlar açısından hocanın koyduğu çıta yüksekliği her nekadar ulaşılmaz gelse de ihtiyaç olunan tek şeyin adanmışlık olduğunu söyleyebiliriz.