Endülüslü Âdil, Nijer Kitabı, Akif Yayınları, İstanbul 2018.
Afrika’da Nijerya’dan ayrı olarak Nijer adında bir ülkenin olduğunu yanlış hatırlamıyorsam üniversite çağlarımda öğrenmiştim. O tarihler, Türkiye’nin bir devlet politikası olarak özelde Afrika, genelde ise bütün bir dünya sathında sosyal yardımlarının artmaya başladığı zamanlardı. Şüphesiz bazı STK’lar devletten çok önceleri buralara yardım ulaştırıyorlardı; ancak bir işe devlet el attığında, en azından mesele daha bir görünür hale geliyor ve bu da insanların ilgilerinin artmasını sağlıyordu. Zannediyorum bugün Türkiye’de birçok kişi, daha önce belki adını bile duymadığı ülkelere kurban yardımı gönderiyor, su kuyusu açtırıyor, oradaki yetimlere elinden geldiğince sahip çıkmaya çalışıyor.
Elimizdeki kitap, sivil bir girişimle Afrika için organize edilen sosyal yardımların vesile olduğu bir çeşit seyahatname ya da hatıra kitabı. Kitabın yazarı Endülüslü Âdil, bir derneğin yetkilisi olarak Nijer’e gitmiş ve dört-beş yıl orada kaldıktan sonra izlenimlerini bu kitapla okuyucuya sunmuş. Kitabın öne çıkan özelliklerinden bahsetmeden evvel söylemeliyim ki böylesine uzun bir tarih aralığında edinilen tecrübenin yazıya dökülmesi ve okuyucu ile paylaşılması dahi çok kıymetlidir. Zira yazarın izlenimleri, Nijer hakkında tabiri caizse birinci elden bilgi edinmemizi sağlıyor. Hele hele bu kitapta olduğu gibi üslup da okuyucuyu saran bir niteliğe sahipse sanki yazar gibi siz de oralarda gezmiş, görmüş hissediyorsunuz. Dolayısıyla “yerinde gözlem”le ortaya çıkan bu metin, özelde Nijer genelde ise Afrika hakkında mühim bir bilgi kaynağıdır aynı zamanda. Üstelik Türkçe literatürde Nijer’e tahsis edilen hiçbir kitabın olmadığı düşünüldüğünde yazarın bu emeği daha bir değerli hale gelmektedir.
Üsluptan başlayacak olursam yazar, zannediyorum çağdaş çalışmalarda daha önce pek denenmemiş bir söylem tarzı geliştirmiş kitapta. Kitabın sonuna konan, ama giriş mahiyetinde açıklamalara yer verilen bölümde şöyle diyor: “Dil ve üslup hususunda Yunus Emre ve Dede Korkut dönemi Türkçesini aradığımı söyleyebilirim… [kitap,] Batı tesirinde gelişen Türk Edebiyatına; yerli ve milli bir nefha olma arzusundadır.” (s.202) Kısaca kitap, deyim yerindeyse eski Türkçe ile yazılmış. Her ne kadar uzman gözüyle bakıldığında birçok uyuşmazlık fark edilse de üslubun rahatsız etmediğini, aksine yukarıda ifade ettiğim gibi kendisini zevkle okuttuğunu söyleyebilirim.
Kitabın üslubunda teknik özelliğinin dışında ayrıca iki husus dikkat çekiyor: zekice söylem ve hikmetli söylem. Zekice söylemden kastım, yazarın ince zekâsının mahsulü değerlendirmeleridir. Bu satırları okuduğunuzda –ki kitapta epey bir yerde dikkat çekiyor- gülümsemeden edemiyorsunuz. Örnek kabilinden Afrikalıların, farklı tonlarda siyah tenli oluşları ile ilgili satırları aktarmak isterim: “Başka bir gün o karaca kulla bir başka meclisteyiz. Yanımıza başka bir yiğit geldi. Bunun karası, şol karaca kuldan dahi koyu idi. Bir daha şaşıruben, “Ya Rab! Bundan daha kara bir renk olur mu acep” diye içimden sual eyledim. Gördüm ki onun sakalları daha karadır.” (s.14) Hikmetli söylemden kastım ise yazarın, tasavvufî bir gelenekten beslenmiş olmasından naşi az söz ile çok manalar ifade edebilmesidir. “Hakk’a aklı teslim olana Müslüman, gönlü teslim olana mümin derler” (s.64), “Gayret eden devlet bulur. Adalet eden ömürlü olur.” (s.65), “Hak Nebi Sünneti, erenler edebi ile yetişmiş bir milletiz.” (s.92) gibi cümleler hikmetli söz söyleme tarzına örnek verilebilir.
Kitap, içeriği bakımından Afrika’yı ve Nijer’i kafi miktarda tanıtıcı bilgiler içeriyor. Bir defa yazar, Afrikalıların düşünme tarzını çepeçevre kuşatmış olan sömürülme duygusunu hem tarihî hem sosyal temellerini de ele alarak dikkatle incelemiş. Kitapta müstakil bir bölüm olarak üçüncü sırada yer verilen sömürgeciliğin, Afrika’da nelere sebep olduğu çarpıcı örneklerle ifade ediliyor. Sömürü düzeninin, Afrika’yı ne hale getirdiğini daha iyi anlamak için ise Müslümanları merkeze alan bir dünya tarihi okuması ikinci bölümde denenmiş. Şahsen bu bölümün de faydalı olduğu kanaatindeyim, zira böylesine panaromik bir okuma yapma imkanı herkese nasip olmayabilir. Afrika’yı, dünya ölçeğinde tanımak şüphesiz daha etkili ve kalıcı bir yoldur.
Kitap okunduğunda sömürü düzeninin, Afrika’da yol açtığı iki büyük sorun olduğu anlaşılıyor: açlık ve güvensizlik. Bu durum bana Kur’ân’dan Kureyş Suresi’ni hatırlattı. Malum surede Allah, Kureyş kabilesini açlıktan koruduğu ve korkudan emin kıldığı için onlardan şükür beklemektedir. Gerçekten de bu iki sorunun giderilmesi, toplumun belinin bükülmemesi için hayati bir öneme sahip. Yazar, kitapta birçok yerde Nijerlilerin temel besin maddelerine ve suya yeteri kadar ulaşamamaktan ötürü çektikleri sıkıntılardan bahsediyor ve manen de olsa defaatle zikrediyor: “İnsanın karnı aç olunca nasıl düşünsün?” (s.119). Öte yandan sorunların aşılması noktasında en temel ihtiyacın eğitim olduğunu da sık sık hatırlatıyor: “Buralarda talim-tedrise yardım edenler, bu diyarların yarınlarını kurtarırlar.” (s.147)
Nijerlilerin kabileleri, yeme-içme kültürleri ve adetleri, Nijer’i meydana getiren coğrafya ve yer altı-yer üstü zenginlikleri, Türkiye’nin sosyal yardımlar vesilesiyle Afrikalılar nezdindeki kıymetli mevkii, Çin’in Afrika üzerinde artan etkisi, Şiilerin ve Vehhabilerin propaganda faaliyetleri kitapta yer verilen önemli konular olarak içerikte dikkat çekiyor.
Son olarak kitabın başına bir içindekiler şemasının konması ve tashih açısından metnin gözden geçirilmesi, ikinci baskısını kısa zamanda yapabileceğini düşündüğümüz bu değerli çalışmanın ufak eksiklikleri olarak dile getirilebilir.
kitabı bitirdiğimde zihnimde yeşeren ilk düşünce kitabın fransızcasının da mutlaka yayınlamasının gerekliliği idi. kitapta su kuyularının öneminden bahseden bölümlerden mülhem bu kitabın fransızcasının nijer coğrafyasında bulunmasının tabiri caiz ise on su kuyusu değerinde olduğunu düşünüyorum. o coğrafyada bulunan insanların tarafını tutan biri tarafından yapılan gözlemler, eleştiriler ve onlar için hissedilen hüzün, büyük bir farkındalık oluşturabilir. Tabi, nijer’de böyle bir geleneğin olup olmadığını bilmiyoruz fakat kitapta anlatılanlardan hareketle zihin dünyalarında sömürülmenin ne kadar kötü olduğunun farkında olmadıkları kanaati uyanıyor.
kitabın kat edeceği mesafe açısından bunları belirttikten sonra üslubun değişik geldiğini söyleyebilirim. Türkçe’yi eski dönemlerdeki gibi kullanmak bunu kitabın tamamına yedirmek güzel bir ayrıntı;bununla birlikte modern dünyanın terimlerinin kullanılmak zorunda olunduğu bölümlerde zaman zaman üslup kaymalarına kapı açıldığı söylenebilir.
zaman zaman esprili ama genel olarak hüzün verici bir havası var kitabın. hele ömrü boyunca bir bardak temiz soğuk su içmeyenlerin var olduğunu bilmek insanı yaşamdan soğutsa da bu yaşantıların farkında olmamızı sağladığı için yazara teşekkür etmek gerekir.
kitap yurtdışı deneyimi yaşayacaklar açısından da bir rehber kitabı olabilir. yurtdışına çıkan birinin iklim, ulaşım, sağlık, yemek vs. alanlarda hangi zorluklarla karşılaşabileceği çok güzel biçimde aktarılmış. ez cümle böyle bir kitabı okuduğum ve yazarını tanıdığım için kendimi bahtiyar addediyorum.