Dünya Tarihini Yazmaya Asr Suresinden Başlamak


İnne’l- insane lefi husr…

Asr’a yemin olsun.. Muhakkak insan hüsrandadır. İllâ iman edenler, salih amel işleyenler, birbirine Hakk’ı tavsiye edenler ve birbirine sabrı tavsiye edenler varya.. onlar başka.

Bu üç ayete kulak verip nazar atfettiğimizde görürüz ki önce zaman var. Ve zamanın içinde insan. İnsanlığın büyük kısmı kayıpta. Kurtuluşa eren az bir istisna. Çünkü istisna tümden bir parçayı çıkarmak üzere yapılır. Yani ‘insanlar kurtulmuştur, ancak kafir olan, kötü ameller işleyenler ve birbirini zulme teşvik edenler müstesna’ denmediği gayet açık. Öyleyse bazı zihni kalıplarımızı gözden geçirelim.

İnne’l- insane lekefûrun mubîn…

Adem aleyhisselamdan bu yana insanlık iyiye gitmiyor, kötüye gidiyor. Bu insanlık dediğmiz canavar önüne gelen salih kulları ve peygamberleri yakıp yutmaktan perva etmiyor. Dağları saraya çeviriyor, kulelerle göğe değiyor ama kime ne fayda? Cehenneme doğru hızla akıp gidiyor. Ormanları kundaklıyor, harsı ve nesli helak ediyor, kıyameti kendine yakınlaştırdıkça yakınlaştırıyor.

Buna bir dur demek, bahtiyar kullarını bu girdaptan kurtarmak ve karanlığı delmek üzere göklerin ve yerin Nuru Allah, Adem (as) balçıkla beden arasındayken yarattığı Nur-ı Muhammedî’nin mücessem sureti olan en sevdiği kulunu elinde Nur’la gönderiyor. İşte tarih burada başlıyor.

Fuat Köprülü “tarihçiler yalnız ortaçağla uğraşanlardır, ilkçağ arkeolojidir, yeniçağ gazete koleksiyonu karıştırmaktır” der. Ortaçağın kavimler göçüyle başladığı tezi de pek çok tarihçi tarafından gerçekçi bulunmaz. Gerçek şu ki tarih, müslümanların başta Kuran-ı kerim olmak üzere hadisi şerifleri, ilmi çalışmaları ve önemli mektuplaşmaları yazı aracılığıyla zaptetmeleri ve bunların altına ay düşmeleri neticesinde oluşmuş nakil kültürünün meyvesi olarak var olabilmiştir. Fahr-ı kainatın hicretiyle takvim başlamıştır. Dolayısıyla hicretten önce vuku bulduğu iddia edilen herşey meşkuk durumdadır. Bunu fazla iddialı bulan, bugün gerçekten miladi 2018 yılında olup olmadığımızı sorgulamakla işe başlayabilir. Nitekim İsa’nın (bu bizim bildiğimiz Hz. İsa mı, yoksa tanrı mı, yoksa başka bir isa mı bilinmez) doğuş tarihinin bilinenden farklı olduğu bizzat vatikan tarafından itiraf edilmiştir. Historya kelimesinin esatirle akrabalığı da batılıların tarih algısının gerçekle bağı olmadığını gösteren bir işaret olarak bu işin cabası mahiyetinde önümüzde duruyor.

Tarihin başlaması aynı zamanda mükerrem olan insana da dünyada yaşamaya yaraşır bir alan açtı. Daru’l-islam olan yer daru’s-selamdı. Bir yanda ahiretin mezraası olan bir dünya, diğer yanda kafirlerin cenneti müminlerin zindanı olan dünya. Bu ikisinin tenakuzu ve çarpışmasından ibarettir dünya tarihi.

İnne’l-insane lezalûmun keffâr…

Müminlerin kafirlerle bir alıp veremediği yok aslında. Tek istedikleri Allah’ın kendilerine güzel gösterdiğinin herkesçe güzel görünmesi. Bu saikle kıtaları aştılar. Ne var ki Allah kıyamete kadar şeytana mühlet tanımıştı. Kafirlerin ileri gelenleri gidişattan memnun değildi. Dünyanın zindan olmasına, elleri altındaki kölelerin Allah’a kul olmasına tahammülleri yoktu. Çünkü ahirete inanacak kadar enayi (!) değillerdi. Bu itibarla İslam’ı kendi hükümranlıkları için en büyük tehdit saydılar ve topyekûn savaş açtılar. Seferler birbirini kovaladı.

Kendilerine topyekûn savaş açıldığında topyekûn mukabele etme emrini işiten Müslümanlar bu emre itaat ettikleri kadar var olabildiler. Fakat şeytanın sadece kafirlerle iş tutmak gibi bir niyeti hiç olmadı. Cihadı sevimsiz gösterdi Müslümanlara. Onun yerine cami yapmayı telkin etti. Müslümanlar gevşedi. Cihadı terk ettikçe dünyayı güzel görmeye başladı. Dünyayı güzel gördükçe sinesini küfre açtı.

İnne’l- insane hulika helûa…

Endülüslü Müslümanlardan bazıları İslam topraklarına göç etmeye zorlandıklarında vardıkları yerin çok da güzel olmadığını belirtip küfür diyarına dönme istidasında bulundu. Kendisine hayır dokununca pinti kesilen insan, kendisine bir şer dokununca feryat figan etmekte hiç gecikmedi.

Müslümanlar içinde cihadı reddeden ve kalpleri marazlı kimseler ortaya çıkınca Allah da kendisini seven ve kendi yolunda cihad etmekte tereddüt göstermeyen bir topluluğu tarih sahnesine çıkardı. Türkler haçlı seferlerini göğüsledi. Mekke, Medine ve Kudüs’e asırlar boyunca emin beldeler olarak kalmasını sağlamakla sahip çıktı. Bununla kalmayıp küffarın üzerine yürüdü. İstanbul’un fethi tarihin adeta zirve noktasıydı.

İnne’l- insane lirabbihi lekenûd…

Zirvede durmak ne mümkün. Nankör insan kendisine verilen nimetleri hor görmeye başladı. Kıymet bilmedi. Şatafata meyletti.

Bu noktadan sonra şeytan en büyük hilesini sahaya sürdü. Yani kendisinin var olmadığına dünyayı ikna etme yoluna tevessül etti. Müslümanların karşısında bir küfür alemi yoktu artık. Sadece daha üstün ve ulaşılması gereken bir batı olarak sundu kendini Müslümanlara. Bu minvalde bütün hakikatlerin üstü örtüldü. Kavramlar tersyüz edildi. Eşitlik geldi. İslam dinlerden bir din olarak kalplere hapsedildi. Müminlere karşı şefkatli kafirlere karşı şiddetli karakter yara aldı. Türkler tarihten silinme noktasına geldi.

İnne’l- insane leyetğa

Son bir gayretle ayakta kalmayı başaran müslümanlar, kendini gizleyen şeytanın farkına varacak mı? Yoksa azıp sapmış yöneticilerin müstağni tavırlarına aldanıp kendisine bilmediğini öğreten Allah’ı unutacak mı? Alman iktisatçı Fritz Neumark’ın “Türkler pek farkında değil ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındadır: Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye birşey kalmaz. ” dediği rivayet edilir. Bu sözden bağımsız düşünemeyeceğimiz fikir ise Fukuyama’nın tarihin sonu tezidir. Tarihin sonu ancak müslümanlar dünya tarihini yazmaya asr suresinden başladıkları takdirde engellenebilir. Batının historisine referansla değil.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s