ŞehbenderzâdeFilibeli Ahmed Hilmi, Allah’ı İnkar Mümkün Müdür? Yâhûd Huzur-ı Fende Mesâlik-i Küfür [Felsefe-i mâ-fevka’t-tabi‘a mebâhisi], Kostantiniyye, Hikmet, Matbaa-i İslamiyye, 1327.
Son dönem Osmanlı düşüncesini siyasi gidişata paralel biçimde okumak, o dönemde üretilen külliyatın küçümsenmesine hatta yok sayılmasına neden olmaktadır. Bir başka ifadeyle siyasi, iktisadi ve askeri alandaki çöküş, tüm sahalara teşmil edilerek ilmi ve kültürel alanda da ciddi bir gerilemenin yaşandığı sonucuna varılmaktadır. Ne var ki o döneme tutarlı ve bütünlüklü bir nazarla bakılsa siyasi ve sosyal konularda yaşanılan tıkanıklığı aşmak için düşünsel olarak büyük bir çaba sarf edildiği ve canlı, üretken ve dinamik bir fikir vasatının teşekkül ettiği görülebilir. Bu minvalde Osmanlı’nın son dönem düşünürlerinden Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin (1865-1914) muhtelif alanlarda telif ettiği nitelikli eserler bu vasatın örneklerindendir. Bu örneklerin en parlaklarından biri sayılabilecek, Filibeli’nin, özellikle Allah’ı İnkar Mümkün Müdür?[1] adlı eseri, son yüzyıl Osmanlı aydınlarının meşgul olduğu din, bilim ve felsefe meselelerini büyük bir özgüven ve ciddiyetle ele almaktadır.
İçeriğinden tamamlanmamış olduğu ve tam bir sistematik kurguya sahip olmadığı çıkarsanabilecek Allah’ı İnkar Mümkün Müdür? adlı eserin konularını, “okuyucularla hasbihal” adını verdiği giriş kısmıyla birlikte iki ana bölüme tasnif etmemiz mümkün gözükmektedir,“Okuyucularla Hasbihal” kısmında Ahmed Hilmi tüm içtenliği ve samimiyetiyle genel İslam coğrafyası açısından dönemin özetini sunar. O, Müslümanların içinde bulunduğu şartların farkındadır; nitekim Osmanlı sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan sarsıntılar geçirmektedir ve devlet yıkılma tehlikesiyle yüzyüzedir. Ona göre devletin yıkılma tehlikesiyle karşılaşmasına neden olan etkenler, Avrupa’daki gelişmelerin farkına geç varılması ve gelişmeyle ilerlemenin motor gücünü üstlenecek kurumlardaki değişimlerin yüzeysel kalmasıdır. Batı’daki gelişmelere karşın devletin geleneksel kurumlarını ıslah etme yerine koruma içgüdüsüyle herhangi bir yenilenmeye ve değişime gitmemesi, en hafif tabirle devlet içerisindeki çürümeyi yansıtacak basit işaretlerden biridir.
Filibeli’nin muzdarip olduğu sorunlardan biri de toplum ve ilim dünyasının gidişatındaki yalpalamalardır. Toplumun selameti için alınmasını şiddetle tavsiye ettiği ilk tedbir; toplumu oluşturan bireylere vicdan, düşünme ve din özgürlüğünün temin edilmesidir. Ona göre bireyin vicdan hürriyetinden mahrum bırakılması, toplumdaki bozuklukların temel nedenini teşkil eder. Kişiye vicdan hürriyetinin, düşündüğünü özgürce ifade edebilme imkanının sağlanması; iyiye de kötüye de yönelik düşüncelerini serdedebilme özgürlüğünün önünü açmaktadır. Kötülük ve ahlaksızlık için kullanılan ifade özgürlüğünün önüne geçilebilmesinin yegane yolu ve yordamı ise baskı ve istibdat uygulamak değil, fikre karşı ancak fikirle mücadele edilmesinin salık verilmesidir.
Filibeli’ye göre dönemin Osmanlı düşüncesini istila eden fikir ve ideolojilerle mücadele etmek için gerekli olan diğer bir yol da metot ve “vesail”de teceddüde gidilmesidir. Çağlar öncesinde kalan usullerle yeni fikir ve akımlara karşı inanç ve itikadın korunması, artık mümkün gözükmemektedir. Çünkü inançsızlığın pozitivizm ve materyalizm gibi yeni biçimlerine karşı eski usullerle cevaplar üretmeye çalışmak, yeni neslin problemlerini çözmede yetersiz ve güdük kalmaktadır. Dolayısıyla fikir, düşünce ve inançların muhtevasında değil söylem tarzını oluşturan usullerde yenilenmeye gidilmesi kaçınılmazdır. Bu açıdan bakıldığında Filibeli kelamda yenilik taraftarlarının öncülerinden sayılabilir.
Birinci bölümde Filibeli benimsediği ilkeler çerçevesinde geçmişten yaşadığı döneme kadar gelen felsefe ve bilim alanında inkar mesleklerine karşı yeni metotlarla inancın savunusunu yapar. Ona göre bizatihi ne felsefe ne de bilim Allah’ı inkara götürmede aracı olur. Bilakis Allah inancı, felsefe ve bilimin temelsiz kalmaması için zorunludur. Filozof ve bilim adamlarının bu temeli gördükleri halde inkarda ısrar etmelerinin nedeni, felsefe ve bilimin hakikatlerinin inkarı icap ve intaç etmesi değil, bu gerçeklerin tahrif edilerek inkar niyet ve amaçları doğrultusunda kullanılmasıdır.
Bu doğrultuda öncelikle felsefeyi ele alır ve kadim dönemlerdeki küfür çeşitlerini ve buna neden olan etkenleri inceler. İncelemesinde önem verdiği noktaların başında inançsızlığa sebep olan felsefi akımlarla inkara götürüp götürmemede nötr kalan akımların arasının tefrik edilmesi vardır. Bu ayrımı yapmasındaki temel amaç, bütün felsefi ekollerin inançsızlığa neden olacağı zehabına kapılarak onlardan görülecek faydanın terk edilmesinin önüne geçmektir.
Felsefe sahasında inançsızlığa neden olan ve olmayan ekolleri ele aldıktan sonra bölümün devamında bilimin Allah’ın varlığını inkar etmek için gerekçe teşkil edip etmeyeceğini tartışır. O, bilimin bu noktada tarafsız olduğunu vurgular ve birtakım düşünce, niyet ve amaçlara alet edilmesine şiddetle karşı çıkar. Bu doğrultuda eleştiri oklarının hedefindeki kişi, yazdığı eserlerle hem Osmanlı’yı hem de Batı’yı tesiri altına alan bilimi, çıkarları ve düşünceleri için kullanan Ernst Haeckel’dır. Haeckel’ın birtakım bilimsel çarpıtmalara başvurarak hakikat kisvesi altında inançsızlık fikrini yayma girişimlerini ifşa eder. Bu alanda çalışmalar yapan farklı bilim adamlarının görüşlerine de atıflar yaparak Haeckel’ın bilimsel anlamda nasıl çarpıtmalar yaptığını ve zayıf bir kişilik olduğunu gözler önüne serer. Sonuç olarak, hem felsefi hem de bilimsel alanda vuku bulan gelişmelerin tümüyle Allah’ı inkara mesnet oluşturamayacağı sonucuna ulaşır.
İkinci bölüm ise vahdet-i vücut nazariyesi özelinde İslam tasavvuf anlayışına ve İslam’ın zaman içerisinde ruh hakkında ortaya koyduğu görüşlere tahsis edilmektedir. Filibeli’nin belki de kitabın sistematiğinden koparak müstakil olarak vahdet-i vücuda ve ruha bir bölüm ayırmasının nedenlerine özel olarak değinmek icap eder. En temel neden, zımnen de olsa genelde insanlığın yaşadığı, özelde o dönem Avrupa’sının ve modernleşme sancıları çeken Osmanlı’nın yaşadığı varlık sorununun, İslam düşünce geleneğinin kendi içerisinden ürettiği vahdet-i vücut anlayışıyla aşılabileceğine duyduğu inançtır. Ruh hakkında özel bir bahis açmasının nedeni ise o dönem Batı’da ruhun beden gibi canlı bir organizma olduğuna, bedenle birlikte yok olacağına dair iddiaların revaç buluyor olmasıdır. Ruhu bedenin bir salınımı olarak gören bu anlayış; ruh ile bedenin ömrünü yaşanılan hayatla sınırlı tutmaktadır. Buna mukabil Filibeli ruhun varlığını Müslümanlar’ın ahiret inancını temellendiren konular arasında görür. İbn Arabi ve Gazzali’nin ruh hakkındaki fikirlerine başvurarak bu tür iddiaları çürütme yoluna gider, onların görüşlerinden hareketle ruhun varlığını ve ilahi menşeli olduğunu ispat etmeye koyulur. Müslümanlar açısından bakıldığında son dönemde özellikle ruhun varlığının ispatına çalışılması, ruhun varlığına yönelik eleştirilerin bertaraf edilme çabaları içerisine girilmesi; ruhta ilahi bir veçhenin bulunmasına inanılmasından kaynaklanır. Bu ilahi veçhe sayesinde inananların ahiret inancı daha da kuvvetli hale geleceğinden Filibeli insandaki ruhî yönün kesinlikle ihmal edilmemesi gerektiği kanaatindedir.
Ezcümle Filibeli’nin eseri, günümüzden yüzyıl önce kaleme alınmış olsa da tartıştığımız aktüel sorunların kökenlerine ve sebeplerine ışık tutması ve bu sorunların muhtemel çözüm yollarını göstermesi açısından halen güncelliğini ve değerini muhafaza etmektedir. Bu açıdan yukarıda ifade edilen son dönem Osmanlı düşünürlerine ve düşüncesine yöneltilen menfi bakış açısının haksızlığını muhtevasıyla nakzeden bir metin olarak okuyucunun istifade edebileceği bir eser hüviyetindedir.
[1]ŞehbenderzadeFilibeli Ahmed Hilmi,Allah’ı İnkar Mümkün Müdür? YâhûdHuzûr-ı Fende Mesâlik-i Küfür [Felsefe-i Mâ-fevka’t-tabî‘aMebâhisi].
Yazı, Filibeli’ye dair müspet kanaatlerimi pekiştirdi. Zira Genel Tarih ve İslam Tarihi bağlamında üstattan istifade etmiştim. Yazıda bahsedilen dönem şartları hususu Filibeli’nin bahsettiğim alanlardaki eserlerine yansımış. Fakat bazı çağdaşlarının aksine kendi iç dinamiklerinden ve bu dinamiğin hakikat telakkilerinden hareket ederek düşünce dünyasını şekillendirmesi, hatta bu temelleri ötekine karşıt olarak kullanmış olması onu farklı kılıyor.
Enver Hocam, sağ olun. İyi ki haberdâr ettiniz.