İbn Sina ve Aristotelesçi Sol
Yazan: Ernst Bloch
Çeviren: Tanıl Bora
“Felsefe tarihi”nin nasıl okunması gerektiği, felsefi düşüncenin en önemli sorunlarından biridir. Felsefe tarihi bu noktada iki temel soru/n ile karşı karşıyadır: Bunlardan ilki, felsefe tarihinin bir yönüyle felsefi düşünceyi ilgilendirmesi; diğeri, tarihin mevzusu olmasıdır. Her iki durumda da felsefe tarihi bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani “felsefe tarihi” ilke değil konudur. Konu olmak ise bir şeye nispet ile dayanaklandırılır. Konunun anlamı ve değeri nispete göre çeşitli anlam yüklerini beraberinde sürüklemektedir.
“Felsefe tarihi”ni felsefi düşüncenin parçası olarak gören yaklaşım felsefi düşünceyi ilke; felsefe tarihini ise konu yapmaktadır. Bu yaklaşım tüm felsefe tarihi serüvenini bütüncül olarak görmekte ve böylece tüm felsefe tarihini, filozofları ve felsefi akımları, felsefeden hareketle belirlemektedir. Bu perspektifin temel özelliği ise konuyu tümelleştirmesidir. Tümelleştirme ise -kendi doğasından kaynaklı- konuyu zaman, mekan ve tikel özelliklerinden arındırmaya neden olmaktadır. Bu yaklaşımın temel problemi; konuyu -felsefe tarihi özelinde- perspektif sahibi akıma veya kişiye göre dönüştürmesidir. Yani bir tür wiggism[1]’e yol açmaktadır. Örnek nevinden, İbn Sînâ’nın natüralist ve materyalist bir felsefi görüşe yakın olduğunu iddia etmek, verilebilir.
“Felsefe tarihi”ni tarihin bir parçası olarak gören yaklaşım ise tarihi ilke; felsefe tarihini konu yapmaktadır. Bu yaklaşım felsefe tarihini zaman ve mekan bağlamında ele almıştır. Felsefe tarihindeki filozoflar ve akımlar kendi zaman ve mekanlarında bir anlam ifade etmektedirler. Günümüzde bunların önemi ikincil derecede kabule mazhardır. Böylelikle zaman ve mekan değiştiğinde felsefi görüşlerin ilke, mevzu, mebâdîsi (amacı) da değişmektedir: Filozofları ve akımları kendi zaman ve mekan örgülerini dikkate alarak çözümleyebiliriz. Bu anlayışın paradoksu, böylesi bir çözümlemenin felsefi anlamda yeterli bir çaba olarak isimlendirilip isimlendirilemeyeceğidir. Herhangi bir filozofun veya felsefi akımın yaşadığımız dünyadaki aksinin ne olduğu, bu yaklaşım bağlamında cevapsız kalmaktadır.
Bloch’un eserini yukarıda bahsi geçen iki yaklaşım çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır: Bloch, her iki yaklaşımın metodunu yer yer kullanmaktadır; fakat, yöntem değil de ilke bağlamında Bloch’un tavrına baktığımızda onun, “felsefe tarihi”ni felsefi düşüncenin parçası şeklinde gördüğü söylenebilir. Bloch, felsefe tarihinden hareketle yeni bir felsefe tarihi inşasına girişmektedir. Bu bağlamda filozofları ve kavramları kendi felsefi perspektifinden hareketle yeniden bir inşaya tabi tutmaktadır. Bloch, bu eserinde kendi perspektifine uygun herhangi bir kavramı ve filozofu kullanmaktan çekinmemiştir.
Benim için Bloch’un eserini önemli kılan unsur; filozofların düşüncelerinin yeniden nasıl anlamlandırıldığı ve dönüştürüldüğüdür. Çünkü yazılan her bir eser bir yönüyle tarihe karışmıştır; ama o eseri bizim için veya felsefe için anlamlı ve değerli kılan şey nedir? Bu eserleri unutulmaktan, değersizleştirmekten kurtaran, bunları yeniden anlamlandıran kişi midir, yoksa o eserler kendinde/özünde değer taşımakta mıdır? Şahsi kanaatim her iki ihtimalin de eserlere anlam verdiğidir; fakat Bloch’un bu eserinin dikkatimi çekmesinin asıl nedeni, anlamlandırma ve dönüştürme faaliyetinin pratik uygulamasını görmüş olmama dayanıyor. Bu meyanda eserde -İbn Sînâ ya da Aristoteles’e dair pek çok eleştirimi saklı tutmakla birlikte- odaklandığım ana husus tikel yanlışları bulmak değil; anlamlandırma ve dönüşümlerin temel saiklerini yakalamaktır. Çünkü bu noktayı derk etmek ve çözümlemek felsefe tarihindeki herhangi bir kavram ve filozofu yeni, fakat farklı bir perspektifle yeniden anlamlandırma imkanı sunmaktadır.
Bloch’un eseri on üç bölümden oluşuyor. Yazar, eserinde kavramsal örgüleri Aristoteles, Aristoteles şarihleri, ortaçağ düşünürleri ve Spinoza gibi filozoflardan hareketle yeniden kuruyor. Yazar, Aristoteles şarihi olarak İbn Sînâ’ya ayrı bir önem atfetmektedir; o bu yüzden kitapta başkarakterdir.
Ernst Bloch kendini bir filozof olarak görüp İbn Sînâ’ya yönelmiştir. Bu bağlamda filozof olmak ne anlam ifade etmektedir? Bloch’a göre filozof kendi tarihsel zeminini dikkate alarak kişi ve konuları yeniden anlamlandıran ve bu yeniden anlamlandırmadan hareketle felsefi tetkikler yapan kişidir. Ona göre filozofun iki yönü vardır: birincisi geçmişi, felsefi anlamda kurtarma iken, ikincisi dönüştürmedir. Bloch’un kurtarma ile kastı fikirleri, tarihin karanlığına terk etmemektir. Bu bağlamda anlamlı her fikir kurtarılmaya ihtiyaç duyar. Bloch’un dönüşten kastı ise manayı yeniden anlamlandırmaktır. Ona göre söylenen cümleler kelimesi kelimesine aynı olsa bile, başka birisi aynı cümleyi kurduğu zaman aynı şeyi söylememiştir. Bu açıdan cümleler hatta kelimeler bile aynı olsa, söylenen sözün delaletleri değişmiştir ve bu yüzden aynı şeyler tekrar edilmiş değildir.
Bloch iki temel düsturdan hareketle İbn Sînâ’nın felsefi sistemini analize tabi tutmuştur. O, İbn Sînâ’nın felsefi sistemini; din-bilim ilişkisini merkeze alarak incelemiştir. Ona göre İbn Sînâ teolog değil doğa bilimcisidir ve deneyci bir yöntemi benimsemiştir. Bloch İbn Sînâ’nın Hayy b. Yekzan isimli eserini incelediği bölümde, onun felsefi bağlamda naturalizme yakın görüşleri olduğunu ileri sürer. Ona göre İbn Sînâ, dini; kabuk teşbihi ile ifade ederek bilime meşruiyet kazandırmıştır. Bu açıdan İbn Sînâ dini; bilim için bir araç olarak kullanmıştır diyebiliriz. İbn Sînâ’nın Aristoteles okumasını Hegelci sol anlayış ile mukayese eden Bloch, İbn Sînâ ile Hegelci sol anlayış arasında benzerlikler olduğunu iddia eder. Kısaca İbn Sînâ Aristoteles’i, sol perspektife benzer biçimde okumuştur.
Bloch’un İbn Sînâ’yı Aristotelesçi sol okuma ile vasıflandırmasının ise üç ana unsuru olduğu söylenebilir. Bunlar: İbn Sînâ’nın; 1.Beden ve ruh öğretisi, 2. Eylemli zihin (genel insani zeka) ve 3. Madde-suret ilişkisine dair görüşleridir. Bloch -iyi bir tespitle- İbn Sînâ’nın görüşlerini üç sac ayağı üzerine kurgulamıştır. Bunları kendisine has bir perspektifle -sosyalist, naturalist hatta materyalist yaklaşımlarla- ele alarak İbn Sînâ’yı kendi düşüncesi için yeniden inşa etmiştir. Bu açıdan İbn Sinâ’yı Bloch adına değerli kılan şey; onun maddeye mekanik olmayan, yine de bir yönüyle, materyalist bir anlam yüklemesidir. Bloch, her ne kadar İbn Sinâ felsefesinin temel dinamiklerini iyi tespit etmiş olsa da; İbn Sinâ’nın kavramlarını bir bakıma buharlaştırmış ve kendi kavramlarını ön plana çıkarmıştır. İbn Sînâ’yı yeniden inşa etmekle iktifa etmemiş, yeniden inşa ettiği İbn Sînâ figürü ile kendi bütüncül felsefi perspektifini tarihsel bağlamda temellendirmeyi denemiştir.
Sonuç olarak Bloch’un inşa ettiği İbn Sînâ figürünün doğruluğunu ya da yanlışlığını bir yana bırakırsak, Bloch felsefi anlamda okuyucuya yeni bir imkan sunmaktadır: Her anlama ve okuma girişimi yeni bir anlamlandırma ve inşayı beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda herhangi bir düşünce yeniden dillendirildiği zaman, daha önce dillendirildiğinden farklı anlamlara delalet etmektedir. Yorum ve söylemlerin söylendiği zaman hangi anlamlara işaret ettiği önemlidir; fakat felsefi bir çaba; söylenenlerin, yeniden dillendirildiği şimdiki zamanda ne anlam ifade ettiğini dikkate almayı gerekli kılar. Çünkü söyleyen kişi ve söylenilen zaman değişmiştir.
Eserin ardından zihnimde bir kaç soru kaldı:
1.Felsefi bir metinin inşasında tarihsel bir temellendirme ne anlam ifade etmektedir?
2.Felsefe tarihin yeniden anlamlandırılması ve dönüştürülmesi; felsefe tarihini meşrulaştırma amacından başka hangi amaçla okunabilir?
3. Felsefi mirası hangi ilke, yöntem ve matlub çerçevesinde ele almalıyız.
4. Felsefe, din ve ideoloji kavramları nasıl bir ilişkiye sahiptir?
Tadımlık:
Zekice olan her şey, daha evvel yedi defa düşünülmüş olabilir. Ama bir daha düşünüldüğünde, başka bir zaman ve başka bir durumda, artık aynısı değildir. Sadece düşünürü değil, her şeyden önce üzerine düşünülen şey değişmiştir bu arada. Zekice bir fikir, kendini bu değişimde yeniden sınamalı, kendisini bir yenilik olarak kanıtlamalıdır. (s. 11)
Onlarda Kur’an sureleri tefsir ettiklerinde bile teoloji değil, doğa bilimleri ağır basar. (s.20)
Aristotelesçi sol’un dünyaya içkin yeni felsefeye aktarımları bu kadar öteye uzanır yani; materyalizmin hakikati, Garp’la Şark’ı kenetleyerek, işlene işlene çıkar buradan. (s. 67)
[1] Wiggism: Tarihi olayları, olguları, kavramları bu günü verecek şekilde okumaktır. Ayrıca bu anlayışla geçmişi bugünün yargı ve değerleriyle okumayı beraberinde getirmektedir.
Aristotales in zooloji historia kitabında Historia kavramını tarih olarak kullanmadığı Bilimler anlamında kullandığını duymustum .Bu yazıyı okuyunca kafamdaki sorular muğlaklaştı ama güzel yazı için teşekkürler..
Reblogged this on tabletkitabesi.