Boş Vermek


Boş vermek, değer vermemek mi? Boş vermek, bonkörlük mü? Boş vermek, nihilistlik mi? Boş vermek, yan gelip yatmak mı? Boş vermek, güç yetirememek mi? Boş vermek, sıradanlaşmak mı? Boş vermek, bir erdemlilik mi? Bu sorular temelde, boş vermişliğin iki manaya tekabül ettiğini göstermektedir.

Boş verme tavırlarının ve söylemlerinin zihinsel arka planında, yukarıdaki soruların hepsiyle öyle veya böyle bağları/bağlantıları bulunmaktadır. Boş vermek, en aşağı düzeyde “tüm benlik” yani benliğin tanrılaştırılması iken aynı zamanda boş vermişlik, “en yüksek insani duruş ve söylem” manalarını içermektedir. Zıtların aynı ifade içinde gizlenmeleri… Farkı görmek için mahir olmak ya da bu varoluş düzlemlerini bir şekilde yaşamak gerekir. Aksi halde ve çoğunlukla aldanmak kaderimizdir.

İşin içinden çıkmak için, iki anlamı birden içeren “boş vermişlik” tabirinin üzerinde durulması ve irdelenmesi gerekir. Çünkü bu tabir; iki anlama taraftar olan iki insan grubunun kullanımına açık, iki uçlu anlamlar taşıdığından kimin için ne maksatla kullanıldığını bilmek, varoluş zeminimizi sağlamlaştırmak için gereklidir. Aksi halde, fiiliyatta müşahede ettiğimiz üzere, bu tabirin (boş vermişlik) söz ve fiil olarak kullanılmasıyla insanlar hem kendilerini ve hem de başkalarını istismar edebiliyorlar.

Bir şeye değer vermemeyi iki şekilde anlamaktayız. Bunlardan birincisi; varlığa, varoluşa (şahsiyete) hakaret manasına gelir ki boş veren kendisini kutsamak adına her şeyi feda eder ya da her şeyi tüketir. Bu durum; bazen hayat boyu süren bir tavır, bazen de anlık tepkiler halinde varoluş alanına çıkmaktadır. Birisi sürekli boş veriyor, ancak boş vermişliği başkasının sırtından yaparak kendisine konum kazanıyor (!); bu şuna benzer, babası zengin bir öğrencinin, babasından gelen paralarla paraya değer vermemiş gibi bir tavırla harcamalarda bulunması. Bu bonkörlüktür ve asla cömertlik ya da fedakârlık değildir. Darda kalınca kimseye kuruş koklatmayan bu tipler, ne yazık ki birçok garibanın şahsiyetini rencide etmekte mahirdirler. Bunlar çoğu kimse tarafından fark edilmeyen, kaba-saba tiplerdir. Kendi emeğinden değil başkasının emeği üzerinden şahsiyetsizce şahsiyet kurmaktadırlar. En maddeci tipler bunlardır. Başkasından alıp başkasına vererek yine madde bağlamında kendileri için egemenliği kavileştirenlerdir. Hakla hakikatle ilişkileri olmadığı halde, hakkın sahte temsilcileri görünmektedirler. Biraz dikkatlice baktığımızda yanımızda yöremizde bunlardan çok görürüz.

Boş vermenin nihilistliği (hiççiliği), hayatı, varlığı ve varoluşu anlamsızlık üzerine temellendirmektir. Her şey geçici, her şey anlamsız, yoktan geldik yoka gidiyoruz. O zaman var olmanın ve dahi varlığın bir anlamı yok, “boş verelim gitsin” deyip her şeyi terk edenlerdir. “Terki de terk edip” (!) münzeviliğe gönüllü katıldıkları halde gönülleri bomboş olanlardır. Hayalin ve ümidin tükendiği yerdir. Bu anlayışta olanların bir kısmı ise; “madem ki sonuç yokluktur” hükmünde bulunarak “o zaman her şeyi hazzımıza, keyfimize kullanmamızın hiçbir sakıncası yoktur” havasındadırlar. Bununla beraber münzevi nihilist boş vermişlik, en anlamlı ve/veya en tutarlı boş vermişliktir. Fakat aynı zamanda bunlar, metafiziksel manada hiçbir şeye inanmadıkları ve değer de vermedikleri için en korkusuz ve en tehlikeli olanlardır. Onları ne maddi ne de manevi olarak sınırlayan hiçbir şey/güç yoktur.

“Aman, boş ver”, başkasına ait işi savsaklamaktır. “Bu iş ciddi ve önemlidir, ama ona itina göstermemiz gerekmiyor” ya da “falancayı, o çok önemli bir kimse olsa da, onunla ilgilenmemiz bize bir şey kazandırmayacağına göre boş verelim gitsin” demek, varlık karşısında insanın insani niteliğinin sıfırlanması demektir. Bu tavırda, ahlaki yani insani hiçbir değer yoktur. Bunlar kendi benliklerinden başka hiçbir şeye inanmayan ve değer vermeyenlerdir. Bu tavır sahipleri, bir birey, bir toplum, bir devlet oldukları gibi güya bir medeniyetin adı bile olabilirler.

Bilmiyor, bilmediğini öğrenmek ya da bilmek de istemiyor, boş veriyor. Cehaleti kutsayıp, cahilliğini bir hüner olarak anlamlandırıp (!), gönül huzurunu (!) kaybetmek/bozmak istemiyor. Öğrenmemenin gerekçesi hazırdır: “Kocakarı imanı, imanın en yüksek mertebesidir” deyip, neye inandığını bile bilmeden imanı boş vermek, boşa vermek. Bunlar, anlamsızlığın peşinden gidenlerdir.

Sahipken sahip değilmiş gibi boş vermek, ama sahipliğini gizemli hale getirerek, daha fazlasına sahipmiş gibi kibrine boş vermişliği alet etmek. Yunus’un affına sığınarak, “kibir var kibir içinde”.

İnsanlık tarihi; insanların, sahip olduklarını sahip olmadıklarına –çoğunlukla- üstün tuttuklarına şahittir. Bu anlayış doğrultusunda sahip olmadıklarını ise değersizleştirmek için boş vermişlik çukuruna bırakmış, onları şahsiyetsizleştirmiştir. Bu durum, bir varlığın taşıyamayacağı yükü ona yükleyip onun taşıyabileceğini bile taşıyamaz hale getirmektir. Yine bu tavır sahipleri, değersizleştirip işsiz bıraktığı başka varlıkları ise atalete kurban etmektedir. Değersizleştirilip kendisine, varlığına uygun konum verilmeyen varlıklar, zamanla varlıklarının varoluşunu elde etmek için her şeyi kaosa sürüklemişlerdir. Durum tecrübî olarak böyle olunca: Bir varlığı, sahip olduğu konum ile sınırlı değerde tutmak, en önemli ontolojik tutum olarak belirmektedir.

“Neme lazımcılık”, boş vermişliğin zirve duyarsızlığıdır. Kaçmak, görmemek, kulağını tıkamak, aydınlığı karanlık yapmaktır. “Neme lazım, boş ver gitsin. Zihnim karışmasın, yüreğim burkulmasın”… Daha doğrusu insan olmaktan istifa etmek için neme lazımcılığın boş vermişliği, ruhu olanla ruhsuzu eşitleyen bir durumdur.

Erdemlinin boş vermesini en güzel şu kelam-ı kadim ifade etmektedir: “O müminlerin, cahillerle/kendini bilmezlerle karşılaştıkları zaman (fiilleri), onları muhatap almayıp boş vermeleri (onlara selam demeleri)dir.”

Boş vermenin en zoru, boş verdiğimiz ne ise onu olduğu gibi bilip, değerini takdir ettikten sonra ideallerimiz, inançlarımız adına/uğruna o şeyi kendi değerinde bırakıp, sahip olmadığı ontolojik konumunun üzerine çıkarmamak veya tam aksine değerinin altında bırakmamak adına, yani ilgili olmadığı hususlarda o varlığı, boş verme cihetine gitmemizdir. Buna “erdemli boş vermişlik” diyoruz. Ahlaki terminoloji ile söylersek bunun adı adalettir. “Erdemli boş vermişlik” bir şeyi olduğu değer üzerine ve sahip olduğu varlık gücünün yeteneği üzerine konumlandırmaktır. Bu durum, nihai manada şu anlama gelmektedir: Bir varlığın, varlık potansiyelinin taşıyabileceği yükü ona yüklemek ve kendisine kendisi kadar değer vermek gerekmektedir. Bunun aksine taşıyamayacağı ya da kıymetli olmadığı kadar ona değer biçmek, onu bu şekilde konumlandırmak o varlığa zulmetmek demektir ki bu aynı zamanda o varlığı atıl bırakmak manasına gelmektedir.

“Erdemli boş vermişlik” denilen değer seviyesine çıkmak/ulaşmak için öncelikle bilişsel tezkiye, sonra zihinsel tezkiye ve sonra da maddi/bedensel tezkiye aşamalarını takip ederek ve birini diğeriyle mezcedip beraber yaşayarak varlığımızın iyi özünü varoluşumuzla ortaya koymamızla istediğimiz tatmin/kendimizle uyum seviyesine ulaşırız. Ara sıra bu halde bulunmak yeterli değildir. Bütün bunlardan sonra düşüncelerimizi kalbî kanaat egzersizinden geçirmemiz gerekmektedir. Bu durumda:

  1. Bilişsel tezkiye, muhatap olduğumuz ve kendisine değer biçtiğimiz şeyi en azından asgari seviyede bilmemizi gerektirmektedir. Bu biliş, kendisiyle ilgilendiğimiz şeyin neye yarayıp yarayamayacağını bize öğretir. Böylece hem ondan yararlanma ve hem de onu zayi etmemeyi öğrenmiş oluruz.
  2. Zihinsel tezkiye, kendisiyle muhatap olduğumuz şey hususunda, bilişsel manada, nihaî araştırmayı yapmamız ve muhtemel soruları cevaplamamız demektir. Böylece neye, niçin boş verdiğimizin sınırlarını bilmiş ve boş vermek durumunda isek zihinsel kargaşadan kurtulmuş oluruz.
  3. Maddi/bedensel tezkiye, doğrudan doğruya her insanın bizatihi kendisini terbiye etmesiyle ilgilidir. İnsanın maddi ya da bedensel ihtiyaçlarının şiddetinden arzularını sınırlandırması ve bunlardan arınarak onlara sınır çizmesi gerekmektedir. Bedensel ya da maddi arzularına sınır çekememiş bir kimsenin, madde hakkında “erdemli boş vermişlik” derecesine/seviyesine ulaşması zor/ve hatta imkânsızdır.
  4. Kalbî kanaat; erdemli boş vermişlikte bilişsel, zihinsel ve maddi/bedensel tezkiyelerin cümlesine her an sahip olma halidir. Buna nefsin tatmini de diyebiliriz. Nefsin tatmini, güç yetirildiği nispette süreklilik arz etmelidir. Anlık ya da gelip geçici tatminler, “erdemli boş vermişliği” ayakta tutacak nitelikte/güçte değildir.

Not: Bu yazı, Eski Yeni Dergisi Sayı: 35, Güz 2017, ss.203-206’da yayımlanmıştır.

 

One comment

  • “İnsanın maddi ya da bedensel ihtiyaçlarının şiddetinden arzularını sınırlandırması ve bunlardan arınarak onlara sınır çizmesi gerekmektedir. ” bu cümle düşünme zincirinin çıkarımıyla kurulan bir cümle değil. neden böyle bir gereklilik var? gerekliliği kim yarattı? bunun hiç bir nedensel altyapısını kurmamışsın. aslında bir düzeyde temellendirme var, fakat bu bir gereklilik değil. ben birey olarak bu gerekliliklere göre yaşamak zorunda değilim. bunlar içinde yetiştiğin -dini veya toplumsal- kültür bunu sana öğretti. kültürün kavramlarıyla düşündüğün için, kültürün değer verdiği bir öğeyi doğrulamak istiyorsun. bu nedenle bunu bir gereklilikmiş gibi görüyorsun.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s