Filistin’i Sloganların Yükünden Kurtarmak


Gösteriler ve protestoların, hak mücadelelerinin önemli bir aracı olduğunu biliyoruz.  Gandi’nin Tuz Yürüyüşü’nden, Martin Luther King’in Washington’daki konuşmasına belki de en son “Irak İçin Savaşa Hayır Platformu”nun dünyanın dört bir tarafında aynı anda 15 Şubat 2013’te (Amir Amirani’nin güzel bir belgeselini de burada hatırlatmak lazım http://wearemany.com/) gerçekleşen, milyonların katıldığı gösterileri ve toplantıları unutamayız. Bugün yine Filistin için meydanlarda ve kürsülerde ateşli protestolar var.

Trump’ın, Kudüs’ü İsrail’in sözde başkenti olarak tanıdığı, fiilî desteğini hukuki adımla teyit ettiği kararından sonra yine pek çok şehirde yapılan gösteriler, Filistin’in hak mücadelesi adına yapılan sayısız meydan okuma olarak tarihte yerini aldı. BM Genel Kurulu’nun Amerika ve İsrail’e karşı kararı, onları pek yıldıracak gibi görünmüyor. Bugüne kadar İsrail’in kararlı şekilde “alanda fiilî durum yaratma” ve bunu kabul ettirme stratejisi, Filistinliler, BM ve İslam Âlemi üzerinde etkinliğini perçinleyerek devam etmekte. İsrail 1967’den bu yana Batı Şeria’yı işgalinin akabinde 1967/2253 sayılı BM kararından sonra sayısız karar çıkmasına rağmen, tüm bu çağrılara aldırmadan sistematik şekilde Kudüs başta olmak üzere işgal ettiği topraklarda yerleşimler oluşturma, kendi belirlediği ekonomik sistemleri dikte ettirme, askeri üstünlüğünü kullanarak ayrım duvarı ve kontrol noktalarıyla Filistin şehirlerini parçalama ve sözde sınırları konusunda taviz vermeme yoluyla 1980’de ilan ettiği sözde “Ebedi Başkenti”ni korumaya aldı. Oslo Süreci sonrası da ipleri koparan en önemli madde Kudüs’tü. Bugün yine 2017’inin sonunda Kudüs meselesi ve her biri, birbirine geçmiş sorunlar olan mültecilerin geri dönüş hakkı, bağımsız Filistin Devleti’nin sınırları, Gazze’nin ablukası gibi pek çok mesele hakkında, protesto ve sloganların hissi ama sınırlı etkisinin fevkinde  bir şeyler söylemek gerekiyor. Her ne kadar bu duruşun ahlaki olarak yeri ayrı olsa ve her defasında icabet etmek gerekse de, yine bir şeylerin değişmeyeceğini bilme ıstırabını içten içe taşıyan Filistin gönüllüleri için alternatifler düşünmek gerekiyor. Ne İslam Konferansı Örgütü, ne Arap Birliği, ne de BM’nin lehte aleyhte kararlarının denklemi değiştirmediği, kınamaların anlamını yitirdiği bir dönemde meydanlarda yakılmak için elde tutulan İsrail bayrağını ve elektronik posta listelerinde zaten hazır olan boykot edilecek mallar listesini bir tarafa bırakalım.  Kitlesel gücün –gerek meydanlarda gerek BM gibi platformlarda- neden fiiliyata yansıyamadığını sorgulamamız gerekiyor. Olaylara etki etme gücümüzü bilinçaltından baltalayan komplo teorileri,  Siyonizm ve İsrail’i saran efsaneler, Filistin üzerine güzellemeler ve ağıtları bir tarafa bırakıp makul bir zihin haritası için altı maddede ‘bireyler olarak biz neler yapabiliriz?’ sorusuna cevap aramaya çalışalım.

  1. İsrail ve Filistin arasında ekonomi ve insani gelişmişlik göstergeleri arasındaki makasın açıldığını bu konuda Filistinli karar alıcıların “işgal” argümanı dışında yeterli farkındalığı sağlamadıkları ve kararları almadıklarını bilmeliyiz. Uzun uzun istatistiklerle ve verilerle vaktinizi almak istemiyorum (https://www.gapminder.org/ adresinde veya http://hdr.undp.org/ duruma ilişkin karşılaştırmalara bakabilirsiniz). Sadece kişi başına düşen gelir farkı değil (31.200 Dolar karşısında 5.200 Dolar), ortalama eğitim süresi  (16.4 karşısında 12.8), ortalama yaşam süresi (82 yıl karşısında 73 yıl) gibi bir ülkedeki yaşam kalitesini belirleyen ölçütler çerçevesinde nüfusuna nicel olarak değil nitelikli olarak da yatırım yapan İsrail karşısında tek başına sayısal artışın yeterli olamayacağı açık. Filistinli nüfus daha hızlı artarken ihtiyaçlarını ıskalayıp klasik söylemle “nüfus kartı”nın uzun vadeli projeksiyonda İsrail aleyhine olacağını düşünen sığ argümanları birbirinden ayırt etmeliyiz. Filistin’in sahip olduğu genç nüfus imkânının sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim konusundaki ihtiyaçlarını göz ardı ederek bu makasın kapatılamayacağı ortada. Elbette orta düzey bir insani gelişmişlik göstergesine sahip Filistin için Sahraaltı Afrika düzeyinde bir problemden bahsedemeyiz ancak nitelikli işgücü, sağlıklı bireyler oluşturamayan bir alt yapı üzerine çok az konuşulması, bunun yeterince gündeme getirilmemesi üzerine biraz düşünmek gerekli. Siyasi hakların kazanımı kadar sosyal hakların da güçlendirildiği bir Filistin toplumu kurmanın önemi yadsınmamalı. Uyuşturucu,  savaş ve işgal nedeniyle travma sonrası bozukluklar ve benzer ruhsal sorunlardan mustarip; onurlu bir geçim kaynağı edinememiş gençlerin sayısının arttığı; ciddi bir tüketim toplumu ve kültürel dejenerasyona maruz kalmış bir toplumun bu sorunları hakkında, en az diğer günlük siyasi olaylar kadar düşünmeliyiz. Bu önemli göstergelerin depolitize edilerek zihinlerden uzaklaştırılmasına müsaade etmemeliyiz.
  1. BM oylamaları tablo karşılaştırmaları vs. dışında İsrail’in geleneksel olarak Filistin yanlısı blokta yer alan Asya’dan Afrika ve Latin Amerika’ya uzanan ülkelerle yaptığı güvenlik, ticaret, tarım, bilişim teknolojileri ve turizm yoluyla kurduğu açık bilgiye dayalı ağları üzerine Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) Hareketi’ne destek olmalıyız. Bireylerin en büyük silahı ekonomik tercihlerini doğru ve kararlı bir şekilde politik süreçlere yansıtmaktır. Tek başına boykot edilecek mamuller yerine 2002 yılından bu yana aktif bir şekilde örgütlenen ve ne yazık ki Türkiye gibi ülkelerde ideolojik kamplaşmalara kurban edilen gayet onurlu ve ayakları yere basan bir hareket olan BDS’yi daha iyi tanımalıyız. İsrail’in işgali yerleştirmesine katkı veren güvenlik şirketlerinden (G4S gibi), yerleşimlerin inşasına destek veren firmalara (Caterpillar) ve yazılım donanım firmalarına (HP)  kadar yürüttüğü karşı kampanya, kültürel ve akademik boykotlarına hız vermek gibi, bu konuda doğrudan İsrail Hükümeti ve işgal sistemine hizmet eden yapılara karşı farklı metotlarla mücadele etmek gerektiğine dikkati çekiyor. İsrail’in ekonomik sistemini ayakta tutan önemli sektörler maalesef sandığımızdan daha çok. İsrail  pek çok ülkeyi oylamalarda rengi ne olursa olsun cezbederek küçük bir devlet olmasının dezavantajını ekonomisini ve meşruiyetini güçlendirme  hedefli kullanıcıya özel farklı paketler sunarak aşmaya çalışıyor. Özellikle silah sanayii üzerine yapılan Laboratuvar (The Lab http://www.gumfilms.com/projects/lab) adlı belgeselde belirtildiği üzere İsrail’in masumlar üzerinde denediği güvenlik ve silah ürünlerinden, eğitim programlarına,  aldığı bilişim, ulaştırma ve tarım sistemleri ihalelerine kadar, bilgilerimizi taze tutmalı -doğruluğu kendinden menkul listeler yerine- aslında daha büyük ölçekli ihale ve fon transferleri konusunda bulunduğumuz ülkelerin gündemini yakından takip etmeliyiz. İsrail’in meşruiyetini sorgulatacak bu adımların uzun süreli takipçisi olunduğunda ve boykotları spesifik şekilde devam ettirildiğinde sonuçlar alınabilir. Boykot ve yaptırımların küresel olarak genişletilince anlamlı olacağını bilmek gerekiyor.
  1. İsrail’in doğal müttefiki ABD dışında Kudüs’ün fiilî olarak işgali üzerinde ve bu işgalin derinleşmesinde rol alan Filistinli politikacıları, Oslo Camp David Anlaşmaları süresince bu konudaki muğlaklıklara göz yuman birinci derecede sorumlu Ürdün ve Mısır’ın politikacıları üzerine düşünmeliyiz. Kudüs bugün fiilen Doğu veya Batı olarak her ne kadar ayrı bir yer olarak var olsa da Eski Şehir’i besleyen, ona hayatiyet veren Arap nüfusun yaşadığı bölgelerden Kudüs’ü koparan, fiilî olarak kültürel, ekonomik ve etnik temizliğe maruz bırakan adımlar zamana yayılan bir süreçte gerçekleşti. Bugün su ve kanalizasyon siteminden, elektrik dağıtım hatlarına kadar, yerleşimleri önceleyerek ve Filistinli nüfusun haklarını ihlal ederek planlanan otoyol, otobüs hattı ve tramvay sistemlerinin kurulmasıyla, Kudüs’ü Batı Şeria’dan koparan yerleşimleriyle İsrail, fiiliyatta geri dönülmeyecek bir sistemi kurmayı neredeyse tamamladı. Acı bir gerçek olarak ekonomik ve idari olarak Doğu ve Batı Kudüs’ün ayrılmasının muhtemel maliyetleri astronomik miktarlarla ölçülecek düzeye ulaşırken isim değişiklikleri ve nüfus politikaları ile şehrin Arap ve İslam kimliği ciddi biçimde aşındırıldı. Bugün giriş çıkışları, güvenlik kameraları, oturma ve çalışma izinleri sıkı sıkıya kontrol edilen ve şehir üzerinde egemenliğini fiilî olarak kurmuş bu yapı karşısında, ilk İntifadanın başladığı 1987 yılından bu yana verilen ödünler ve sessizliğin bir sonucu olarak hafızamızı taze tutmak gerekiyor. Çok değil yakın zamanda yayınlanan belgelerde, Filistinli yöneticilerin bu tavizleri ekonomik menfaat karşısında nasıl verdiklerine dair deliller (http://www.aljazeera.com/palestinepapers/) önümüzde duruyor. Bu son süreçte hiçbir şey olmamış gibi aynı isimlerin sözcülük ve liderlik pozisyonlarını işgal etmesi, durumu kurtarmak adına düzenlenen zirvelerde bu hesap vermenin diplomatik nezaket ve diğer kaygılarla ertelenmesiyle, Filistin’e ve Kudüs’e iyilik yapılmadığının bilinmesi gerekiyor. Kudüs hakkında hesap verme ve şeffaflığın kurulamadığı bir düzlemde sonuç beklemek nafile. Özellikle Kudüs çevresinde Netanyahu’nun 1996’da başlattığı yerleşim projeleri (E-1 Master Planı) her gün gelişerek devam ederken, Arap nüfusun yerlerinden edilip ev yıkımları sürdürülürken (https://icahd.org/ Ev Yıkımları’na Karşı İsrail Komitesi adlı STK’nın web sitesinde ciddi bir dayanışma ve destek platformu bulunmakta) İsrail üzerinde hiçbir etkisi olmayan uluslararası hukuk metinleri yerine başka türlü baskı araçları kurmanın yollarına bakmalıyız.
  1. Ortadoğu’da yaşanan Suriye, Irak, Yemen ve Libya’daki insani krizin Filistin’in hak mücadelesi konusu üzerindeki olumsuz etkisi ve bu konuda yaşanan geleneksel kutuplaşmalar nedeniyle ahlaki bir tutum oluşturamama konusundaki sınavı bireysel düzeyde vermeliyiz. 2010 sonundan beri demokratik hak mücadelesi için diktatörlerine başkaldıran bu onurlu ülkelerin bugün içinde yaşadığı insani krizde özellikle Filistin meselesi üzerine propaganda üretip tekel oluşturma gayreti oluşturan ülkeler, partiler ve politik gruplar bunun üzerinden haksız şekilde kurdukları propaganda denklemini hala utanmazca sürdürüyorlar. Ancak Hizbullah ve İran başta olmak üzere tarihsel olarak Filistin davasının sözde hamiliğini üstlenmekten gelen kredilerini ahlaksız bir şekilde tükettiler. İnsani kriz ve Filistin meselesinin süreçlerinin ayrı yüzlerini kabul etmekle birlikte yanı başımızda İslam dünyasının içinde cereyan eden bu dramlar üzerine bir şey konuşmadan Filistin üzerine söylenecek her şey samimiyetten uzak olarak algılanmaya devam edecek. Özellikle yaşanan iç savaşlarda sessiz kalıp İsrail–Filistin gündemi hareketlenince salvolara başlayan ikiyüzlü tutumları ve demokratik hak taleplerine karşı sözde anti-emperyalist çifte standartlı yaklaşımları ayırt etmek, sayılara ve kaynağına bakmaksızın zulme zulüm deme cesaretini sürdürebilmek açısından önemli görülmelidir. İnsani krizlere, Yemen’de Suudi Arabistan ve müttefikleri eliyle yürütülen acımasız abluka ve sistematik aç bırakma eylemleri ile Esad Rejimi’nin küstahça işlediği insanlığa karşı suçlara ses çıkarmayan Batı’daki -özellikle ABD ve İngiltere merkezli Filistin Dayanışma Platformları ve geleneksel anti emperyalist aktivist gruplar- ile İslam Dünyası’nda zülf-i yâre dokunmak istemeyen pasif ve ikiyüzlü tavırların Filistin’le ilgili gündem olunca meydana yüksek sesle çıkmalarını hoş karşılamamalıyız. Burada İslam Dünyası ve Filistin dostlarının ciddi bir samimiyet sınavından geçtiğinin farkında olmalıyız.
  1. Bugün kuruluşundan bu yana militarist ve işgalci bir kimlikle yoğrulmuş İsrail’in kendini içten içe çürüttüğü sosyal dokusunun karşısında sivil, demokratik ve şiddetten uzak bir dili desteklemeliyiz. İsrail’e alternatif olarak yola çıkan ancak Oslo Süreci’nde İsrail sisteminden ilham alınarak tohumları atılan, Arap ülkelerindeki muhaberat devleti yapılanmasına öykünen, çok sesliliği öldüren bir Filistin Devleti’ne giden sürecin farkında olmalıyız. Yolsuzluk, insan hakları ihlallerinin gündemden düşmediği İsrail’in ciddi bir kimlik krizinde olduğu ancak belki ilk maddede saydığım insani gelişmişlik ve hala daralarak kısmen işleyen seküler hukuk kurallarının (Arap vatandaşların vatandaşlıktan çıkarılmasını ve Filistinlileri soğukkanlılıkla öldüren askerleri masum sayan; Filistinlilere idam cezası getirmeye hazırlanan bir sistem)  hatırına ayakta durmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Ancak Etiyopya’dan Arap Dünyası’ndan ve Rusya’dan göç etmiş vatandaşlarına ırkçı muamelelerden çekinmeyen bu yapay devletin krizleri içten içe devam ediyor. İstisnalar dışında 18 yaşındaki kadın erkek her İsrailliyi zorunlu askerliğe alan burada çeşitli travmalara maruz bırakan, ırkçı yasaları parlamentosundan geçirmeye, aşırı sağ grupların eline güç vermeye devam eden İsrail’in militarist hesap vermeyen yapısı karşısında Filistin Yönetimi’nin de liderlik ve yolsuzluk başta olmak üzere ciddi sorunlara duçar olduğunu belirtmek zorundayız.  Yaşı oldukça ilerleyen ve 2006’dan bu yana meşruiyeti sorgulanan Mahmud Abbas’tan boşalacak koltuğa İsrail’le ilişkileri muğlak, ülkenin istihbarat/polis teşkilatından bir adayın gelmesi (Jibril Rajoub gibi)  pek çok karşı devrim sonrası olduğu gibi muhtemel bir tehdit. Diğer taraftan İkinci İntifada sonrası şiddet eylemlerinde maalesef güçlü bir sosyal koruma sistemi olmayan Filistin’de şehit ve gazi ailelerine sistematik bir destek sağlanamadığı; İsrail’in bire on hatta bire yüz denkleminde acımasızca cevap verdiği bir denklemi ısrarlı şekilde sürdürdüğü ortamda sivil, makul ve hesap verebilir politik programların Filistin davasına hizmet edebileceğinin bilincinde olmalıyız. Bugün İsrail’in şiddet politikasının mağduru yetim ve dullarına, yani emanetlerine sahip çıkamayan bir ortamda yaşamayı, yaşatmayı ve direnmeyi bunun üzerine kuracak söylem ve çizgilere destek olmalıyız.
  1. Provakatif, hissî, doğruluğu teyit edilemeyen özellikle sosyal medya ve internette dolaşan haberler ile anti-semitik komplo teorileriyle iç içe geçmiş zihin dünyamızı bulandıran efsaneler yerine doğru ve güvenilir bilgi kaynaklarına itibar etmek acil bir önceliktir. Kütüphanenizde veya elektronik posta kutunuzda olsun, içinizde bu hissiyatı uyandıran ne kadar malzeme varsa en kısa vakitte kurtulmaya çalışın. İsrail’in kısmen ses çıkartmadan ürettiği, İkinci Dünya Savaşı sonrası anti-semitik literatür tercümeleri aracılığıyla sızan, Arap iktidarların beceriksizliklerine kılıf bulmak için gizliden gizliye desteklediği komplo edebiyatına, İsrail’in ekonomik ve siyasi gücünü olduğundan fazla göstermeye hizmet eden her ne varsa zihnimizi zehirlemesine müsaade etmeyelim. Tabi diğer taraftan İsrail işgalini meşrulaştırmaya gayret eden bir görsel ve yazılı esere karşı da farkındalıklarımızı kaybetmeden sahih bilgi arayışından vazgeçmeyelim. Bu konuda https://electronicintifada.net/ https://interactive.aljazeera.com/aje/PalestineRemix/ http://www.palestine-studies.org/  gibi kaynaklardan çok daha doğru bilgilere erişebileceğimizi hatırlatmak isterim.  Doğru bilgi olmadan yapılacak tartışma ve görüş alışverişinin başkalarının tekerlemelerini terennüm etmekten, kendi kendimize propagandadan ve vakit kaybından öteye geçmeyeceğini bilmeliyiz.

Unuttuğumuzu hatırlamak, bilmediklerimizi öğrenmek, farkındalığımızı artırmak  suretiyle bu doğrultuda bireyler olarak karar alıcı ve aktörleri etkileyecek adımları atabilecek bir potansiyele erişmeden yapılacak her hareket başta belirttiğim aşınmayı, duyarsızlığı ve umutsuzluğu beraberinde getirecektir. Filistin’e, Kudüs’e ve kendimize yapılacak en büyük iyilik bu olsa gerek.

 

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s