Üniversite, üniversaldan, evrenselden neşet etmiş bir kavramdır. Evrensellik; “gerçekliği bir bütün olarak görme anlayışı.” olarak tanımlanmaktadır. Üniversite, evrensel alanı tanımaya, keşfetmeye gayret eder. Bu bağlamıyla eşyada ve insanda varlık ve varoluş açısından değişmez olan yasaları/kanunları keşfetme çabası içerisinde yapılacak bilimsel araştırmalara öncülük görevini icra eder. Evrensel olanı keşfedebilmek için insan tekinin kendisini yetiştirmesi zorunludur. Eğitim ve öğretim görmemiş bir insan ne kadar zeki ve akıllı da olsa yerel kalmaktadır.
Büyük filozof Fârâbî, “bir dil ne kadar gelişirse gelişsin bir yönüyle yereldir. Ancak mantık, evrensel doğrularda insanların birleşmesini/ittifakını sağlar.” Demektedir. Bu sebeple üniversal niteliğe göre bilgi üretmek ve yaşamak mantık esaslarına göre düşünüp yaşamaktır. Mantık dillerin ortak kurallarını içerdiği gibi eşyanın yani varlığın sebeplilik yasalarını da içermektedir. Mantığın ortaya koyduğu sonuçlar üzerinden yürüdüğümüzde, dünyanın veya evrenin her yerinde varlığımızı var etme imkânını/olasılığını elde ederiz. Çünkü eşyanın tabiatı her yerde aynı olduğundan ona uygulanacak genel kurallar da her yerde aynıdır.
Mantık kurallarını metafiziğe ve fiziğe uyguladığımızda azami düzeyde yanlışa düşmekten kendimizi korumuş oluruz. Azami düzeyde mantık ya da aklın kuralları binyıllardır değişmedi. Çünkü onlar evrensel, değişmez yasalardır. Bu yasalar, şu şekilde tasnif edilmektedirler:
Aklın yasaları olarak; özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin imkânsızlığından hareketle metafizik meselelerde doğru zemin üzerinden çelişkisiz, sistemli ve tutarlı bilgi üretme imkanına kavuşabilmekteyiz. Fizikî varlıkları anlamlandırmak için ise, uzunluk, genişlik ve derinlikten hareketle fiziği, kapasitemiz nispetinde bilebilme imkanını elde etmekteyiz. Bu iki alan arasında hem metafiziği ve hem de fizikî varlıkları ortak zeminde ve ortak payda üzerinde birleştirip uzlaştırmak ve anlamak için ise matematiğe ihtiyaç duyarız. Metafizik ve fizik üzerinden ürün vereceksek bu kurallara riayet ederek yol almamız zorunludur. Aksi halde evrensel sonuçlar değil, kimsenin işine yaramayan, sahibinden başkasına fayda temin etmeyen basit uğraşılar peşinde olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmekten başka sonuçlara varamayız.
Evrensel düşüncelere ulaşmak için evrensele giden yolda yürümemiz gerekir ki, bu yolun en asgari ve en önemli aşamaları şunlardır:
1-Öncelikle kendi ana dilimizi ve sonra da başka dilleri bilmemiz/öğrenmemiz gereklidir. Bir insan başka bir dil öğrendiğinde, artı başka bir insan daha olmaktadır. Bu anlamda birçok yerellikten hareketle evrensele yani parçadan bütüne yeni bir adım atmış olunmaktadır. Çünkü öğrenmiş olduğumuz o dille beraber yeni kültür ve anlayışların farkına vararak kendimizle onlar arasında mukayeseler yapar, doğrunun ortak paydasına yakınlaşma ihtimalimizi artırırız. Ancak önemle üzerinde durulması gereken husus şudur; “dahiler kendi dillerinde ortaya çıkar.” Bu gerçeği unutmamalıyız. Dillerin ortak paydası; insanların varlık hakkındaki ortak tecrübe ve bilgilerini bizlere sunar.
2-Evrensele ulaşmanın ikinci önemli ayağı; okumaktır. Okumak birçok akıldan akıl almak, aklımızı onlarla daha da büyütmek demektir. Okumak ya da sessiz istişare; daha büyük olanı görmemizi temin eder. Bir mesele hakkında bir akılla değil, binlerce akılla düşünmek elbette sorunumuzu daha çabuk ve daha doğru çözmemiz demektir. Ancak okurken aynı kitabı değil, farklı kitapları okumalıyız. Aynı içerikteki 100 ya da 1000 kitabı okumaktansa farklı olan iki kitabı okumak bizi daha çok evrensel olana yaklaştırır.
Bu çerçevede Platoncu anlayış ile söylersek tümelin içerdiği tek tek tikelleri bilerek bütün hakkında en yakın kanaate ulaşırız. Bu sebeple de bir alanda değil bir çok alanda okumak -en azından- asgari düzeyde hakkında fikir yürüttüğümüz yakın alanları bilmemizi gerekli kılmaktadır. Üniversitelerde bunun pratik uygulaması hakkında şunlar söylenebilir; özellikle kampus imkânına sahip üniversitelerde, üniversite öğrencileri başka fakültelerde derse girmeli, alanlarının dışındaki hoca ve arkadaşlarıyla münazara ve müzakerelere girmelidirler ki, tek doğrunun onların baktıkları pencerenin bakış alanıyla sınırlı olmadığını fark edebilsinler.
Okumak ve dil bilmekle beraber üçüncü bir varoluş alanımız daha vardır ki, o da bildiklerimize uygun çalışmalarda bulunmamızdır. Böyle bir insan olduğumuz zaman şu neticelere en kısa sürede ulaşabiliriz:
A-Evrensel olana ulaştığımızda dar kalıplar bize yeterli gelmez. Sosyal hayatta; cemaat ve örgüt fanatizminin dar kalıplarından kurtuluruz. İnsanlığın topyekün bir cemaat veya örgüt olduğunu fark eder ve insanlara bireysel kabiliyet ve anlayışlarına göre davranış geliştirme imkânına kendimizi zorlarız. Malumdur ki, “insanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse diğerine sağır”. İşte böylece evrensel, üniversal yasalar bizi tabiatımızın zıddına olan şeyleri yapmaktan azad eder. Dar sokaklarda değil geniş caddelerde yürümeye başlarız. Var olmak varlığımızı devam ettirmek için bir çok imkân ve yolun olduğunu fark ederiz ve yaşamaktan zevk alırız. Buna yaşama sevinci diyebiliriz. Zamanımızdaki büyük bunalımların sebebi, insanların yaşama sevincini kaybetmiş olmalarıdır.
B-Evrensele açılan bir zihin, doğrunun ve gerçeğin birçok cephesinin var olduğunu görür/anlar. Bu sebeple de bir şey ya da sorunun birçok yorum ve çözümünün mümkün olduğuna zihnini açık tutar. Böylece insanî/beşerî tek bir yorumun kesin kanaat olmadığına ulaşır ki, bu da insanların dünyasında, düşünceler arası ilişkilerde hoşgörülü ve toleranslı olmaya zemin hazırlar. Tolerans ve hoşgörünün egemen olduğu yerlerde kavga ve kargaşa asgari düzeye inmiş demektir. Bu seviyeye ulaşmış bir düşünür ya da eylem adamı, birey olarak, tek bir insanın sınırlı olduğunun farkına varır ve mütevazı olmanın gerekli olduğunu kendi hayatında ortaya koymaya çalışır. Aynı zamanda toplum da fanatizmden/faşizmden kurtulmuş olacağından o türden toplumlarda yaşamak daha rahat ve huzurlu bir hal alır.
C-Evrensel olan düşünceler, her zeminde ve her konumda üzerinde konuşmanın ve tartışmanın kabiliyetli olduğu düşüncelerdir. Neden? Çünkü bir konu hakkında birden fazla açıklamaların var olabileceğinin imkanı vardır. Başkasına anlatmaktan, açıkça savunmaktan çekinilen kanaatler ve inançlar onu ortaya atanlar tarafından bile inandırıcı bulunmayan düşünceler demektir. Bunun aksine mantığın ve bilginin sonucu olarak ortaya konan düşünceler ise er ya da geç kendilerine toplumsal hayatta mutlaka yer bulacaklardır. Ancak böyle bir hedefi olan insanın sabırlı ve kararlı olması gerekir. Çünkü yine bilinen evrensel bir yasadır ki, insan oğlunun değişimi ağır ve zordur. İnsan bilgisayarın tuşlarına dokunulunca değişen bir varlık değildir.
Evrensel olan düşünce ve değerlere ulaşmak için her üniversiteli; azimli ve kararlı olmalıdır. Azmin ve kararlılığın olmadığı yerde ilerleme ya da yeni şeylere ulaşma imkânımız olamaz. Azim ve kararlılık; sebatla meyve verir. Sebat etmek; uzun süre bir doğrunun peşinden yürümektir/koşmaktır. Azim, sebat ve kararlılık; eskilerin ifadesi ile mütalaa ve müzakere yapmak, soru sormak ve gerektiğinde de yanlış yaparak doğruyu görmeye kendimizi yönlendirmemiz sayesinde gerçekleşebilir. Bu bağlamda; “düşüncelere karşı isyankâr, şahıslara karşı kadirşinas olmak” olmazsa olmaz ilkemiz olmalıdır.
Bu anlattıklarımızdan, yalnızca insanın, evrensel bir varlık olduğu ortaya çıkmaktadır. Fakat hiçbir insan tek başına evrenselin temsilcisi değildir. Bunun gibi evrensel doğrular da ancak birçok yerelin uyumlu bir şekilde bir araya gelmesiyle ortaya çıkmaktadırlar. Böylece yerellerin toplamı bizi evrensele taşır. Bu çerçevede üniversitelerimizde mevcut yurtlar ve yurtlardaki odalar, farklı fakültelerden olan öğrencilerin beraber kalmaları ile bu öğrencilerin zihinsel hoşgörü ve bir meseleye farklı açılardan bakabilme kabiliyetini sağlamış olur.
Evrensellik bir insanın başarılı ve iyi bir insan olması için ne kadar gerekli ise insanın tam bir insan olabilmesi için de yerel olan bazı şeylerin birey olarak insan hayatında yalnızca kendine mahsus bir tarzda bulunması da öyle bir gerekliliktir.
İnsan yalnızca akıllı bir varlık değil, aynı zamanda duygusal bir varlıktır. İnsanın duygusal doyumu ya da yeterliliği onun kendine özgü yerelinde bulunmaktadır. Örneğin, her insan çocukluğunu özler, oraya geri dönmek ya da hicret etmek ister. Çünkü çocukluk insanın en saf ve duru olduğu zamanlardandır. İnsan, safiyetini, duruluğunu behemehal kazanmak ve kaybetmemek için çocukluğunu hatırlamalı ve yeniden yaşamalıdır. Yine yerel damak zevkleri, ilk çocukluk aşkları, insanı en sıkıntılı zamanlarında bile hep yenileyen, tazeleyen, coşturan damarlardır. Kendi yerel dilinin bir insanın derinliğine nüfuz ettiği kadar hiçbir şarkı, türkü ya da tını insanı etkilemez. İşte bu ve benzeri yenilikler insana küresel olan içinde kendi biricikliğini yaşatan şeylerdir.
Ancak şunu peşinen ifade etmemiz gerekir ki, çoğu zaman evrensel olanla küresel olan değerler çokça birbirlerine karıştırılmaktadır. Evet bazen birbirlerini destekleyen uygun düşünceler ya da eylemler olsalar da ayırt edici vasıf olarak bu ikisi yöntem, gaye ve değer açısından tamamen birbirlerinden farklı tutumların eserleridirler.
Küreselleşmenin üç önemli aşaması bulunmaktadır: Büyük Keşifler Dönemi (1480-1611); Avrupa’nın Deniz Aşırı Genişlemesi (1600-1750) ve Kolonileşme Dönemi. Bu dönemlerin en belirgin özellikleri: Siyasal alanların sermaye yararına yeniden tanzim edilmesine; sömürge bölgelerinde işbirlikçi kültürün yaratılmasıdır. Tarihsel olarak bilgiye konu olan bu dönemlerin artık bittiği ilan edilmektedir. Ancak -bizler yaşadığımız bu dünyada- ticari manada sömürgeciliğin yanında akla hayale gelmeyen birçok sömürü türünü iliklerimize kadar yaşamakta ve hissetmekteyiz. Bugün burada kendi hissediş ve bilişimize konu olan bazı küreselleşme adına sömürü çeşitlerinden ya da etkilerinden bahs etmeye çalışacağız. En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim: Küreselleşme dün olduğu gibi bugün de en büyük bir sömürge aracıdır.
Küreselleşme; bugünün anlayışında; dünyanın bir ucundaki olayın ya da fikrin; diğer ucuna anında yansıması ve etki bırakmasına denmektedir. Dünyadaki sınırların kaldırılması, iletişimin ve en önemlisi de etki ve etkilenmenin yoğun bir şekilde yaşanma sürecidir. Küreselleşme, her şeyin alış verişinin küresel düzlemde cari olmasıdır. Bu bağlamda küreselleşmenin etkileri özellikle iletişim araçları vasıtasıyla çok çeşitlilik arz etmektedir ve oldukça spekülatif mahiyettedir. Son yıllarda dijital ortamların sağladığı imkânlar, eskiye nazaran, küreselleşmeyi iradî ve gönüllü hale getirmiştir.
İnsanlar küreselleşme karşısında genel olarak üç tavır sergilemektedirler. Bunlardan birinci tavır, küreselleşmenin, iyi, hoş, karlı ve haz verici olduğunu iddia edenlerdir. Dünyanın birleşik hale gelmesiyle, her bir insan ferdi, dünyanın her hangi bir yerindeki her şeye sahip olma hakkına kavuşmaktadır. Diğer taraftan küreselleşme dünyada bir uyumluluk olarak da kendisini reklam etmektedir.
Küreselleşme iyi mi kötü mü? Şeklindeki soruya cevap bulamayan insanlardır ki, bunların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bunlar bu konularda kuşkucular (agnostikler) diye isimlendirilmektedirler.
Küreselleşmeyi eleştirenler ise, küreselleşmenin yerel ve tabii birçok değeri yok ettiğine inanlardırlar. Onlara göre küreselleşme; birey olarak insanı yalnızlaştıran, yabancılaştıran bir sürecin adıdır.
Küreselleşme taraftarları ve karşı çıkanların kendilerine göre haklı gerekçeleri bulunmaktadır. “Küreselleşme kullandığı araçlar ile iyiye hizmet ediyor” diyenler olduğu gibi “fazla tekdüze/tek tip, egemenlerin onaylamış olduğu hayat tarzlarını yoğun bir şekilde beraberinde getiriyor” diyenler de bulunmaktadır.
Küreselleşmenin oluşmasındaki en önemli araçsal etken, hızdır, özellikle de hızlı iletişim ve ulaşımdır. Kendi tabii seyrine baktığımızda hızlı iletişim ve hızlı ulaşım elbette birçok işimizi kolaylaştırmaktadır. Ancak bu hız ve iletişim; ekonomik kazanımların yanında, siyasal, teknolojik ve kültürel düzlemlere müdahale ettiğinde durum farklı boyutlara ulaşmaktadır. Hız, küreselleşmede çoğunlukla acelecilik ile aynı manayı taşımaktadır. Çünkü şimdiki/eldeki hemen tüketilmeli ve yeni üretilecek olana hızlıca yer açılmalıdır. Hıza acelecilik karışınca, hızın üretim kalitesi üzerinde, insanî olan aklî ve iradî teemmülün etkisi azalmaktadır. Şimdilerde a(y)fyon 8 telefonunun dijital ortamlarda hiçbir eleştiri yapılmadan reklamının hem de bedava yapılması, çoğu genç insanın tabii ihtiyaçları için olan kazanımlarını buraya yönlendirmelerine sebep olmaktadır ki, bu durum ilginç ve trajiktir. Hız, karaktersizliği de beraberinde getirmektedir. Etkileşim fazla olunca, kendisine yabancılaşmış kişi karakter çatışmasına sürüklenmektedir.
Gücün ve güçlünün etkin araçları olan reklamı kendi menfaati için acımasızca kullanıyor olması küreselleşmenin kapitalizme hizmet ettiği eleştirisine sebep olmaktadır. Özellikle bu araçlar, devletler ve devletler düzeyinde ki, güçlü şirketler tarafından kullanılınca hem tekelciliği ve hem de insanların bireysel mahremiyetlerini zedeler hale gelmektedir.
Aslında küreselleşme, bireysel bazda insanların varoluşlarının niteliğini/kalitesini açığa çıkarmaya sebep ya da ön ayak olur gibi görünür iken, diğer taraftan insanların güvenliklerini tehlikeye atmaktadır. Bugün Avrupa ve ABD kendilerinin bir şekilde sebep oldukları güvenlik şizofrenisini yaşamaktadırlar. Küresel araçlarla pompalanan korkular; insanları tedirgin ve korkak yaparken bazılarını da tahrik etmektedir. Tabiri caiz ise, “merkebin aklına karpuz kabuğunu düşürmek”tedir.
Küreselleşme; bir açıdan, bireysel kazanım ve etkileri tetiklemekte, diğer taraftan ister iyi niyetle olsun isterse kötü niyetle olsun yerel olan; dil, kültür ve zevkleri etkisiz hale getirmekte ve zamanla da yok hükmüne sokmaktadır. Bu manada küreselleşme; bir çok yerelliği buna bağlı tarihsel kazanımları, gündelik hayattan çıkarmakta ve insanlığı tek düze hale getirmektedir. Tarihsel kazanımları bir hayat tarzı olarak yaşamak ancak filmlere konu olabilmektedir. Kendisini küresel değerlere emanet eden bizler egemen yerellerin etkisinden çıkmaktan korkuyoruz.
Gücün elindeki küresel araçlar, belli bir zümrenin elinde diğer zümrelerin yokluğuna ve dikkate alınmasına ciddi şekilde zarar vermektedir. Bu çerçevede ekonomiyi tekelleştirmek, aileyi yok etmek, azınlıkların haklarının ve fikirlerinin tahrip edilmesine sebep olunmaktadır. Bu durum üniversitelerde de bir şekilde baş göstermektedir. Kabul görmüş bir fikir ve onun üzerinden fayda temin eden güçlü bir kurum/firma var ise daha iyisini keşfetmemiz ve sunmamız mümkün olsa da engellemelerden kurtulmak çok zor ve hatta bıktırıcı düzeye ulaşmaktadır.
Küreselleşme; dünyada modernizmin gittikçe yayılmasının ve egemen olmasının en ciddi ve geniş zeminini hazırlamaktadır. Modernizm; kendi doğruları dışında doğru kabul etmeyen ya da etkili gücünden dolayı güç yetirilemeyenin, sistem haline gelmesi ve küresel araçların kullanılmasıyla daha da güçlü olmasını ifade etmektedir.
Küreselleşme ile ilgili olarak kabul gören en popüler tespitlerden biri, küreselleşmeyle dünyanın bir köy haline geldiğidir. Bu köylülük; “küresel yerelleşme” ye sebep olmaktadır. Yani tek tip yerel bir düşünce ya da hayat tarzı evrensel imiş gibi dikte edilmektedir. Böylece alternatif ürünlere vitrinde yer bulmak zorlaşmaktadır. İndirgemeci bir yaklaşımla söylersek, bir veya birkaç gücün ürettiği üründen başka ürünü kullanmanın ya da ticaretini yapmanın oldukça zor olduğu toplumsal ve ticarî yapı, küreselleşmenin en önemli sonucudur. Ve tarihte var olan küreselliğin bitmediğini bütün acımasızlığıyla devam etmekte olduğunu anlamaktayız.
Kültürel manada küreselleşmeye gelince, burada ABD’nin özelde de İngiliz dili ve kültürünün tartışılmaz üstünlüğü, bütün dünyaca -ne yazık ki- kabul görmektedir. Küreselleşmedeki bu etki, toptancı tarzdadır.
Küreselleşmenin öncülük yaptığı kapitalist sistemler seçmeci ya da eklektik olsalar, olabilseler küreselleşme bu kadar bencil, dayatmacı ve bu kadar da eleştiriye muhatap olmayabilir. Türkiye’de yakın zamanlara kadar kariyer yapmanın yeter şartı ya da en önemli ayağı; bir batı dilini bilmekti. Doğal olarak bir batı dilini bildiğimizde yalnızca batıdan faydalanıyor ya da batı üzerinden yazıp ona güç katıyoruz. Ve en tuhafı da bunu yapmak evrensel doğru imiş gibi bize dayatılıyor. Elbette batı dilini bilmek gereklidir. Ama herkesin yalnızca batı dili bilmesi gerektiği dayatıldığından ve başka dilleri bilmek bilimsel alanlarda bir anlam ifade etmiyorsa, işte o zaman bir yerel, evrensel imiş gibi dünyayı tek tipleştirmektedir.
Küreselleşme; başta da ifade ettiğimiz üzere insanların belirli güçler arasında/üzerinde kamplaşmalarına da sebep olmaktadır. Bu da paradoksal bir çatışmayı ortaya çıkarmaktadır. ABD, AB, Japonya, Rusya ve Çin’in dışında dünyada sözü geçen başka bir devlet/siyasal güç ne yazık ki yoktur. Bunların da esasta aynı ticarî kampta olduğunu söylemek bir çelişki değildir. Çünkü üretilen silahlar, iletişim araçları ve ekonomi aynı tarz doğru ve benzer yaşamların kurgusunu destekler mahiyette devam etmektedir.
Küreselleşmenin ürettiği bir sonuç olarak, hem devletler düzeyinde ve hem de bir devletin kendi vatandaşları arasında bile toplumsal eşitsizlikler ortaya çıkmaktadır.
Görüldüğü üzere; küresellik, çoğunlukla dünyada, kapitalizmin ve tekelciliğin öncü gücü gibi kullanılmaktadır/çalışmaktadır. Küreselleşmede ahlakî değerlerin noksanlığı ve hatta hiç olmaması birçok nakısaya sebeptir. Bu açıdan meseleye baktığımızda; küresel ve küresel olmayan toplumlar arasında değer kazanımı ve değer kaybı olarak şu hususları zikretmek, bünyesinde bazı haklı itirazları taşısa da, gerekli hale gelmektedir.
a-Küreselleşme; her zaman toptan ve geneli dikkate alarak etkin olmak ister. Yerel ise isminden de anlaşılacağı üzere belli bir etki alanına hitap eder.
b-Küresel olan ve küresel olmayan toplumlarda, egemenlik sağlayan araçlar kökten değişmiştir. Biri yerel olan; kutsal ve gayri kutsal araçları kullanırken diğeri uluslararası kutsalları, ticareti ve silahı kullanmaktadır. Uluslar arası kutsallar dünyevî dindarlıklar üretmek şeklinde kendisini izhar etmektedir ki sahibinden başkasının işine yaramamaktadır.
c-Küreselleşmeyen toplumlarda dil, düşünce, zevk ve haz çeşitliliği çoktur. Bireyin ya da bölgenin, coğrafi konumunun durumuna ve isteğine/ihtiyacına göre üretim çeşitliliği bulunmaktadır. Ancak küresel toplumlar, egemen araçlara sahip ve tabi olmayı medeni olmakla eş değerde görmektedir. Burada sanki evresel değerler varmış gibi bir algı yaratılmıştır. Halbuki, evrensellik bir dil, bir zevk ve bir düşünceyle değil bir çok düşüncenin eşit şartlarda varlıklarını sürdürmeleriyle mümkün hale gelebilmektedir.
d-Küreselleşmede nicel üretim olarak fabrikasyon ürünlerine önem verilir. İnsanların ortak paydasına göre üretim yapılır. Kısa zamanda çok kazanmak esastır. Özel veya şahsa ait özel zevkler, genelin içinde değerlendirilir. Konfeksiyonculuğun gereği olan fabrikasyon mallar ile bireysel olana hizmet eden terzi bunun tipik örneğidir.
Orhan Pamuk, Kara Kitap adlı romanında çok ilginç bir anekdot bize sunar. Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin batılılaşma projesi Fransa kökenlidir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Fransa’dan ithal edilen vitrin mankenleri Pera’da vitrinlerde sergilenir. Vitrinleri seyreden bizim kara yağız delikanlılarımız ve ekser esmer kızlarımız vitrinlerdeki güzellere (?) benzemek için kendilerine çokça makyaj yapmak zorunda hissederler.
Küresel olmayan toplumlarda ilişkiler, daraltılmış tarzda yüz yüzedir. Burada hissediş/duygusal iletişim ön plandadır. Küresel toplumlarda ilişkiler küresel araçlarla küresel tarzda donuk ve emredici karakterdedir. Bu bağlamda küresel olmayan toplumlarda bilinenin aksine toplumsal yapı tek düze değil heterojen özellik taşımaktadır. Küresel toplumlarda da sözde çok kültürlülük güya kabul edilir. Ancak egemen güce alternatif yaşam tarzları sürekli ve behemehal görünmez güçler/menfaatler tarafından baskı altında tutulmaktadır.
f-Küresel olmayan toplumlarda tolerans ve hoşgörünün sınırları epeyce geniş tutulmuştur. Küresel toplumlarda kişi ya da kişiler hayat sahibi olmak istiyorlarsa egemen/küresel tekdüzelikleri yaşamak ve kabul etmek ve hatta onlardan zevk almak zorundadır. Aksi halde varlıklarını kimse dikkate almayacaktır.
Az da olsa küresel olmayan toplumlarda şehir hayatı: meşrebe ve mesleğe göre şekillenmiştir. Küresel toplumlarda ise beraberlik sahip olunan mülkiyete/zenginliğe göre hayat kazanmaktadır. Bu durum, insanların sosyalleşmesini engelleyen bir çıkmazdır. Artık “komşu komşunun külüne muhtaç” değildir.
g-Küresel toplumlarda yaşayabilmek için çok şeyi bilip, tecrübe etmek esas olduğundan bireyin temyiz yaşı neredeyse 30’unda başlıyor. Çünkü birey, hayatını devam ettirmek için her şeyi kendisi bilmek, yapmak ve kazanmak zorundadır. Ailenin ve komşunun, küreselleşmiş bireyin hayatında yeri çok fazla yoktur. Çünkü kimsenin kimseye vakit ayırmaya zamanı yoktur. Küresel olmayan toplumlarda bu yaş, 15-20 arasıdır. Hem kendi ailesi ve hem de komşuları, onu, hayatın karmaşasına karşı korumaktadırlar.
k-Küresel olmayan toplumlarda, aile, geniş menzillidir. Anne, baba, çocuk, büyükanne ve büyük babadan oluşmaktadır. Ailenin diğer üyeleri olan amca, teyze, hala dayı da aile ile yakın ilişki içindedir. Bu aile yapısında yeni bireylerin büyüyüp yetişmesinde genç anne- babaya hayat kolaylaşmaktadır. Küresel toplumlarda ise çekirdek aile ve hatta tek anne ya da babadan (singel parents) teşekkül etmektedir ki, yeni bireyleri/çocukları büyütmek büyük sorun olduğundan başka toplumsal yapı ve kurumlara ihtiyaç duyulmaktadır. İki insanın yani yalnızca bir anne ve bir babanın bir çocuğu yetiştirmelerindeki bilgi ve tecrübeleri ile aynı zamanda büyük anne ve büyük babanın da bilgi ve tecrübelerinin dahil olduğu bir yetiştiricilik asla eşit değildir. Her kesin konumu ve tecrübesi çocuğun hayatında farklı renkleri doğurmaktadır. Bilinmektedir ki, yaşlılar çocuklarla çok iyi dost olabiliyorlar.
Üretim ister ekonomik bazda olsun ister bilgi, kültür ve medeniyet bazında olsun, insana ve insanî ihtiyaçlara hizmet etmek için vardır. Üretimde hizmet veren bütün bireylere elde edilen kazanç, asgari düzeyde adil bir şekilde paylaştırılmalıdır. Böylece insanların mutluluğu temin edilmiş olunur. Aksi halde sahip olunan mülkiyetin keyfini yaşamak zorlaşmaktadır.
Doğal olarak bilmekteyiz ki, insanların yalnızca dünyada mutlu olmaları insanlığın mutluluğu için yeterli değildir. İnsanların mutlaka muhatap olacakları ölüm gerçeğine karşı kendilerini güvence altına almaları ve tatmin edilmeleri gerekmektedir. Uhrevî mutluluğun dünyevî hayata dahil edilmesi, güç sahibi insanların kazanımlarını paylaşmalarına her zaman gerekçe olmuştur.
Küreselleşme ile kapitalizmin birlikteliği çok kazanma ve çok tüketme üzerine inşa edildiğinden, insan çok kazansa da paylaşmadığı için çoğunlukla gaddarlaşmakta ve elde edilen nimet kendisini tatmin etmemektedir. Diğer taraftan sınırlı bir varlık dünyasında sınırsız üretim, sınırlı olan dünyamızı bitirmek/tüketmek manasına gelmektedir. Dünyevileşme/sekülerleşme bütün cepheleriyle küresel toplumlarda hayatın gayesi/hülyası olmuştur.
Küreselleşme tabiata olabildiğince yüklenmekte, onu asla tükenmeyecekmiş gibi israf etmektedir. Milyonlarca yıldır toprağın altında olan fosil bitki kalıntılarını (petrolü) yüz senede bitirerek onları karbondiokside çeviriyor. Ve yüzyıllardır insanlığa hizmet eden dünya hizmet etme niteliğini kaybediyor. Yine de hepimiz bundan memnunuz. Halbuki insan, ihtiyaçları sınırlı bir varlıktır. Kur’an’ın ifadesiyle “yiyiniz içiniz israf/masraf etmeyiniz” buyruğu evrensel düzlemde, hem insanı ve hem de sınırlı olan dünyaya nasıl yaklaşmamız/davranmamız gerektiğinin değişmez evrensel ilkesini önermektedir.
Buna karşın küresel olmayan toplumlarda ise dünyevileşmeyle beraber uhrevî ümitler için çalışmak/çaba göstermek bir şekilde insanı tüketim karşısında mütevazileştiriyor. Bu durum doğası gereği karşılıksız yardım ve beraberliği oluşturduğundan insanların birbirlerine güvenlerini artırmakta ve insanlar az şeye sahip olsalar da mutlu olabiliyorlar. Bu bağlamda haz ile mutluluğun ayrı hissedişler olduğunu belirtelim.
Küreselleşmenin iki büyük avantajı (!)
- Yalan söylemek ki, hiçbir malın reklamında o malın eksik, noksan ve kötü tarafı söz konusu edilmez.
- Küreselleşme insanın nefsini sürekli/behemehal tanrılaştırmaya teşvik etmektedir.
Evrensel değerlerin üretilmesi için gayret göstermek ve küresel etkilerin insanlığı kasıp kavurduğu bir dünyadan çıkış yolu bulmak, elbette yine insana kalmış bir görevdir. İnsan kendisini tanıdıkça, kendisini geliştirdikçe, kendi türü olan insan tarafından üretilmiş sorunların üstesinden gelebilir.
Küresel, evrensel, universal kavramları gündemimizi birçok yönüyle meşgul etmeye devam ediyor. Yazının bütününde de söz konusu yönleri mukayeseli atıflar zinciri halinde buluyoruz. Çerçeve bir metin olması itibariyle önemli noktalara temas edilmiş.
Küreselleşmenin karşıtı olarak zaman zaman kullanılan yerellik ifadesi dikkatimi çekti. Bu ne kadar sağlam/kapsamlı bir tanımlamadır? Ayrıca “Küresel olmayan” şeklindeki tanımlamayla bir nevi değilleme ile kavramsallaştırmanın kendi içinde başka bir küresel algıya hizmet ettiğini düşünüyorum. Şöyle ki yazıda da kısmen işaret edildiği üzere küresel olanda her ne kadar farklı olana hoşgörü varmış gibi görünse de kavramlar dahi tek bir merkeze göre oluşturulur ve sonrasında mefhumlar buna göre tartışmaya konu olur. Bu bağlamda insanlık için pek de hayırlı görülmeyen bu kavramın zıddının olan/olmayandan ziyade daha farklı bir kavram ve zemine oturması elzem görünüyor.
Daha önce de ifade ettiğim gibi metin mukayeseli çerçeve bir metin olarak öne çıksa da yazının sonunda kısmi bir değerlendirme/sonuç/yönlendirme aradım.