- Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.
- İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.
- Kur’an fatihada, fatiha besmelede, besmele (ب)‘da, o da altındaki noktada mündemiçtir.
İlmin kapısı Hz. Ali’ye atfedilen bu üç söz, bende her zaman bir heyecana yol açmıştır. Bilmemenin, anlamamanın; ama anlama ve anlayınca da bir şeylere ulaşma ihtimalinin heyecanına.
Bilmediğini bilmek, insanın sahip olabileceği ilk erdem olsa gerek. Onun peşine düşmek de ikinci. Peki ulaşılacak şey nedir? Harf, nokta.. Nasıl ve neden?
Buraya kadar eğip büktüğüm harfler olmasa gerek, şah-ı merdana kırk yıl kölelik ettirecek. Ya da cümlenin sonuna eklediğim nokta mı, bir derya bildiğimiz ilmin serencamı?
Bismillah deyip tefekküre başlayayım diyorum, daha bismillahı anlamadığım yazılı zihin duvarına çarpıyorum. Duvara çarpa çarpa ilerleyemiyorum. Ama her çarpışımda bin parçaya bölünüyorum. Nihayet, nihayet bulunca bölünüm, farkına varıyorum bendeki bölünemeyen özün. O lâ yetecezzâ cüzün. Tanımsız ve boyutsuz o hakiki tözün.
Muhtemeldir, bütün afakı rasat etsem de bulamayacağım noktayı, enfüsümde hissediyorum. Evreka diyorum. Vecedtu diyorum. Vicdan…
Artık tefekkürümün bir nokta-i istinadı var. Bu noktadan sonra herşey daha mı kolay? Bilmiyorum. Tekrar besmeleye dönmeliyim.
Noktayı b’den ayrı farz edersek, besmelenin harf be harf tercümesi böyle olsa gerek: Nokta ile isim Allah Rahman Rahim. Burada önce kendimi görüyorum. Yalnız olamam diye düşünürken bir harf çıkıyor karşıma. Bir bağ, bir bâ (ب). Ancak başkasıyla bir anlama delalet edebilen varlık. İşte bu harf diyorum, beni o şeye ulaştırabilir. Derken isim çıkıyor karşıma. Kendi başına bir anlamı olan varlık. Nedir bu diye daha da yaklaşıyorum. Zat-ı uluhiyyet tüm celaliyle beliriyor. Sübhan diyorum. Ürküyorum. Yine de tanımaya çalışıyorum. Rahman geliyor. Varoluşumun tüm boyutlarını hissettiriyor bu isim bana. Ufuklar aydınlanıyor. Elhamdülillah. Bu defa etrafımı çepeçevre kuşatan bir varlık sahasının sonsuzluğunda kaybolma hissi ürpertiyor. Yoksa yokluğa mı gidiyorum? Karşımda duran Rahim ismi bana bakıyor. Hududu çiziyor. Allahuekber.
Gerçekten bir yolda yürüdüm de, bir mesafe aldım mı? Geri dönüp baksam.. mümkün mü? Bir noktayı kendim sayarak bunca fena, bunca beka anlaşılabilir, anlatılabilir mi? Geri döndüğümde o noktayı bulur muyum acaba yeniden? Nokta; (ب)’dan ayrı farz edilebilir mi?
‘’Fena olmadan beka bulunmaz’’, ‘’ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir’’, ‘’nefsini bilen Rabbini bilir’’, ‘’marifetullah ilimlerin şahıdır’’ yazılı levhalar gelip geçiyor hayal gözümün önünden. Kadim felsefenin atomcuları mı haklı, madde-suret teorisyenleri mi; bizim kelamcılar mı doğruyu bulmuş, yoksa hükema mı; alemde izafiyet mi geçerli, kuantum mu; diye düşünceler geçiyor içimden. Yoksa ben de o noktayı çoğaltan cahillerden mi oldum?
Sonluluk olmadan sonsuzluğu, sonsuzluk olmadan Allah ism-i celalini kavramaktan çok uzağım. Ve bana, beni bu isme ulaştıracak bir harf, harften ayrılmaz bir nokta gerekli.
Nokta harften ayrılmıyorsa, onun sabitliği herşeyin sabitliğini beraberinde getirir. Nokta insanın değişmeyen özüyse, herşeyi ona bağlamakla insanı tanrılaştırmış oluruz. Oysa ki nokta ve tüm mevcudat; birbiri arasındaki bağ ve ihtizazi bir hareketle ilimden kudret sahasına geçer. Nokta; gerçekten cümlenin sonuna eklediğimdir ve asla sabit, tesirsiz değildir. Sizdeki diğer noktalara pozitif, negatif veya nötr etki ederek hareketinizi şekillendirir. Bu arada kendisi de başka bir şekil alır. İki nokta birbiriyle ya birleşir veya çarpışır. Açığa çıkan belki hiç’tir ama asla ikiden az değildir. Çünkü aslolan; herşey o’dur demek değil, herşey O’ndandır demektir.
Yıllar önce rastladığım şu beyiti hatırlattı bu yazı bana:
Noktadır kübra göremez âma
Noktada zatı bilemez zira
İlim şehrinin kapısı Hz. Ali ile ilgili küçük bir anektod:
Hz. Ali kendisine Hz. Osman’ın katillerini bulma ve adaleti sağlaması yönünde baskı yapanlara der ki; “Bana bir harf öğretebilecek durumdaysanız, kırk yıl köleniz olmaya razıyım. Değilseniz bana işimi öğretmeye kalkmayın.”