Işk İmiş Her Ne Var Âlem’de/İlim Bir Kîl ü Kâl İmiş Ancak: Fuzulî Ne Demek İstedi?, İhsan Fazlıoğlu, Klasik Yayınları, İstanbul 2011.
İhsan Fazlıoğlu, kendi deyimiyle “felsefe-bilim tarihi ile ilgilenen biri” olarak İslam-Osmanlı-Türk entelektüel tarihi üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmış değerli bir akademisyenimizdir. Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde görev yapmaktadır. Yazımıza konu ettiğimiz kitabında İslam düşünce tarihine ilişkin bir okumanın nasıl yapılabileceğini bir beyit üzerinden göstermeye gayret etmektedir. Bu beyit aynı zamanda kitaba adını vermiştir: “Işk İmiş Her Ne Var Âlem’de/İlim Bir Kîl ü Kâl İmiş Ancak”. Fuzulî’nin bu beyti, “aslolan aşktır, sevgidir kardeşim; ilim de ne ki?!” diyerek ilmi küçümsemek isteyenlerin sıklıkla müracaat ettiği bir beyittir ve divan edebiyatı ile arası pek iyi olmayan toplumumuzda nadiren şöhret bulanlardandır. Fazlıoğlu, beytin bu şöhretinden yararlanarak tabiri caizse onu bir hadd bildirme aracı olarak kullanmıştır. Bu hadd bildirme konusunda şahsen iyi yaptığını da düşünüyorum. Çünkü klasik düşünce tarihimizi anlamaya çalışanlar arasında usule riayet edenleri bulmak oldukça zor. Çoğu zaman düşünce tarihimiz ile ilgili bilgileri birinci el kaynaklardan değil; ikinci el metinlerden derlemeye çalışıyoruz. Fârâbî, İbn Sînâ, Gazâlî, İbn Rüşd, Fahreddîn Râzî, Âmidî vb. önemli isimlerin kıymeti ölçülemeyecek metinlerini bir kenara bırakıyor, doğruluğu test edilmemiş modern söylemler üzerinden okuma yapmaya çalışıyoruz. Bu durum, gerçekten birilerinin hadd bildirme faaliyetini haklı çıkarıyor. Fazlıoğlu da bu kitabında ilim, ışk, âlem gibi kavramların nasıl anlaşılabileceği hakkında klasik metinler üzerinden giderek bir araştırma örneği sunmaktadır. Buraya kadar Fazlıoğlu’nu takdir etmemek mümkün değil. Ancak bence esas sorunlardan bir tanesi, Fazlıoğlu gibi İslam düşünce tarihinin yeteri kadar iyi anlaşılamadığını ve bu noktada usulsüzlüğün ciddi bir engel oluşturduğunu söyleyen hocalarımızın “doğru bir anlamanın” örneğini oluşturacak telif metinler ortaya koymamalarıdır. Daha önce yine bu mahfilde Tahsin Görgün’ün İlahî Sözün Gücü adlı kitabı üzerinden benzer değerlendirmeler yapmıştık. Hocalarımız, haklı olduklarını düşündüğümüz şekilde eleştiriler yöneltmekte fakat adam akıllı bir inşa yapmamaktadırlar. Çoğu zaman “ayrıntılara girmeden” bazı ufuklara işaret etmekte ve bu ufukları kapsayamayacakları kısa metinler üretmektedirler. Bu açıdan Fazlıoğlu’nun kitaplarına baktığımızda yine aynı sonuçla karşılaşmanın hüsranı içinde kalıyoruz. Fazlıoğlu’nun Akıllı Türk, Kendini Aramak, Kendini Bulmak, Sözün Eşiğinde, Soruların Peşinde isimli kitapları deneme türü yazılarının ve bazı konuşmalarının derlenmesi ile vücut bulmuşken; Kayıp Halka, Nazarî Ufuk, Derin Yapı adlı kitapları ise ilmî makalelerinin toplamından ibarettir. Dikkat edileceği gibi Fazlıoğlu’nun maalesef telif bir kitabı bulunmamaktadır. İslam düşünce tarihinin gereği gibi okunmadığı ve yazılmadığının farkında olan araştırmacılar Fazlıoğlu gibi akademisyenlerimizden sadra şifa metinler beklemektedir. Bu sorumluluğu yerine getirmedikleri sürece, bir hocamızın tabiriyle “uçuk inşacı” olmaktan öteye geçemeyeceklerdir.
Bu “uçarı” hali görmek için yazımıza konu olan kitabın “Mefhuma Yelken Açmak” başlıklı girişine bakılabilir. Fazlıoğlu burada “nazar” kavramının nasıl anlaşılabileceğine dönük çabasını bizlerle paylaşmakta ve farklı ilmî geleneklerde nazar kavramı için yapılan tanımları bize sunmaktadır. Ancak açıkça söylemek gerekirse bunu okuyucuyu rahatsız eden bir üslupla yapmaktadır. Bakalım: “nazarın, Yunanca theorianın çevirisi olduğu gerçeğinden hareketle, theoria kavramına yüklenilen tüm anlamların ona da yüklenebileceğini kabul etmek makul bir yoldu”, “daha çok dönemin cebir biliminin etkisinde türetilmiş bir tanımla karşılaştım… bu tanımın bir öncekinin yarattığı sorunları çözdüğünü fark etmek de oldukça keyifliydi”, “ancak bu tanımın da pek sağlıklı olmadığını fark etmek fazla zaman almadı”, “tekrar metinlere dönünce tanımın tadil edildiğini gördüm”, “sorun burada nihayet bulmadı”, “soru bir kere yola çıkmıştı; bize de peşinden gitmek düşüyordu”, “küçük bir dikkat, nazarın bu tanımının aslında kıyas sürecinin bir betimlemesi olduğunu gösterdi”, “eh! Ne olduğunu az çok anladım; sorunu çözdüm derken, aslında bu tanımın nazarın birinci anlamı olduğu, bir de ikinci bir anlama sahip olduğu uyarısını aldım”, “nazara ilişkin bu maceranın tam da sonuçlandığını düşünürken daha metafizik bir tanımıyla karşılaştım”.
Buraya aldığım ifadelerin bazılarında şahsi tasarruflarda bulundum ancak bu, herhangi bir kelimenin çıkarılması veya eklenmesi gibi bir şey değil. Sadece yazarın demek istediklerini daha görünür kılmak için bazı ifadeleri öne çıkardım. Yukarıdaki satırları okuduğumuzda “sen neymişsin be abi” demekten kendimizi alamıyoruz. Yazarın, bireysel tecrübesi olarak yaşadığı bu serüven bize usulî açıdan çok şey öğretse de üslup, düşünce tarihimizdeki sorunları bir çırpıda çözebileceği vaadinde bulunan bir süper kahraman edasını hissettirmektedir. Fazlıoğlu’nun arka kapaktaki fotoğrafını gördüğümüzde bu kahramanlığı ona yakıştırabiliriz, fakat “âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz” mısraını hatırladığımızda bu kahramanlığın ancak klasik metin geleneğimizin derinliğine layık telif çalışmalarla ortaya konabileceğini anlamış oluyoruz.