Osmanlı Şehirlerinin Oluşumunda Vakıf Müessesesinin Katkıları


Sözlük anlamı durmak, durdurmak olan vakıf, bir malın, sahibi tarafından dinî, sosyal ve hayrî bir amaca matuf olarak ebediyyen tahsis edilmesi ile vücuda gelen ve İslam medeniyetinin temelini teşkil eden kurumlardan birisidir. Vakıf müessesesi, İslâm düşünce tarihinde esas olarak fıkıh/İslâm hukuku ilminin konuları arasında yer almış; vakıfların mahiyeti, şartları ve hukuki sonuçları gibi teorik konuların çoğu bu ilim dalının klasik kitaplarında ayrıntılarıyla incelenmiştir. Bu cümleden olmak üzere fakihler, vakfın mülkiyeti hususunda muhtelif görüşler ortaya koymuştur. Örneğin, İmam Azam’a göre vakfın mülkiyeti -hâkimin hükmüne iktirân etmediği sürece- vakfeden kişiye ait iken talebesi İmam Ebu Yusuf’a göre ise vâkıf vakfettim dedikten sonra mülkiyet Allah’ın temellüküne geçmiştir ve artık vakfa konu edilen malın geri dönüşü yoktur.

Vakfın menşeinin dayandırıldığı birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif bulunmaktadır. Bunların ekseriyeti, Allah’ın vermiş olduğu nimetlerin, yine Allah’ın rızası gözetilerek tasadduk edilmesini salık verir. “Doğrusu sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah’a karz-ı hasende bulunanlar (gönül hoşluğuyla güzel ödünç verenler)in (karşılıkları) kendilerine kat kat verilecektir. Onlar için (ayrıca) değerli bir mükâfat vardır” (Hadîd Suresi: 57/18).

Ebû Hüreyre’den rivayetle, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.”

Resul-i Ekrem’in uygulaması ile başlayan ve haleflerince geliştirilerek kullanım alanı genişleyen vakıf kurumu, Osmanlılar ile zirveye ulaşmıştır. Osmanlılarda şehir asker ile fethedilir ve vakıf ile kurulur anlayışı her daim hüküm sürmüştür. Buna göre dârü’l-cihada dahil olan bir şehir, ilk başta kolonizatör Türk dervişlerince İslam ile tanıştırılır ve aman verilerek fethedilmeye çalışılır ki bu, kılıç kullanılmadan gönüllerin fethi ile gerçekleşirdi. Eğer bu kabul görmez ise fetih kılıç ile gerçekleştirilirdi. Şehrin fethi gerçekleştikten sonra ilk iş, fetihte baş rol oynayan kişi tarafından büyük ölçekli bir vakfın kurulması olurdu. Bu kişi, padişah, vezir ya da komutan olabilirdi. Buna dair birçok örnek vermek mümkündür. II. Mehmed İstanbul’u fethettikten hemen sonra Ayasofya’yı tevhide kavuşturarak camiye çevirmiş ve İstanbul’u canlandırmak üzere Ayasofya merkezli büyük bir vakıf kurmuştur. Bir diğer örnek ise Filibe’nin fethinden bir süre sonra Gazi Şehabeddin Paşa, vakıf aracılığıyla büyük bir külliye inşa etmiş ve şehrin çehresini değiştirmiştir. Bu minvalde, Osmanlıların vakıf anlayışı, îlâ-yı kelimetullâh uğruna şehirler bünyâd etmek ve ibâdullahın terfî’-i ahvâlini istikrarlı hale getirmek üzerine inşa edilmiştir.

Osmanlılar’da vakıf müessesesinin şehir hayatının birçok alanında faaliyet gösterdiği bilinmektedir. Buna göre vakıf, cami, mescid, medrese, mekteb, han, hamam, imaret, kervansaray, çeşme, kaldırım vb. yapılar inşa eder; fukaranın ihtiyaçlarını giderir; talebeye burs verir; imam, müezzin, müderris, muallim, suyolcusu, kayyım, cüzhan, bevvab, ferraş gibi vazifelilerin maaşını öderdi. Tüccarın yol güvenliği için han ve kervansaray inşa eder; para vakfı ile tüccarın, tefeci eline düşmesine engel olur ve sermaye ihtiyacını karşılar. Yaz aylarında güneşten mustarip insanlara soğuk su ikram etmek için dağlardan buz tedarik ederken, kış aylarında ise cami cemaatinin sıcak suda abdest alabilmesi için sıcak su tedarik ederdi.

Özetlenecek olursa Osmanlı İmparatorluğu devrinde pek büyük bir inkişafa mahzar olan vakıflar sayesinde bir adam vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf mallardan yer ve içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir mektepte hocalık eder; vakıf idaresinden ücretini alır ve öldüğü zaman kendisi vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü. Bu suretle beşerî hayatın bütün icaplarını ve ihtiyaçlarını vakıf mallarla temine pek âlâ imkân vardı.

Vakfiyye Belgelerinin Şehir Tarihi Açısından Değerlendirilmesi

Osmanlı’da her bir vakfın vakfiyye adı verilen bir kuruluş senedi olurdu. Bu belge kadı ve şahitler huzurunda kâtip tarafından kaleme alınır ve şehre en yakın vakıf nazırı ya da müfettişi tarafından onaylandıktan sonra resmi bir belge niteliği kazanırdı. Günümüzde vakıflar ve dolayısıyla şehirler ile alakalı ayrıntılı bilgilere bu belgeler vasıtasıyla ulaşabilmekteyiz. Bu nedenle vakfiyeler ve vakıf ile alakalı diğer belgeler, şehir tarihi incelemelerinde çok önemli bir yere sahiptir.

Genel olarak vakfiyyeler yedi bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler, vakfın tescil ve tasdik bölümü, davet-dibace kısmı, vâkıfın künyesi, vakfın hayrat ve akarat kısmı, vâkıfın şartları kısmı, fakihlerin görüşleri ve vakfın şahitleri kısımlarından müteşekkildir. Vakfın tescil ve tasdik kısmı, kadı ve şahitler huzurunda yazımı tamamlanan belgenin onayının ilgili nazır ya da müfettiş tarafından onaylandığını/mühürlendiğini gösterir bölümdür. Bu bölümde, onaylayan kişinin ismi ve mührü bulunur. Davet/Dibace kısmı, besmele, hamdele ve salvele ifadelerini ihtiva eder. Ayrıca, vakıf kurmanın faziletini ifade eden muhtelif ayet ve hadislere de bu bölümde yer verilebilir. Vâkıfın künyesi kısmında ise vakıf kurucusunun mensub olduğu meslek, devlet kademesi, tarikat ya da ilmiye ve askeri rütbe gibi tanımlayıcı ibarelerin yanısıra vakfın kurulduğu yerin ismi bulunur. Vakfın hayrat ve akaratı kısmında ise, vâkıfın vakfetmiş olduğu menkul/gayrimenkulü ya da inşa etmiş olduğu hayır müesseselerini tasvir edici ifadeler kullanılır. Vâkıfın şartları bölümünde, vâkıfın vakfetmiş olduğu menkul/gayrimenkulün nerede, nasıl, kim tarafından ve hangi hayri amaca yönelik tasarruf edileceği belirtilir. Fakihlerin görüşleri kısmında İmam Azam, İmameyn, İmam Ensari, İmam Züfer gibi müctehid imamların vakıf hususundaki görüşlerine yer verilir ve bu işlemin meşruiyeti sağlanır. Son olarak vakfın şahitleri bölümünde ise, vakfın kuruluşuna şahitlik eden kişilerin isimleri unvanları ile birlikte verilir ve vakfiyenin sonuna işlemin yapıldığı günün tarihi yazılır.

Yukarıda ayrıntılı bir şekilde özellikleri verilen bu belgelerden, vakıf kurucularının unvanlarından yola çıkılarak vâkıfın biyografi çalışması yapılabilir. Ayrıca bazı vakfiyyelerin dibace bölümlerinde ayet ve hadisler haricinde edebî ifadeler bulunmaktadır. Bu ifadelerin edebî açıdan incelenmesi de mümkündür. Müctehid imamların görüşleri de fıkıh ilmi açısından önem arz etmektedir. Bahsi geçen bu özelliklerin yanında belki de en önemlisi bu belgelerin şehir tarihi açısından analiz edilmesidir. Çünkü hayır sahibi bir kişinin kurmuş olduğu vakıf ile bulunduğu bölgeye yapmış olduğu katkı hem sosyal tarih hem de iktisat tarihi açısından önemlidir. Vâkıfın vakfa konu etmiş olduğu menkul/gayrimenkulün ihtivası, bunların tasarruf edilmiş olduğu alanların bilgisi, bunlar aracılığı ile inşa edilen eserlerin içeriği ve vakıf geliri ile istihdam edilen müstahdemlerin bilgileri sosyal ve iktisadi tarih açısından önemlidir. Yazımızın son bölümünde verilen vakfiyye örneğinde de mevzu bahis olunan konuları görmek mümkündür. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde birçok vakfiyye bulunmaktadır. Vakfiyyeler müstakil bir defterde bulunduğu gibi şer’iyye sicillerinin muhtelif yerlerinde de bulunmaktadır. Bu belgeler, Osmanlı şehirlerinin incelenmesi noktasında önemli katkılar sağlamaktadır.

Vakfiye Örneği

9 Rebiülevvel 1327 / 31 Mart 1909 Tarihli Murad bin Ömer Vakfı

Hulâsa-i mahsûsa 692 Hulâsa 2173

İşbu vakfiyye fî 26 Zilhicce sene 329 tarihinde sudûr iden irâde-i aliyye mûcebince kaydolunmuşdur. Nâib-i bi-Kazâi Gümülcine Ali el-Murtaza ufiye anhu.

El-Hamdü li’llâhi’llezî e‘azze havâssa ibâdihi bi-sarfi emvâlihim ilâ-envâʻi’l-hayrât ve eʻânehum alâ-iktisâbi asnâfi’l-mehâmidi ve’l-meberrât ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ-resûlihi ve nebiyyihi Muhammedin hayri’l-beriyyât ve alâ-âlihi ve ashâbihi ilâ-yevme yestezıllü’l-mer’u tahte’s-sadakāt. Emmâ baʻd işbu vakfiyye-i celîlü’ş-şân ve cerîde-i bedîʻu’l-unvânın tahrîr ve inşâsına bâdî ve tastîr ve imlâsına âdî oldur ki Medîne-i Gümülcine’nin Şeyh Cumʻa Nâhiyesi kurâsından Balabanlı Karyesi ahâlîsinden işbu bâʻisü’ş-şerîfe sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât Murad bin Ömer medîne-i mezbûre mahkemesinde meclis-i şerʻ-i şerîf-i enverde zikr-i âti’l-beyân vakfa li-ecli’t-tescîl mütevellî taʻyîn eylediği karye-i mezkûrede Ömer bin Mustafa mahzarında bi-tavʻih-i ikrâr ve taʻbîr-i ani’l-merâm idüb atyeb-i mâlımdan ifrâz eylediğim bin guruşu hasbeten li’llâhi’s-Samed vakf-ı sahîh-i müebbed ve habs-i sarîh-i muhalled ile vakf ve habs idüb şöyle şart eyledim ki; Meblağ-ı mezkûr bin guruşu alâ-vechi’l-helâl bâ-yed-i mütevellî rehn-i kavî veya kefîl-i melî ile senevî ziyâde ve noksân olmayub onu on bir buçuk hesâbı ile istirbâh olunub hâsıl olan ribhinden karyemizde vâkiʻ iʻâne-i ahâlî ile bu kerre inşâ olunan câmiʻ-i şerîfin tefrîşâtı ve taʻmîrâtıyla îkād-ı kanâdîl oluna ve ben lâbis-i libâs-ı hayât oldukca vakf-ı mezkûrun tevliyeti bana ve vefâtımdan sonra karyemiz ahâlîsi beynlerinde tevliyete muhtârları olan kimseye meşrûta ola ve bi-emri’llâhi teʻâlâ mürûr-ı eyyâm ve kürûr-ı aʻvâm ile icrâ-yı şerâit-i mezkûre müteʻazzire olur ise ribh-i mezkûr mutlakā fukarâ-i müslimîne sarf oluna deyüb meblağ-ı mezkûr bin guruşu fâriğan ani’ş-şevâğil mütevellî-i mezbûra teslîm ol dahi vakfiyyet üzere kabz ve tesellüm ve sâir mütevellîlerin evkāfda tasarrufları gibi tasarruf eyledi didikde gıbbe’t-tasdîki’ş-şerʻî vâkıf-ı mezbûr butlân-ı vakf-ı nukūda ve zımnında olan kuyûda baʻdehu kavl-i adem-i lüzûma teşebbüs idüb mütevellî-i mezbûr dahi sıhhat ve lüzûmuna zâhib olan eimme-i dîn kavlleriyle mukābele birle hükm taleb idicek fî-zamâninâ beyne’l-ulemâi’l-izâm cârî olan vech-i muhtâr üzere hâkim huzûrunda murâfaʻa itdiklerinde ol dahi âlimen bi’l-hilâfi’l-cârî beyne’l-eimmeti’l-eşrâf vakf-ı mezbûrun evvelen sıhhatine ve sâniyen lüzûmuna kazâ-i merʻî olunmağla vakf-ı mezbûr sahîh ve lâzım olub min-baʻd nakz ve ibtâli mümteniʻu’l-ihtimâl oldu cerâ zâlike fi’l-yevmi’t-tâsiʻ min-şehri Rebîʻülevvel li-sene sebʻa ve ışrîn ve selâse mie ve elf.

Şuhûdü’l-hâl: Ketebeden Yusuf Efendi ve Hâfız Hasan Efendi ve Muhzır Ali Molla ve gayruhum.

vakfiyye örneği

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s