Kel Başa Şimşir Tarak


Yazan: Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL

Türkiye Gazetesinin 13.08.2017 tarihli nüshasında Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil imzalı “Nereden Nereye Gelmiş” başlıklı bir yazı yayınlandı. Bazı konularla ilgili kişisel değerlendirmelerini, kanaatlerini hatta önyargılarını içeren böyle bir yazı cevap vermeye değer bulunmayabilirdi. Ancak adı geçen şahsın, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ile ilgili yalan yanlış bilgileri, dedikoduları ve iddiaları kurum adı vererek gündeme taşıması, konuya vakıf olmayan insanımızı bilgilendirme ihtiyacını doğurdu. Yazısının başında anlattığı, İlahiyat Fakülteleri, hocaları ve öğrencileriyle ilgili önyargısını ortaya koyan, doğruluğunu test edemeyeceğimiz örnekleri bir tarafa bıraksak bile tarihçi olarak hiçbir belge ve bilgiye dayanmadan, adeta sokak ağzıyla savurduğu iddialara bakılırsa, kendi üslubuyla, tarihi tersyüz etmek onun gibi tarihçilere, onların hatalarını düzeltmek de tarihinden birazcık haberdar olan bizlere kalmış görünmektedir. Örneğin, İlahiyat Fakültesinin kurulması esnasında, müfredat hazırlanırken İnönü’nün müdahalesiyle ilgili aktardığı naklin kaynağını vermesi ve doğruluğunu tevsik etmesi tarihçi olarak herkesten önce kendisine düşmektedir. Bu nakle bakarsanız, İlahiyat Fakültelerinde Sosyoloji, Psikoloji, Tarih, Felsefe dersleri başlarına “Din” eklenerek ilk defa İnönü tarafından konulmuştur. Halbuki 2. Meşrutiyet döneminde Maarif Nazırı olan Emrullah Efendi’nin hazırlatıp 1912 de kanunlaştırdığı Daru’l-Fünun projesinde yer alan Ulûm-u Şeriyye şubesinde, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam ve Tasavvuf dersleri yanı sıra, İlmü’n-Nefs (Psikoloji), Mantık ve Ahlak, Felsefe, Felsefe Tarihi, Dinler Tarihi gibi dersler de bulunmaktadır. Şimşirgil’in “ucube bir İlahiyat Fakültesi programı” olarak nitelediği ve ne olduğunu bugün bile bilmediği programın temeli bundan bir asrı aşkın bir süre önce Osmanlı’nın son döneminde atılmıştır.

1924’te tekrar açılması kararlaştırılan ve 1933 yılına kadar devam eden İstanbul Darulfununu İlahiyat Fakültesinde okutulan müfredata bakılırsa Şimşirgil’i rahatsız edecek bir hayli ders bulunmaktadır: İslam Dini Tarihi ve Metafizik, İslam Mezhepleri Tarihi, Dinler Tarihi, Din Psikolojisi, Dînî İctimaiyyat (Din Sosyolojisi), İslam Felsefesi Tarihi, Kelam Tarihi, Ahlak, Felsefe Tarihi, Tasavvuf Tarihi, Fıkıh Tarihi, Türk Dînî Tarihi, Arapça. Hazırlanan kanun metninde de verilecek dersler şu şekilde sıralanmıştır: Tefsir ve Tefsir Tarihi, Hadis ve Hadis Tarihi, Fıkıh Tarihi, Kelam Tarihi, Mâba’dut-Tabiiyyât (Metafizik), Tasavvuf Tarihi, Tarih-i Edyan, İctimaiyyat (Sosyoloji), Ruhiyyât (Psikoloji), Ahlak, İslam Felsefesi Tarihi, İctimâî Ruhiyyat (Sosyal Psikoloji), Tarih-i Felsefe, Türk Tarih-i Dinisi, İslam Felsefesi.

Şimdi de, 1933 yılındaki kapanışından sonra ilk olarak Ankara Üniversitesi bünyesinde 1949 yılında açılan Cumhuriyet döneminin ilk İlahiyat Fakültesine gelelim. O dönemin Milli Eğitim Bakanı ve daha sonra bu fakültenin dekanı olan Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu Meclisteki konuşmasında İlahiyat Fakültesinin müfredatını şöyle açıklamaktadır: “Bu fakültede okutulacak dersler başlıca İslâmî İlimler olacaktır. Fıkıh, Tefsir ve Hadis gibi. Bunun yanı başında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin derslerinden manevi bilgiler, psikoloji, sosyoloji gibi bilgiler de gösterilecektir. Yine Edebiyat Fakültesinin lisan kursları İlahiyat Fakültesinin yardımcı dersleri olacaktır. Arapça ve Farsça, Avrupa dilleri yardımcı dersler olarak okutulacaktır. Bunun dışında İlahiyat Fakültesinde mukayeseli din tarihi ve başka dinler hakkında da umumi bilgiler verilecektir.” (Kaynak: Münir Koştaş, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (Dünü-Bugünü), Ankara Üni. İlahiyat Fak. Dergisi, Ankara-1999 (özel sayı), s. 141-184). Türkiye’de dinî yükseköğretimin geçmişi ya da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin kuruluşu ile ilgili yazılanlara kısa bir bakış bile yazarın kafasında ürettiği senaryoların ne kadar hayal ürünü olduğunu göstermeye kâfidir.

İlahiyatçıları dini yıkmakla suçlayan ve onlara karşı İslam’ı savunduğunu zanneden Şimşirgil, bu dinin birçok kuralını ayaklar altına alarak kişiler hakkında tamamen zan ve önyargıya dayanan değerlendirmeler yapmaktan çekinmemiştir. Örneğin, bir yandan, yazısının bir yerinde, araştırmacı-tarihçi kimliğine uygun olarak (!) Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu Doç. Dr. Bahriye Üçok’u Ankara İlahiyatta yetişen hocalar arasına dâhil edip hem onu hem İlahiyatı kötüleme fırsatı elde ederken diğer yandan, doksana yaklaşan yaşına rağmen hâlâ ilimle ve fakülteyle irtibatını koparmayan Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın doktora tezini yargılamakta, kendisiyle görüşüp tartışmak veya fikirlerini bilimsel açıdan eleştirmek yerine, alanı olmayan bir konuda işin uzmanını gazete yazısıyla karalamayı tercih etmektedir. Şimşirgil’in tarih alanındaki uzmanlığını değerlendirmeyi diğer tarihçilere bırakmak nasıl hakşinaslıksa, uzmanı olmadığı bir alanda kendi fikrine ve kanaatine uymayan görüşlerinden dolayı İlahiyatçıları tahkir ve itham etmesini de had bilmezlik olarak kabul etmek yerinde olacaktır. “Bilhassa 1980’den sonra yaygınlaşan İlahiyat Fakültelerine, özellikle Ankara İlahiyatta yetiştirilen hocalar sistemli bir tarzda yerleştirilerek dinde yapılacak tahribat bir anlamda tamamlanmak isteniyordu” derken bir kısmı ahirete intikal etmiş hocaların sırf akademik kariyer ve özlük hakları sebebiyle istemeyerek diğer İlahiyatlara gitmek zorunda kaldıklarını Şimşirgil’e anlatmak önyargısını aşındırmaya yetmese de, yüklendiği vebalin, suçladığı hocaların taksiratı için keffaret olacağı düşüncesi bir parça teselli verici bulunabilir.

20. yüzyılın başlarında temeli atılan, zaman zaman inkıtaya uğrasa da bugüne kadar hayatiyetini sürdüren ve günümüzde sayıları yüze yaklaşan İlahiyat/İslami İlimler Fakülteleri, temel İslam bilimleri dersleri %60, sosyal ve beşeri bilimler dersleri %40 oranında dengeli bir müfredatla eğitim ve öğretimlerine devam etmektedirler. Şimşirgil ve onun gibi düşünenlere şunu hatırlatmak isteriz ki; İslam Dünyasındaki olumsuz gelişmelere paralel olarak yükselen selefi, radikal ve bâtınî akımlara karşı çare olarak birçok İslam ülkesinin ilgisini çeken Türkiye’deki İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri, dini; bidat, hurafe ve menkıbe üzerinden anlatarak kitleleri uyuşturmaya çalışan ülkemiz içindeki bazı kesimlerce hoş karşılanmasa da, yaklaşık bir yıl önce yüz yüze kaldığımız büyük tehlikenin bu uyuşturulmuş beyinlerce sahneye konulduğu ve bunların onlarca emsalinin hâlâ din bezirgânlığı yaparak halkımızı kandırmaya devam ettikleri gerçeği karşısında, sağlıklı ve doğru dinî bilginin elde edildiği en önemli eğitim-öğretim yuvaları olarak ülkemizin dinî hayatının teminatı olmaya devam edeceklerdir.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s