Fahreddîn er-Râzî, Münâzarât Dinî ve Felsefî Tartışmalar, Çev: Ömer Ali Yıldırım, Litera Yayıncılık, İstanbul 2016.
İslâm düşünce tarihinin klasik eserlerinin Türkçe tercümesi noktasında çok kötü bir durumda olmasak da yeterli düzeyde olmadığımız açıktır. Bilhassa erken dönem –ilk dört asırda yazılmış- eserlerin, tercüme edilen toplam eser sayısı içindeki oranı yeterli düzeyin oldukça altındadır. Bu durum, düşünce tarihimizin oluşum aşamasındaki hareketliliğin nitelikli şekilde değerlendirilememesine yol açmaktadır. Ancak Türkiye’deki tercüme faaliyetlerinin artışı, bu açıdan ümitvar olmamızı sağlamaktadır. Yazımıza konu edeceğimiz eserin yayımını üstlenen yayınevini bu açıdan takdir etmek her şeyden öncelikli vazifemizdir. Litera Yayıncılık, klasik eserlerimizin ve özellikle felsefî ağırlıklı eserlerimizin tercüme edilmesi konusunda adeta çığır açmıştır. Günümüze gelindiğinde aynı misyonu, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı sürdürmekte ve meraklılarına her geçen gün yeni eserler sunmaktadır. Tercümelerin nitelik açısından tartışılması elbette mümkündür; ancak açılan çığırın göz ardı edilmesi mümkün değildir. Şüphesiz yapılan her yeni tercüme denemesi, bir öncekine göre daha iyi olacaktır. Bu nedenle çığırı açan Litera’nın, gayretlerinin meşkûr olmasını temenni ediyoruz. Zira iyi bilindiği üzere marifet, iltifata tabidir.
Geçtiğimiz sene içerisinde Litera, düşünce tarihimizin yine önemli metinlerinden biri olan Fahreddîn Râzî’nin Münâzarât adlı eserinin tercümesini yayımladı. Tercüme, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Felsefesi Anabilim Dalı hocalarından Ömer Ali Yıldırım tarafından yapıldı. Eser, adına yansıdığı şekliyle Fahreddîn Râzî’nin Maveraünnehir bölgesindeki ilim adamlarıyla yaptığı münazaraları içermektedir. Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki düşünce tarihimizin münazara olarak adlandırılan ilim dalı açısından zenginliği hâlâ tam olarak ortaya çıkarılamamıştır. Şükrü Özen, Necmettin Pehlivan gibi hocalarımızın bu alandaki çalışmaları, yeni yetişen ilahiyatçılarımıza yol gösterecek mahiyettedir. Birçok alanda olduğu gibi münazara alanında da gayretli ilahiyatçıların himmetine ihtiyaç vardır. Bu açıdan söz konusu eserin tercümesi ayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü eser, ilim adamlarımızın tartışma adabını açıkça ortaya koymaktadır.
Yapılan tercüme genel olarak gayet başarılı olmasına rağmen mütercimin İslâm felsefesi alanında uzman olması, eserin fıkıh ilmiyle alakalı bölümlerinde bazı hataların yapılmasına neden olmuştur. Biz, eserde yer alan on beşinci tartışmada tespit ettiğimiz bazı hatalara işaret etmek istiyoruz.
Mütercim, Fahreddîn Râzî’nin münazara yaptığı kişinin adını sehven Rızâ en-Nîsâbûrî olarak okumuştur. Oysa bu kişi, hilâf ilminde geliştirdiği metodu ile meşhur olan Rukneddîn el-‘Amîdî’nin hocası Radıyyuddîn en-Nîsâbûrî’dir. Radıyyuddîn ve benzeri tabirler sıklıkla “ed-dîn” kelimesi kaldırılarak kısaltılmış şekliyle okunduğundan tercüme nüshasında er-Radî en-Nîsâbûrî şeklinde yazılmıştır. Arapça yazılışı itibariyle Radî ve Rıdâ kelimeleri aynı olduğundan böyle bir okuma hatası meydana gelmiştir. Ancak tabakat eserleri dikkatle incelendiğinde doğru okumanın Radî olduğu görülmektedir.
Mütercim, münazaranın içeriğine göre tercüme nüshasında başlıklandırma yapmıştır. Örneğin on beşinci meselenin başlığı olarak “Câiz ve Lâzım Akit” tercih edilmiştir. Her ne kadar câiz ve lâzım kavramları mesele ile doğrudan ilgili olsa da daha uygun başlığın “Meclis Muhayyerliği” olması gerekirdi. Çünkü bu tartışma özellikle Hanefîler ve Şâfi‘îler arasındaki en bilindik ihtilaf konularından olan meclis muhayyerliği hakkının var olup olmadığına dairdir. Nitekim tartışmanın ilk cümlesinde meclis muhayyerliğine temas edilmiştir.
Mütercim, bazen kavramları korumak yerine Türkçe sözlük karşılıklarını ifade etmiş ve bu durum metnin anlaşılamamasına yol açmıştır. Tartışmanın girişindeki ifadelere bakalım: “İvazlı akitlerde meclis muhayyerliği geçerlidir. Bunun delili, onun işlemin gerektirdiği diğer şeyleri kabul etmemesidir ki bundan dolayı da o gereklilikler geçerli olmaz.” (s.107) Burada hem kavramı gereği gibi açıklayamama hem de zamir olarak metinde kullanılan kelimeleri açık kılamama problemi bulunmaktadır. Doğru tercüme şöyle olmalıdır: “İvazlı akitlerde meclis muhayyerliği geçerlidir. Bunun delili, akde taraf olan kişinin [irade beyanı esnasında] akdin lüzûmundan/bağlayıcılığından razı olmamasıdır. Dolayısıyla akdin lüzûmu geçerli değildir.” Mütercimin “işlemin gerektirdiği diğer şeyler” olarak tercüme ettiği kavram lüzûmdur ve bu kavram akdin bağlayıcılığını, yani taraflardan birinin tek başına akitten cayamayacağını ifade etmektedir. Tercümede ifade edildiği şekliyle kavram hem anlaşılmaz hale gelmekte hem de içeriğini karşılayacak şekilde doğru kullanılmamaktadır. İkinci olarak tercümede “bunun delili, onun” ifadesindeki “o” zamirinin olduğu gibi korunması yine metni anlaşılmaz kılmaktadır. Tercümede gerektiği zaman zamirlerin açık isimlerle ifade edilmesi gerekir ki burada zamir akde taraf olan kişiye râcidir.
Lüzûm kavramının doğru aktarılamaması problemi şu cümlelerde de bulunmaktadır: “Satış ortaklığın, gereklilik ise farklılığın yönüdür.” (s.107) “O halde sabit oldu ki en uygunu akdin akit meclisinde gerek olmaksızın yapılmasıdır.” (s.108) Doğru tercümeler şöyle olmalıdır: “[Satış sözleşmesi anlamına gelen] bey‘ kavramı [birbirinden ayrı bey‘ çeşitlerinin] iştirak noktası iken, [sözleşmenin bağlayıcılığı anlamına gelen] lüzûm kavramı ayrım noktasıdır.” “Maslahata en uygun olan şey, akit meclisinde iken akdin bağlayıcı olmamasıdır.” Dikkat edileceği üzere eleştirilerimiz kavramın Türkçeleştirilmesine değil yanlış Türkçeleştirilmesine yöneliktir. Zira lüzûm kavramını, bağlayıcılık şeklinde ifade ettiğimizde problem ortadan kalkmaktadır.
Reblogged this on tabletkitabesi.