Faslu’l-Makâl


select-phpFelsefe-Din İlişkileri: Faslu’l-Makâl el-Keşf an Menâhici’l-Edille, İbn Rüşd, Dergâh Yayınları, İstanbul 2016.

Gazâlî’nin, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi Müslüman Meşşâî filozofları görüşlerinden ötürü tekfir etmiş olması kendi zamanında dahi büyük etki uyandırmıştır. Kendisinden yaklaşık yarım asır sonra vefat eden İbn Rüşd, bu etkiyi kırmak için felsefecileri savunma görevini üstlenmiştir. Bu amaçla yazdığı Tehâfutu’t-Tehâfut adlı eseri 1986 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi menşeli iki hocamız tarafından Türkçe’ye çevrilmiş (Tutarsızlığın Tutarsızlığı, Çev: Kemal Işık, Mehmet Dağ) ve okurların istifadesine sunulmuştur. Ancak bu eserin, felsefi açıdan teknik birçok meseleyi içermesi bakımından anlaşılmasının zor olduğu söylenebilir. İbnRüşd’ün felsefeyi ve felsefecileri savunmak bakımından giriş düzeyinde okunması gereken esas kitabı Faslu’l-Makâl’dir. Yazımıza konu ettiğimiz bu metin Süleyman Uludağ tarafından Türkçe’ye kazandırılmıştır. Metnin farklı baskıları olsa da halen piyasada mevcut olan baskısında uzun bir girişin ardından iki farklı metnin tercümesi bir arada sunulmuştur. Faslu’l-Makâl’in ardından el-Keşf an Menâhici’l-Edille adlı eser yer almaktadır. Felsefe-din ilişkisini göstermesi açısından iki metin bir araya getirilmiş olsa da kanaatimizce bu durum Faslu’l-Makâl’in daha yaygın şekilde okunabilmesinin önüne geçmektedir. Üstelik mevcut baskının hacmen büyüklüğünün yanında bizce çok gerekli olmayan birçok dipnotla genişletilmesi yaygın okunamamasının başta gelen sebeplerinden olabilir. Türkiye’deki ilahiyat öğrencilerinin felsefe ile ilişkisinin düzeyi göz önünde bulundurulduğunda Faslu’l-Makâl gibi bir metnin daha küçük ve kolay okunan bir baskı ile okurlara sunulması gerektiğini düşünüyorum. Daha da ileri giderek bu metnin, ilahiyat fakülteleri birinci sınıfta zorunlu olarak okutulması gerektiğini söyleyebilirim. Peki neden bu kadar önemli bir metin?

Eserin ilk bölümünde İbn Rüşd, felsefenin âlem üzerinde düşünmek ve Yaratıcı’yı bulmak anlamında farz ya da mendûb olduğunu ortaya koymaktadır (s.73, 74). Başka bir tabirle söyleyecek olursak yazar, felsefe yapmanın şer’î hükmü üzerinde durmaktadır. Bu, alışık olduğumuz bir durum değildir. Zira felsefe, belli ölçüde din-dışı bir alanmış gibi telakki edilmekte ve felsefe yapanlara dinî çevrelerde pek iyi gözle bakılmamaktadır. Dolayısıyla İbn Rüşd’ün konuyu çok temel bir ilmihal düzeyinden yola çıkarak ele alması felsefenin temel bir uğraş olduğunu göstermesi bakımından fevkalade önemlidir. Öte yandan İbn Rüşd’ün kullandığı bu dil, daha o zaman için, yani Gazâlî’den çok kısa sayılabilecek bir süre sonra dahi felsefenin varlık alanı bulmak açısından bir krize girdiğini gösterebilir. Zira İbn Rüşd felsefenin, farz ya da mendûb olduğunu dolayısıyla Müslümanların kaçınmamaları gereken bir faaliyet olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Bu anlamıyla felsefe, İbn Rüşd’e göre din ile çatışabilecek bir şey değildir (s.84). Dinin temel kaynaklarında âlem üzerinde düşünmek ve Yaratıcı’yı bulmak bir ödev olarak sunulduğuna göre felsefe din-dışı bir alan olarak görülemez.

İbn Rüşd, zararları olduğu düşüncesiyle felsefeye karşı çıkmanın da yersiz olduğunu savunmaktadır. Öyle ya, bugün dahi felsefe ile meşgul olmak, belli ölçüde sapıtmak olarak anlaşılabilmektedir. İbn Rüşd’e göre felsefenin zararı zâtî değil, arizîdir (s.82). Yani felsefe ile uğraşan kişilerden bazılarının sapıtmış olması, felsefe ile uğraşan herkesin sapıtacağını göstermez. Bu açıdan değerlendirildiğinde bırakın din-dışı telakki edilen disiplinleri, temel İslam bilimleri olarak görebileceğimiz tefsir, hadis, fıkıh bile insanların sapıtmasına neden olabilmektedir. Böyle oldu diye, onların zararlı ilimler olduğu söylenebilir mi?

Felsefenin gerekliliği ile ilgili temel görüşlerini sunduktan sonra İbn Rüşd, Gazâlî’nin tekfir iddialarının geçersizliğini ele alarak kitabını sonlandırmaktadır (s.91-122).Tehâfut adlı eserine göre çok daha özet ve anlaşılır şekilde konuyu ele aldığından “felsefecilerin tekfiri” meselesinin mahiyetini merak edenler için bulunmaz fırsattır bu bölümler. Öncelikle İbn Rüşd, Gazâlî’nin tekfirinin kesin olmadığı ve başka eserlerinde başka görüşler serdettiğini ortaya koymaktadır. Ardından Gazâlî’nin, tekfir ettiği üç meselede hangi açılardan hata ettiğini sırasıyla açıklamaktadır. Burada önemli olan yanlış, tevilin küfre sebep olarak değerlendirilmesidir. İbn Rüşd, tevilin ne olduğu ve nasıl anlaşılması gerektiğini ele alarak tevilin, küfrü gerektirmeyeceğini ifade etmektedir. Ancak ona göre tevil konusu olan meseleler halka açık şekilde, yani işin ehli olmayan insanların huzurunda tartışıldığında işte o zaman fırkalaşmaya sebep olmakta ve tabiri caizse halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu meydana gelmektedir. O nedenle yapılması gereken şey, havas arasındaki tevil kaynaklı tartışmaları hoş görmek; ancak bunların avama mal edilmesine müsamaha göstermemektir. İbn Rüşd’ün tevil konusunda sunduğu bu toparlayıcı yaklaşım esas meselenin, yani yorumunüzerinde durulmasını kolaylaştırmaktadır. Ancak unutulmamalı ki bu metin oldukça muhtasar olarak hazırlanmıştır. Felsefenin dindeki yeri ve önemine bu metinle iyi bir giriş yapıldıktan sonra felsefi tartışmaların bizi nereye götürebileceğine dair usul tartışmasının açılması kaçınılmazdır. Bu usul, tevilin yani yorumun usulü olmalıdır. Meraklıları için söyleyecek olursak, tevilin usulü ise hâlâ İslam düşünce tarihindeki yeri aydınlatılması gereken konuların başında gelmektedir.

One comment

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s