İlâhiyat


Hoca talebesine, talebe hocasına gönül verir, gönül alır. Akademik hayatta ise akıl verilip, soru alınır. Hoca bilgi verip eserini görür. Üniversite eğitimi, isminin de ifade ettiği gibi evrensele, yani geniş bir kâinat bilgisine açılan kapıdır. Bilgi, bilmek ve aynı zamanda öğrenme arzusu yani entelektüel heves; üniversitelerdeki en büyük erdem ve ameldir. Bu duygunun burada fazlasıyla hissedilmesi umulur. Akademik hayatta hocalar; her yeni gelen arkadaştan, yeni düşünceler, yeni sorular duymanın hazzını yaşar. Üniversite eğitimi; karşılıklı bilgi alış-verişlerinin yapıldığı kurumlardır. Hocaların öğretme hevesi, talebelerin derin öğrenme arzusuyla buluştuğunda bu birliktelikten; maarif, kültür ve ülke açısından büyük güzellikleri husule getirecek imkânların da ortaya çıkacağı bilinmelidir.

İlahiyât, İslâm düşünce geleneğinde önemli bir konuma sahip, kadîm bir kavramdır. İslâm metafiziğini ifade eder. İlahiyat öğretimi; Kur’an Kursu, İmam-Hatip ve lise eğitiminden sonra, Allah ve varlık hakkında konuşmak, inanç ve düşünceleri aklî olarak temellendirmek için gerekli ve dahi zorunlu bir düşünce alanıdır. İlahiyât, kavram olarak İbn Sina ve Gazzali ile beraber İslam düşünce geleneğindeki mümtaz yerini almış ve bugüne kadar da değerini muhafaza etmiştir. O; bazılarının sandığı gibi türedi bir kavram değildir. Bununla beraber, bir mümin olarak, hem kendimize, hem de başkalarına karşı olan sorumlulukların ifası için Kur’an, Sünnet, fıkıh, tefsir gibi dini ilimleri, sürekli okuma ve tekrarlarla geliştirmek mümin/Müslüman olmanın gereğidir. Kütüb-i Sitte ve birkaç tefsir fakülte nihayetlenmeden mutlaka okunup bitirilmelidir. Sorumluluklarının farkında olacak bir İlahiyatçı olmak için Arapça ve bir batı dilinin öğrenilmesine ilk sınıftan başlanmalıdır.

İlahiyat fakültesinde; cemaat, örgüt yoktur/olmamalıdır. Çünkü bütün Müslümanlar tek bir cemaattir. Üniversitede değerli olan; bilginin kendisidir ve ayırdında olunmalıdır ki bilgi; soru sormayı ve eleştirmeyi önceler. Akıl kimseye teslim edilmezse; bilinç hali; hataya, yanlışa düşme konusunda uyanık kalır. Bütün Müslümanlar, insanlar halinde, tek bir cemaattir. Birbirimize hayır duada bulunduğumuzda ‘ecmain’ yani cümlemize deriz. Bilinmelidir ki; aklı kıt birileri falancanın filancanın cemaati diyorsa eğer, orada tefrika vardır. Tefrika her zaman sonrasında fitneye zemin oluşturur. Yine falancanın filancanın cemaati dendiği zaman bilinmelidir ki, orada tefrika vardır ve orası bir örgütü işaret eder.

İlahiyat Fakültesinde, birey olarak insan; tüm sorumluluk ve özgürlüğü ile ön plandadır. İnsan, İslam ilahiyatına göre eşref-i mahlukattır. Yani yaratılmışların en üstünü, en mükerremidir. Ancak insan; Tanrı ya da yarı tanrı değildir. Gelenek içerisinde her ne kadar bazı insanlara ve hatta Hz. Peygambere bile bu yarı tanrı vasıfları verilmişse de bunlar; Kur’an ve Hz. Muhammed öğretilerini anlamamış ve bu öğretileri başka arkaik inançlarla karıştırmış, yanlış yorumlardan ortaya çıkan hurafelerdir. Herkes, insan olmak hasebiyle kendi sınırını az çok bilir. Bu malzeme yani insan, var olanlar içinde sahip olduğu varlık niteliği cihetiyle üstünlüğe sahip iken, aşkın âlem karşısında yalnızca itaat eden bir kuldur. İnsan; Allah’ın kudretine tahakküm eden ya da sebeplilik âlemini aşarak, sebepsiz ve lâ-yü’sel fiiliyat konumuna sahip değildir. İnsanın sınırı, insanlığın kapasitesi kadardır. İlahiyat Fakültesinde dini bilgi ile hurâfî ya da mitik bilgi arasındaki farkı ayırt etmek en önemli kazanımdır. Bu ise sahih dinî bilgi ve akıl ile tefrik olunur. Bu sebeple; geçmişi okuyup eleştirmek, klasikleri okumak gibi, şimdiyi bilip geleceğimizi kurgulamak zorunlu işimizdir. Kur’an’ı bilmek, akıl yoluyla analiz etmek, Kur’an ayetlerinin arasında ilişki ve bağ kurarak İslam’ı akıl ve mantık kurallarınca anlamak üzerimize farzdır.

Bilmek için; önce okumak sonra tartışmak ya da eskilerin ifadesi ile mütalaada bulunmak ve sonra düşünce inşasına gitmek önemli vazifelerden olmalıdır. Okumadan, tartışma zeminine girmeden bir düşüncenin bize ait olduğunu iddia etmek bir anlam ifade etmeyecektir. Bu durumda bir yanılsama yaşanılır. Tarihte birçok defa görüldüğü şekliyle bu kuruntu, eğer ondan uzaklaşılmazsa o insanı hayatı boyunca oyalayacaktır. Bir düşüncenin gücü; onun her zeminde ve her yerde konuşulup savunulur konumda olmasıyla doğru orantılıdır. Şehrin en kalabalık yerinde konuşup savunulamayan bir düşünce; sakıncalı ve akıl dışıdır. Bu açıklık konusunda en büyük örnekliği, Hz. Peygamber Mekke sokaklarına çıkıp yüksek sesle Kur’an okuyarak bizlere göstermiştir.

Varolmak, varlığı devam ettirmek için bir işi yapmaya azmetmek, herkes için birinci şarttır. Azimden sonra, azmedilen işi fiili hale getirmek için, o işin içine girip sonuna kadar sebat etmek, sabretmek, ter dökmek gerekir ki, bu da ikinci vazgeçilmezdir. Ulaşılan sonuç ister iyi isterse kötü olsun, sonuçta Rabbimize teslimiyet içinde olmamız gerekir. Bu da üçüncü şarttır. Üzerimize düşen sonuna kadar yani kabiliyetin son sınırına kadar yapılmalıdır. Gerisi Allah’a kalmıştır. İyi sonuç Allah’ındır, kötü sonuç; ya kişinin o işi yaparken üzerine düşen sorumluluğu tam yerine getirememesinden dolayıdır ya da yetenek ve gücün bu işi yapmaya elvermemesindendir ki, bu da mes’uliyetin kişiden kalkmasına vesiledir. Ancak üzere düşen tam yapılmamışsa, işe yeniden başlanılmalıdır. Bu ancak güçlü bir teslimiyet ve tevekkülle olur.

Öğrencilik boyunca tartışmalı, soru sorulmalı, yanlış yapılmalı ve hatta yanlıştan dolayı yüz kızarmalı ki, içte öğrenmeye karşı şevk biriksin. “Düşüncelere karşı isyankâr, kişilere karşı kadirşinas olmalı.” Bir düşünceyi sonuna kadar eleştirmek; olmazsa olmazdır. Ancak o düşünceyi ortaya koyan şahsın benliğine karşı itinalı yani insanî davranmak İlahiyatçı olmanın gereğidir. Her düşünce muhterem olmakla beraber hiçbir düşünce ya da dinî yorum, din değildir. Bugün karşı karşıya olunan sorunların çoğu; tarih içinde yapılmış dini yorumların din olarak kabul edilmesi dolayısıyladır.

Hayatta idealler, hedefler mutlaka olmalı. İdeali ve hedefi olmayan kimse; ottan, odundan farksızdır. İçinde yaşadığımız bir dünya var. İnsan varoluş içinde ne kadar yalnız ise, sorumlulukları açısından o kadar kalabalıktır. Bu dünyada beraber yaşanılan her şeyin, insanla dolaysız ilişkisi vardır. Eğitim hayatı, idealler ve gösterilecek özveri bu gerçekle beraber kendi değerini oluşturur. Bu sebeple okunan ve öğrenilenle hayat arasında varoluşsal bir ilişki kurulmalıdır. Bizi hayata bağlayan, hayatı güzelleştiren aşklar/tutkular mutlaka bulunmalı. Eğer yok ise, var edilmeye çalışılmalı ve bir hayat boyunca da o aşkın/tutkunun, idealin peşinden koşulmalıdır.

İlahiyat Fakültesinde ve hayat boyunca her şey okunabilmelidir. Yalnızca bir kitabı bir kimseyi değil! Çok farklı kitapları okumak gerekir. Birbirine benzer bin (1000) kitap okumaktansa farklı iki kitap okumak daha evladır. Okumak, insanlığın en önemli eylemidir. Çünkü yüzyıllar öncesine, kutsal metinlere ancak okumakla vakıf olunabilir. Okuduğumuzda; Hz. Musa ile Kızıldeniz’den geçerek Tur dağına çıkmış, Hz.İsa’nın Zeytin Dağı’ndaki meşhur vaazını dinlemiş olur ve Hz. Peygambere hicrette yoldaşlık yaptığımızı hissederiz. Sokrates’in Atinalı Demokratlar tarafından yargılanması esnasındaki müthiş savunması okunduğunda, erdemli olmanın ahlâkî gerekliliği yeniden fark edilir.

Okumak; dünyanın gelmiş geçmiş ve el-an yaşayan zeki ve bilge zihinlerine ve gönüllerine misafir olmaktır. Bir akılla, bir tecrübeyle değil onlarca ve hatta binlerce akılla ve tecrübeyle hayatı ve düşünceyi düzenlemek, ancak okumakla elde edilebilecek bir yoldur.

Özet olarak takdim ettiğim bu erdemleri yaşamak ve fiiliyat alanına çıkarmak için sınırlı bir zaman ve ömre sahibiz. Özellikle gençlik ve öğrencilik dönemlerinde, çoğunlukla gündelik uğraşılar birbirine benzer ve birbirinin tekrarı olan muhabbetler şeklinde cereyan eder. Halbuki; “iki günü eşit olan bizden değildir” anlayışına sahip olanlar, bu anlayışa inanarak her gün yeni ve farklı şeyler öğrenip yapmalıdır. Aksi takdirde birbirine benzer günler yaşayarak bir ömür tüketilmiş olur. Nitekim toplumda büyük bir çoğunluk bu şekilde yaşamaktadır. Bu sebeple şunu ifade etmekten kendimi alamıyorum. Her yıl aynı şeyleri yaşayan biri 100 yıl da yaşasa bir yıl yaşamış gibidir. O kişi Allah’ın verdiği zaman denen nimeti heba etmiştir.

Yüce bilge Ataullah İskenderî; vakit konusunda şu muhteşem tespitiyle kendisini ebedileştirmiştir: “Her ibadetin kazası mümkündür, ancak vaktin kazası imkânsızdır.” Asra, kaleme ve kalemin yazdıklarına kasem eden Rabbimiz, bu hususların önemine dikkatimizi çekmektedir.

One comment

  • Hocamız bizlere yapmış olduğu Hocalığı bu metinde özetlemiş sanki. Kendisiyle geçirmiş olduğumuz değerli zamanlarda kendisiyle bu çerçevede ilişkilerimiz gelişmişti. Okuduğumda kendisiyle geçirmiş olduğumuz zamanların özetini okumuş hissettim. Bizim için iyi bir hoca oldu hep. Önümüzü açan bize yol gösteren bizlerle oturup kitaplar okuyan -bize tabiri caizse kitabın nasıl okunulacağını öğreten- bizi farklı düşüncelerden kişilerle tanıştıran bir Hoca oldu kendisi. Bir eğitimci olarak kendisinden öğrendiklerimi az da olsa yansıtabildiğim için sevinmekteyim. Bizi ilahiyat dünyasının kısır tartışmalarının dışında belki de üstünde bir zemine çekmişti canım Hocamız. Allah razı olsun kendisinden ben razıyım Hocamdan

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s