Tolstoy estetik anlayışında muhafazakârdır. Sanatın toplumu birbirine kenetlemesi gerektiğine inanır. Eserlerine bir misyon yüklediğinden; romanlarını ‘acaba hangi mesajı verdi?’ güdüsüyle okuyabiliriz. En uzun sürede (15 sene) yazdığı eseri, Sanat Nedir’de Tolstoy, estetiğin genel tarihini çizer, yanlış bulduğu üst sınıf sanat anlayışına karşı çıkar, yerine kendininkini önerir. Kitabına; savunma sanayiine ayrılan bütçeyle eşdeğer, el üstünde tutulan sanatın insanlara ne kazandırdığı sorusuyla başlar. Gittiği opera provasını aktararak, şahit olduğu amelelik ve vakit kaybının sanata bir artı katmayacağı sonucuna varır. Ona göre sanat; insanın yaşadığı duyguyu, karşısına aktarabilme gücüdür. Eğer bir çocuk kurtla ormanda karşılaştığını anlatıyor, anlatırken tekrar o duyguyu yaşıyor, muhataplarına aksettirebiliyorsa çocuğun icrası sanattır. Sanat millete, din kadar gerekli bir husustur. Onu dinle karşılaştıran ve karıştıranlar hata yapmaktadır. Din toplumun önde gelenlerine daha erdemli bir hayat imkânı tanır. Alt tabakalar, üste zamanla tabi olur. Avrupa’da din, özellikle Katoliklik, pagan dinin tortularını atamadan doğmuş, devlet eliyle resmi hale getirilmiştir. Tolstoy burada şunları kaydeder: Din olarak aşağı, fakat pagan dine nazaran tercih edilir haldeydi. Rönesans ve reformla pagan adetler ve algı hortladı. Pagan duygudaki epiküriyen ve hedonist tavır palazlandı. Üst sınıfın bozulması, sanattan beklentileri kişiselleştirdi. Tolstoy bu dönem sonrası, aydınlanmada estetiğin tanımını sanata hasreden Baumgarten’e ateş püskürür. Onun nezdinde iyiliği ve güzelliği tekleştiren antik düşüncedeki saçma anlayışın bitişiğine, kendine has kavramı: ‘gerçeği’ yerleştiren bu adamın, ne anlatmak istediği sorgulanmadan, sonraki yüzyıllarda tanrı buyruğu gibi sahiplenilmiştir. Kitlelerin sorgusuz sualsiz kabullenmesi, yaşantıya kılıf uydurmaktır. Tolstoy Marx’ın sınıf çatışmasını da bu kefeye ekler. Ona göre iyilik, hakkın yerini bulması iken, güzellik çoğu zaman beğenimize yöneliktir. Gerçek ise dünyevidir. Peki, yüksek zümre sanatı cemiyete ne kazandırmıştır. Cevap: halka hitap etmeyen cinsellik, aylaklık ve sıkıntı. Çoğu yüksek zümreden insan, tam anlamadığı nümayişe hayran hayran bakar. Tolstoy pahalı ve vakit kaybı gördüğü üst sınıf sanatını bu veçheden lüzumsuz addeder.
Tolstoy’un sanat görüşünden ayrılarak mevzu bahis roman; Anna Karenina’ya, onun çatısına gelebiliriz. Başyapıtlarından heybetli Savaş ve Barış’ı takip eden bu ikincisini, kendi aile içi bunalımında, iki senelik devrede yazmıştır. Mesele Tolstoy’un romanlarının değişmezi, aileye dairdir. Yazar romanına teziyle başlar. Tez, ‘mutlu aileler birbirine benzer, mutsuz ailelerin ise başka başka mutsuzlukları vardır’, sözüdür. İlk örnek Anna’nın erkek kardeşi Oblonski’nin karısını aldatmasıdır. Tolstoy onu sevecen biri şeklinde sunar. Şakacı, cömert, eğlenmeyi seven, duygulu birisidir. Baştaki düşü, sürahi şeklindeki kadınların şarkı söylemesi buna hizmet eder. Mesleği, toprak sahipleri ile mujikler arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırmaya yönelik mahkemeye yargıçlık yapmaktır. (Tolstoy’un bu işte bulunduğu göz önüne getirilince Diriliş’teki uzun mahkeme sahneleri açıklık kazanır.) İş hayatında ilerlemesi, Anna’nın kocası yardımıyladır. Gerçi Moskova’da akraba, arkadaş, çalışma çevresince ona soğuk davranan biri yoktur. Karısını çok isteyerek aldatmamıştır zahir. İkisi ölen yedi çocuğunun annesi, otuz küsur yaşında artık gözüne güzel görünmez, bir mali hülyanın sevkiyle mürebbiyeye tutulur. Tolstoy onu bize iyi göstermek için ihaneti kuvvetli bir rivayet şeklinde sunar; sahnenin iğrençliğinden bahis açmaz. Karısını aldatmıştır, pişmandır, şaşkındır, çok sevdiği çocuklarının annesini kazanmak zorundadır. Karısının düşkün olduğu eltisini, Anna’yı çağırır.
Oblonski’nin küçüklükten beri arkadaşı işyerindeki bürosuna girdiğinde ikinci ana karakter toprak sahibi Levin’le tanışırız. (kanımca romanın ana karakteri Levin’dir. Tolstoy mutsuz ailenin karşısına ileride Levin’in kuracağı aileyi oturtur.) Levin, Oblonski’nin damadı olduğu aileye başından beri tutkundur. Ailede sırasıyla Doli ve ortancaya ümid bağlar, platonikte kalır. Büyüyüp tekrar karşılaştığı Kiti ile, anlamlandıramadığı bu ısrarı, gediğine oturur. Karşısında üstün bir insan vardır. Oblonski’yi ziyaret amacı, bocalamasını üzerinden atıp Kiti’ye talip olduğunu bildirmeye karar vermesinden dolayıdır. Oblonski köye gidip her dönüşünde garip fikirler getiren (küçüklükten bu yana tanış olmalarından dolayı zaman zaman mevki, statü boy ölçüşmesi yaşansa da) arkadaşını çok sever. İzdivacın sağlanmasını gözetir, ikinci adaydan söz açar, Vronski’den… Kiti’yi görebileceği paten alanına sevk eder. Tolstoy’un üstünlüklerinden birisi de budur, kişiyi uygun mekan içerisinde tasvir eder, mikroskopik ayrıntılara; başta girmez. Karakter tasviri romanda birbiri üzerine eklenerek sağlamlaşır; kişileri alışkanlıkları ve toplum içerisindeki yerleri ile tanıtmayı tercih eder. Kiti sarışın, merhametli gözlere sahip bir kızdır; çoğu zaman gözleriyle kişileştirilir. Buz pateni yapılan mekana geldiğinde, Levin tereddüt ve heyecan içerisindedir. Levin, Kiti’yi insanlar arasında çok kolay ayırt eder: Isırganlar içerisinde bir gül. Buz pateninde sendelemesi, Kiti’nin kırılganlığını imler. Bu eğlencede, usta Levin’in Kiti’yle ilk teması umut zerkeder, ikincisi hayal kırıklığıdır. Sahne bende; elele veren eşlerin hayatın, tehlikelerin üzerinden birbirine tutunarak geçmeleri imajını doğurdu. Levin’in iki erkek kardeşi var, onun ailesinin mutsuzluk sebebi budur: Kardeşler arasındaki para meselesi. Abisi Sergey İvanoviç’i ziyarete geldiği vakit, abisi ve profesör arkadaşı materyalizm ve fenomenoloji üzerine konuşmaktadır. Abisine ilk rastladığımız mekanda entelektüel tartışma aristokratlığı sezdirme adımıdır. Levin burada, çoğu yerde olduğu gibi bizi ve bir nebze yazarı temsil eder. Okur uzak olduğu sohbete, ortasında dâhil olmuştur ve Levin çoğu yerde ‘ne dediklerini anlamadığını’ kendine itiraf eder. Asıl söylemeleri lazım gelenden uzaklaşmışlardır ona göre; nedir peki bu? Yazar okuru karanlıkta bırakır. Tolstoy felsefe ve dini, hakikati ortaya çıkarmak için kullanır. Levin’in tartışmada, alıntı kalabalığı içerisinde arayıp bulamadığı, budur. Fenomenoloji hakikatin tümünü kapsayamaz. Abisinden, ilgisiz, kardeşi Nikolai’ın Moskova’da olduğu haberini alır. Sergey’in Nikolai’la arasının açık olduğunu anlar, Nikolai’la gerçekleşecek sahnede, çatışma yaşanacağını sezeriz. Akşam Kiti’nin evine gittiğinde, evlilik teklifine red cevabı, yüzüne çarpılır. Bölüm yeni karakter, ana karakterlerden biri, Vronski’yi karanlıktan aydınlığa çıkarır. Tolstoy psikolojiye davranışların kökenini irdelerken değinir, karakterlerinden misaller getirir. Rakipleri ikiye ayırması bundandır. Tolstoy’a göre rakiplerden birinin ötekine bakışı; ya hasmanedir, yahut kendisinin yoksun olduğu meziyetin rakibinde neliğini araştırmaya yöneliktir. Levin, kendisini Kiti’ye layık görmediğinden ikinci taraftadır. Özgüveni yerinde bu subayla Levin’in karşılaşmasında konuyu, Levin’in tatlı düşmanı Barones ortaya atar. İspirtizma mevzuu üst sınıfın adetlerinin aslında alt sınıfınkiyle aynı olduğu sonucuna varılmasına imkan tanır. Elitleri eleştirmek için Levin’e ve yazara fırsat sunar. Tolstoy Gonçarov’un (Oblomov) halkı tekdüze ve basit gören anlayışına karşı çıkar. Onun nazarında insanların hareket ve tavırlarında ayniyet söz konusudur. Eylemlerin çeşitlenmesi, ona yüklenen sıfatlar, hareketin anlamını genişletmez. Sözgelimi biri diğerini yanağından, dudağından, burnundan, dirseğinden öper, garabete varana kadar devam edilebilir bu. Aksine sosyete cam fanus içerisine sıkıştırılmak istendiği için, kısırlaşmış bir çevredir.
Tolstoy’u diğer yazarlardan ayıran en önemli vasıflardan biri ülkesini ve insanını iyi tanımasıdır. Bunu da büyütmez, her millet sanatını, diğerlerinkinden üstün algılar. O; bir kont, toprak sahibidir; insanlarıyla iç içedir. E.M.Foster (Roman Sanatı) teknik yönden roman sanatına uymadığı için eleştirilen Savaş ve Barış’ın başyapıt olmasını, toprağına bağlılığıyla ilişkilendirmesi, yukarıdaki yargıyı destekler. Tolstoy, birleştirici unsur: sanatı, romanda icra eder. Toplum; seçkinler ve tebaadır. Rusya’nın en büyük sadmesi seçkinler sınıfının pagan Avrupa adetlerine, yapmacıklığa uymasıdır. Bu tabakanın dili bozuk Fransızca ya da İngilizce’dir; çoğu romanında bunu eleştirir. Tebaa; elit çevrenin alışkanlıklarını gerçekleştiremez, ona yabancılaşır. Sosyoloji bu iki tabakayı karşılaştırmaya yönelik balo ve dış yaşam karşıtlığını çizmek içindir. Levin tebaayla kurulacak bağlantıdır. Kardeşi Nikolai’ın fikrine sıcak bakması, köylüleriyle birlikte çalışması, sonucunda bir nevi hüsrana uğraması Tolstoy tarafından deneyimlenmiştir.
Vronski’nin ilk izlenimini Levin’le yakalarız. İmrenilen kişidir kendisi, yine de rakip… Onun ispirtizma masasına daveti, hayatı Levin kadar ciddiye almadığını, macera aradığını ihsas ettirir. O üstün insanın affediciliğiyle tartışmayı, yerinde noktalar. Kiti’nin uykudan önce Levin’in talihsizliğine gözleri dolduğu anda Vronski’nin keskin karakteri içine su serper. Tam bu anda, yandan anne ile babanın tartışması duyulur. Baba Vronski gibileri (örneğini bildiğimiz Oblonski’ye atıfla) Petersburg zübbesi diye niteler, Levin’in yanındadır. Tolstoy, romanında çoğu yerde kehanetlerde bulunur yahut kişilerin kendi kehanetlerini gerçekleştirmelerini sağlar. Bu muhtemelen kader düşüncesine sahip toplumu yansıtmak, inanca kapı aralamak ihtiyacından ileri gelir. Kiti Savaş ve Barış’taki Sophi’dir. Sevgi dolu, ailesine düşkün, şiir denli, hayatta deneyimsiz, baloların büyüsü ile süslenmiş bir oyuncak. Moskova’ya dönüşü uğradığı hovarda arkadaşının yanında, hakkında kesin fikir elde edeceğimiz Vronski’nin Kiti’ye dair düşüncesi en son vasıftır. Tolstoy Vronski’yi boş bir çerçeveden öte görmez. İnsiyaklarına boyun eğmiş beceri, günübirlik eğlence düşkünü. Bu adam aile düşüncesini (belki de babası erken yaşta iken ölmesinden) sevimsiz bulur, annesine saygısı sûrîdir. Üst tabakada mantarlaşan yeni adet, evlilik çağındaki bir kızla kur yapmanın kendi keşfi olduğunu düşünecek seviyede biri iken, Tolstoy ona bahaneler uydurmaktadır. En ahmak kişinin bile bu ailenin kendisinden evlenme teklifi beklediğini anlayabilecek olmasına karşın, ne hikmetse kahramanımız bunu atlar, aklına getirmez. Ertesi sabah annesini karşılamaya gittiğinde, artık romanın ismi ile tanışırız. Oblonski ablasını beklemektedir. Romanın teması mekanda buluşur. Oblonski, Anna ve Vronski. Konu Oblonski’dir. Onun eşini aldatması, sonra bu iki karakterin ilişkisini örneklendirecektir. Tren gelmeden Oblonski sayesinde Anna’nın kocası hakkında bilgi ediniriz. Oblonski velinimetini konuşma vesilesi yapar ve över. Onun zeki, bilgili basmakalıp özellikleri ötesinde dinine tutkunluğu altı çizilerek anlatılır. Duran trende Anna’yı ilkin Vronski’nin cephesinden görürüz. Vronski annesini aramak için kompartımana girdiğinde onunla yan yana gelir. İlkin yüzünde bulduğu şefkat ve tatlık, ona tekrar dönüp bakma iştiyakı verir, annedeki beklenti Anna’dan yansır. Belki de Anna için Vronski hakkında ilk intiba erkek kardeşidir. Vronski kendisini gülümser yakalar. Tolstoy Anna ile Vronski’nin annesinin bir arada seyahatini Anna’nın kocasına yükler, koca seyahati temin eder. Anna ile kontesin tren seyahatinde bahis mevzuu oğullarıdır. Anna; aile hayatına katlanma sebebi, oğlundan ilk defa ayrılmıştır. Kontes onu teskin ederken oğlunu över, meziyetlerini döker. Bu oğul meselesi Anna ile Vronski arasındaki ilişkinin kaderini belirleyecektir. Tren garı mekan olarak, belki de teknolojiyi temsil ettiği için, tekinsizliği çağrıştırır. Tolstoy’un bir nevî eski toplum arzusunu hatırlarsak yorum kendiliğinden doğacaktır. Tolstoy prologun bitiminde roman adına en büyük kehanetini savurur. Trenin altında biri ezilmiştir. Oblonski olayı helecanla Anna’ya aktarır, Vronski’nin sezgisiyle yaptığı yardım, geleceğe sağlam bir yatırımdır. Anne tarafından övülen oğul, cömertlikle göze girer. Oblonski eve gidecekleri arabaya bindiğinde Anna’yı elleri titrer, gözleri dolu bulur. Neyin var, diye sorduğunda? Kötü bir önsezi var içimde, ile cevabını alır.
Romanın en can alıcı noktasını bir nevi özetlediğimiz kısımdan sonrası için konu-örnek bütünlüğü; yeni dâhil olan mekan, kişi, olaylarla bozulmaz; mekan genişler, karakterler evrilir, olaylar gelişir. Anna Doli’ye bakarak erkeklerin ihanetine içerler. Kendisini onun yerine koyar, üzülür. Kiti ablasının evine gelir, Anna’ya hayran kalır ve bunu belirtir. Hatası, kendinin ve Anna’nın saadeti üzerine düşen ilk gölgedir. Anna etkisi altında kalınan bir nevi cadıdır; Kiti’nin leylak elbise giyinmesine ısrar ettiği baloda siyah tayyör giyer, elbiseyle birlikte sanki kişiliği de değişmiştir; güzellik zalimdir artık. Anna, Vronski ile gerçekleşen yakınlaşmasından korkarak, Petersburg düzenine kavuşmak için erkenden yola çıkar. Sevimli yeğenlerin halalarına ilgisi sönmüştür. Biz bunu Anna’nın üzerine bulaşmış lanetin izi olarak algılarız. Trende Vronski ile karşılaşma öncesi, okuduğu İngilizce romandaki (kötülük öteden gelir) kadın karakterin yerinde olma duygusu; kaderine sahip, özgür olma hırsı, dışarıda yağan karın sert ve güzel görüntüsüyle paralellik arz eder, ateşle oynamaya davetiye çıkarır. Vronski ile karşılaştığı tren molasında fırtına ve çatırtı, gelecek kehanetini perçinler. Tolstoy bir yandan Levin’in evliliğini örerken, bir yandan Anna ve ailesinin çözülüşünü derinlemesine, Nobokov’un dediği gibi zamanda sapma yapmaksızın sürdürür. Kadının ihaneti, erkeğinkine benzemez, onun vazgeçemeyeceği çocuğu vardır. Tolstoy, roman sonlanırken, felaket dedikoduları arasına bir not iliştirir: ‘Mutsuz olmalarının sebebi, kendilerini herkesten üstün tutmalarıydı’.
halimcim,
romanın, senin deyiminle, prologunu bu derece iyi özetlemen “neden halim iyi bir roman yazmasın” sorusunu aklıma getiriyor 🙂
sanat, tolstoy’un dediği gibi hissin aktarımı ise -bu arada”hissin aktarımı” ifadesi, şiirin, okuyucusunda kabz ve bast haline neden olmasını hatırlattı- anna karenina bu açıdan harika bir sanat eseri. karakterler o kadar iyi kurgulanmış ki örneğin vronskiy’den nefret etmemek, kiti’nin babasını sevmemek, oblonskiy’nin muzipliklerine gülmemek elde değil. üstelik bu karakterler, senin de belirttiğin gibi kesintiye uğramayan bir zaman tünelinde akıp gidiyorlar.
romanın, farklı ilgi düzeylerini besleyebilmesi de ciddi bir başarı bence. romanı genel kurgusu bakımından çok severek okudum ama senin bahsettiğin bazı ayrıntıları romanda farkedememiş olmam, ayrıntılı bir gözle romanın daha bir keyifli hale gelebileceğini gösteriyor. mesela oblonskiy’nin ihanetinin rivayet olarak sunulması, onun bir açıdan iyi gösterilmesine vesile oluyor hakikaten.
romanı okurken bende oluşan en büyük izlenim, herkesin kendi kötülüğünü bir şekilde haklı çıkarmaya çalışması ve bunda belli ölçüde başarılı olmasıydı. bu açıdan romanın -belki de birçok roman için bu söylenebilir- günahın normalleştirilmesine neden olduğu söylenebilir. sanki herkes, “günah işledim ama açıklayabilirim” diyor. burası garip bir nokta. hatta tolstoy’un deyişi ile mutsuz olmanın sebebi haline gelen “kendini üstün görme”nin bir açıdan dışa vurumu bile denebilir. çünkü günahını normalleştiren kişi, kendisine günah işlemeyi yakıştırmadığı için bunu yapar, “ben günah işleyecek kadar zavallı biri değilim” der. müstağnîdir.
günahın normalleştirilmesi tabii ki kötü bir şeydir, ama günahı tanımak, onun ne olduğunu bilmek için ona yakından bakmaya mecburuz. kendi günahlarımız bunun için en büyük fırsattır ama romanların da okuyucularına bu açıdan iyi hizmet ettiğini düşünüyorum.
tavsiye için teşekkürler halim…
Halim bu detaylı tahlil için teşekkürler. Kitabı okumamın üzerinden uzun zaman geçti. Kısa hikayelerine aşina olduğum Tolstoy’dan okuduğum ilk romandı. Roman tekniği açısından anladığım kadarıyla eksiği yok fazlası var; ana örgüyü besleyen yan karakter ve hikayeler ile bize dönemin sosyal yapısı, avrupa kültürü ile etkileşimi, kendi iç hesaplaşmaları ve tartışmaları güzel yansıtılıyor. Ancak romanın daha başında Anna’nın tren istasyonundaki tecrübesi ile okuyucu roman boyunca kötü bir kehanetin gerçekleşmesini beklercesine tedirgin oluyor ve Tolstoy en sonunda okuyucunun bu beklentisini boşa çıkarmıyor.