Şiddetin Sanal ve Somut Hali


Sosyal medya araçları, insanlarda sorumsuz bir karakterin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu sorumsuz karakterin temel özelliği hakaret içerikli konuşmalara ve mesnetsiz iddialara sıklıkla yer vermesi. İnsan, hesabını vermeyeceği konularda cüretkar olacağından –ki atalarımız bunu “bekara karı boşamak kolaydır” şeklinde ifade etmişlerdir- sosyal medyadaki sanal/belli ölçüde gerçek olmayan kişilerin bu yola tevessül etmesinde şaşılacak bir şey yok. Ancak asıl mesele, bu sorumsuz kitleleri harekete geçirebilecek konuşmaların gerçek kişiler tarafından yapılması ile ortaya çıkıyor. Konuyu biraz daha açalım.

Cübbeli Ahmet Hoca, İhsan Şenocak, Nurettin Yıldız, Ebubekir Sifil, Abdulaziz Bayındır, Mustafa İslamoğlu, Mustafa Öztürk, İlhami Güler din konusunda yaptığı açıklamalarla sosyal medyada ses getiren isimlerden ilk akla gelenler. Bu isimlerden bilhassa Cübbeli Ahmet Hoca ve İhsan Şenocak, ehl-i sünnet düşüncesini takip etme ve savunma gayelerini açıkça ve sıklıkla dile getirmelerinden ötürü yazımız açısından önem taşıyor.

Öncelikle şu tespiti yapmak isterim: Ehl-i sünnet’e muhalif olan düşüncelerin dile getirilme özgürlüğünden ne kadar bahsediyorsak, ehl-i sünnet’i savunan düşüncelerin dile getirilme özgürlüğünden de o kadar bahsetmemiz gerekir. Şu bir gerçek ki sosyal medyanın bu kadar etkili olmadığı zamanlarda (diyelim ki beş sene öncesine kadar) din konusunda kitleleri harekete geçirebilecek açıklamaların yalnız ehl-i sünnet’e muhalif düşünceler tarafından sunulmasına izin veriliyordu (Yaşar Nuri Öztürk’ün uzun yıllar televizyonlarda yaptığı konuşmaları hatırlayınız). Çünkü konuşmacılar ancak televizyonda meramlarını ifade edebiliyorlar ve televizyonlara ancak belli isimler davet ediliyordu. Ne zaman ki bu sosyal medyanın etkinliği arttı, ehl-i sünnet’i savunan kişiler de kendi izleyicileriyle buluşmuş oldular.

Gelelim kitlelere öncülük eden bu insanların konuşmalarındaki şiddet ile sorumsuz insanların arasındaki ilişkiye. Ehl-i sünnet’e muhalif olan kişiler yıllarca televizyonlarda ehl-i sünnet düşüncesine hakarete varan eleştiriler yönelttiler. Bu sanal şiddet, hakaret içermesinden ötürü ilmî olmamasına karşın çoğunluğu ehl-i sünnet olan halkımız nezdinde bir karşılığı olmadığından somut şiddete dönüşme imkânı hiçbir zaman bulamadı (istisnai vakıalar olabilir). Ancak ehl-i sünnet’i savunan ve söylemleriyle sanal şiddet örneğini karşılayan isimlerin açıklamaları, kitleler nezdinde somut şiddete dönüşme potansiyelini kuvvetle taşıyor. Örneğin bu insanlardan biri, ehl-i sünnet’e muhalif olan kişilerden birine diyelim ki kaderi inkâr ettiği için “kâfir” veya “dinden çıktı” dediğinde bu hatalı söz (hatalı; çünkü kişi kendisi “ben dinden çıkmak niyetiyle söylüyorum” demedikçe tekfir edilmez), sanal âlemdeki sorumsuz insanlar tarafından çığ gibi büyütülüyor. Allah korusun bu açıklamaların, masum insanlara zarar verme noktasına gelmeyeceğini kim garanti edebilir? Sanal âlemdeki tehditkâr söylemler yüzünden insanlar konuşmaktan çekinmeye başlar oldular. Yapılan organizasyonlar iptal ediliyor, kimseye zarar gelmesin diye. Bu durum hayra alamet değil. Her şeyden önce kitlelere öncülük eden insanların, bu gidişe dur demesi gerekir. Yoksa şiddetin sanal hali, somut olarak daha bir görünür hale gelecek.

Bırakalım insanlar istedikleri gibi düşüncelerini dile getirsinler. Düşünceyi susturarak ya da ona şiddet göstererek onu yenemezsiniz. Kadere iman konusunda aynı düşünmüyor musunuz? Size düşen bunu ilmî bir şekilde tartışmak ve tartışma sonunda karşı tarafı ilzâm etmektir, “vurun kahpeye” dercesine toplumu galeyana getirecek tepkiler vermek değil. Kur’ân’ın tarihselliği iddialarına katılmıyorsanız yapacağınız şey “tarihselliği savunan hocaların olduğu ilahiyat fakültelerine öğrenci göndermeyin” demek değil, Kur’ân’ın tarihsel olmadığını, en az olduğunu iddia edenler kadar savunmaya çalışmaktır. “Falanca kişinin kitaplarını okumayın, sapıtırsınız” yaklaşımı insanları hidayete sevk etmez. Olsa olsa kamplaşmaya ve şiddete neden olur. Hakikati savunduğunuzu düşünüyorsanız öfkelenmenize ve telaşa kapılmanıza gerek yok; çünkü Hakk her zaman üstündür ve hiçbir şey ona üstün olamaz.

 

Şiddetin Sanal ve Somut Hali” üzerine 7 yorum

  1. Güncel olması dolayısıyla ramazan ayını örnek vererek konuyu açmak istiyorum. Malum ramazan ayında oruç tutanlar kendilerini zor bir işi yüklendikleri için saygıya layık görürler-ki haklıdırlar. Oruç tutmayanları oruç tutarmış gibi davranmalarını isterler. Halbuki kişi saygıyı insandan beklemekle hataya düşer. Sevabı verecek olan kul değildir. Yani dini bir davranışın aynısını o hareketi veya inancı paylaşmayan insandan beklemek abestir. Tabi bununla birlikte dini davranışta bulunmasa bile o davranışta bulunana saygı göstermesi kişinin kalitesini gösterir. Ama kaliteyi dayatmak müslümanın görevi değildir. Bu dayatma kültürü sosyal medyanında yardımıyla yediden yetmişe hem davranış hem de inanç anlamında artmaktadır. Sonuçları ise insanların dinden soğuması şeklinde olmaktadır. Kendine alim diyen biri kendine müslüman diyen bir başkasına tağut demeye başladığında müslümanlar sadece parçalara ve gruplara ayrılmış olur. Yazıda bahsedilen kötü durum kendini en çok sloganlar üzerinden ayrışma ile kendini gösterir.

  2. Tabi bunları söylerken TV’nin (ve çoğunlukla sosyal medyanın) bir ‘show’dan ibaret olduğunu da eklemek lazım. Oraya çıkan saydığın isimlerin bunun farkında olup olmamaları bir şeyi değiştirmiyor. Neticede biliyoruz ki, şiddet çok satar. Gladyatörlerin varlık sebebiyle, Kurtlar Vadisinin bir fenomen olması bu fenomenle ilgiliydi. Ne yazık ki bunu televizyoncular da bizden çok daha iyi biliyor. Cübbeli ahmet-Mustafa İslamoğlu kapışmasının izleyiciyi şenlendirmesi için, içinde türlü kavga tekniklerinin bulunması lazım. İşin doğasında var.

  3. Zannediyorum ki sorunun temel kaynaklarından biri bu insanların belirli bir yorumlama yöntemine hayatlarını adayarak çalışmaları. Bir iş üzerinde bu kadar mesai yaptıktan sonra insanlar kendi yolununun dışındakileri malesef yanlış yönde görüyorlar. Daha sonra -ümit ediyorum iyi niyetle- kendi yöntemlerine sadık kalmaya ikna edebilecekleri insanlar aramaya başlıyorlar. Fanatizm de tam bu noktada başlıyor. Lakin bu konuda hocaları suçlu tutmak ne kadar doğru bilemiyorum çünkü büyük bir çoğunluğun uzlaştığı üzere İslam pasif ve bireyin kendisini kurtarmasına yönelik bir din değil sadece, aynı zamanda kişinin toplumla ilişkilerini devam ettirmesini ve mesajı yaymasını istiyor. Yazıdaki düşüncelere katılmamla birlikte kaçırdığı nokta olarak şunu görüyorum: başka zihniyetlerin konuşmasına müsade edip önüne engeller koymaması için bir insanın daha ikna edici bir şey duyduğunda ona inanmaya açık olması gerekir. Fakat halihazırda sorgulama sürecini “bitirmiş” ve artık kendini değil insanları sorgulayan bir kişi başkalarını dinlemeyi elbette ki vakit kaybı ve onların konuşmasını topluluk içerisinde fitne olarak görecektir. Dolayısıyla sorunun pratik bir çözümü bu şartlar altında pek de mümkün değil, konuşma otoritesini kendinde gören herkes kendi yöntemleriyle ele aldığı zaman konuyu kendi yöntemi içerisinde tutarlı bir cevap sunuyor. Hal böyle olunca bu kişilere kendi yöntemlerini sorgulamaya itmekten başka çare kalmıyor. Ha bu nasıl olur diyorsanız, bildiğim kadarıyla yöntemleri sorgulamayı kafasına koymuş felsefemiz var, oraya davet edelim 🙂

    1. sorgulama yapmamanın ciddi bir eksik olduğuna katılıyorum. başkasını tekfir eden insan, çoğu zaman hakikati kendinden ibaret gördüğü için bunu yapar zaten. halbuki kişinin ictihadî konularda, şafiî’den mülhem söyleyecek olursam “düşüncemin doğru olduğuna inanıyorum ama hatalı da olabilir. senin düşüncenin yanlış olduğuna inanıyorum ama doğru da olabilir” şeklinde yaklaşım sahibi olması gerekir.

Ömer Kırbıyık için bir cevap yazın Cevabı iptal et