Limanında


Bir kişi hayal edelim, ameliyat masasına yatmış, karşısındaki kameradan onu izliyoruz. Masada; fakat ameliyatı kendisi gerçekleştiriyor. Beyaz bir örtü, ortası kesik, delikten cerrâhî penslerle tutturulmuş kalkık deri, iç organlar ortada, sağ elin parmakları bistüriyi kavramış, beyaz eldivende kan pıhtıları… Adam narkozun etkisiyle uyuyakalmış, televizyonda gördüğümüzden müdahale edemiyoruz; ancak tedirginlikle olacakları takip ediyor, uyanması ve ameliyatı bitirmesi için umut besliyoruz. Zaman zaman başka bazı elleri görür gibi oluyoruz. Eller ameliyata hızlıca karışıyor, kâh masadaki adamın eline dalga geçercesine kalem veriyor, kâh narkozunu artırarak uykusunu sabitliyor, kâh uyuşmuş elini tutup bistüriyi daha derine batırıyor, yarasını deşiyor. Bu iğrenç sahne, (yanlış hatırlayabilirim) K dergisinde okuduğum Saint Exupery’nin İspanya İç Savaşı dolayısıyla sarf ettiği: ‘İç savaş insanın kendi uzvunu kesmesidir.’ sözünü esas aldı. Onun bu ifadesi, Suriye İç Savaşı için geçerliliğini koruyor. Yaşanan acılar her gün çarpılıyor; ya sürgün, ya ölüm, ya sürgünde ölüm; seçme şansın yok. Dile getirmesi güç ve tüm bunlar utanç verici bir teşhircilik.

Bu paragrafla Teoman’ın bağı son klibinin/kısa filmin konusu… Mülteciler. Teoman’ın şarkılarındaki çekici karadelik, anın sonu idrak edilince yüzde sönen gülücüğü andırıyor. Tebessümle çehrede beliren çizgiler ruhun sınırlarına çekilmiş kara kalemler değil çünkü. Kişiliğini oturtan keskin hatlar, yılların üstünü karalıyor ve hayat, yorgun ellerden çıkıveriyor.

Piyano telleri paslansa ve sahneye misafir sanatçı gibi tereddütlü, itiraf eden tonda çıkıyor olsa dahi Teoman’ın sesi beni Çölde Çiçek ile yakaladı. Onda bir değişim hissettim, bir erkek kadın sorunsalına yaslanan Şebnem Ferah’ın varlıkta anlam arama çabası mı? Zannetmiyorum. (O kadınlara kendi sevdiği sözleri söyletir, kendi duvarına bir pencere açar, nefes alır. İki Yabancı, Zamparanın Ölümü, Aşk Kırıntıları, Seninim Son Kez’de yalnızken söylediği şarkılardan daha rahattır.) Acı çeken birinin kendini sevdirme çabası belki. Kelimeleri kırpıktır Teoman’ın, birbirine yaslanıp ayakta duramaz, birbiri içine girgindir, karadeliğe akar; yalnızlığa, ölüme. Onun dinlenme anıyla, kendisini tükettiği, verimsizleştiği ve eski gücünden olduğu açık. Yine de onu özlediğimi fark ediyor; Ne Ekmek Ne de Su, Papatya, Gemiler, Gönülçelen, İstanbul’da Sonbahar, Aşk Kırıntıları vs. deki hikâyeleri yâd edince duygulanıyorum. O hikâye artık var mı? Kendini anlatan biri karşımızda: Kadere, Tanrı’ya, yorgunluğa, aldatıcı hayatı yaşamak tereddüdüne, mutluluk hayallerine, rüya kumsalına, yalnızlığa, katlanmaya… Onun yaşamı karadeliğidir. Uyandığında şaşkındır, yavru kediyi balkonunda bulur, kadın gitmiştir… Kelimeleri süslü değil eskisi kadar; renge batırmak, minik boyutlara indirgemek; kar tanesini dil ucuna kondurmak, bir damla gözyaşından başka elinde bir şey kalmaması, gökdelenden tükürme hırsı, sinek valesiyle fal bakmalar, şehrin kullanılmayan sokak ve mazgalları, bohem fantezileri pek yok. Onun yerine sokak ağzını benimsiyor, bunu yeniden üretmeye çalışıyor: Daha beter olcak, serseri ölcem, n’apim, yapcam, vura vura dip olmak (dibe vurmak), gidicem ardıma bakmadan… Zaten şiirde şu aralar hikâyeye rastlanılmıyor. Kelimelerin ruhlarını çağırma seansları düzenleniyor. İmajlar sun, solgun kartpostallar üzerine sim serp, eşyayı ele al, his yumakları yuvarla, kedileri koştur, burnuna kelebek konsun şiir pişti. ‘Gün Doğmadan Önce’ filmindeki bohem şairi hatırlayalım: bir kelime ister ve ondan tek sayfalık bir şiir çıkarır; şiir gerçekten güzeldir. Büyüyü Jesse bozar, ‘biliyorsun, büyük ihtimalle önceden yazdığı şiirin içine senin sözcüğünü yerleştirdi’. Şunu herhalde söylemekte sakınca yok, ‘resmi çekiliyorsa, kaos da düzendir.’

Mevzuumuz olan Limanında şarkısı için denilebilecek, macerayla başlayan şarkının, zorunluluğa, sürgüne dönüşmesidir. Klip-kısa film bunu açık ediyor, aslında onun Çoban Yıldızı’ndaki savaş hüznü burada umutla karışık. En sevdiğim mısraları ne ile yaptığı söz oyunu: ‘ne ateşler yanıyor, ne ateşler sönüyor, ne savaşlar oluyor, ne gidenler dönüyor.

Bu konuda bize ait en büyük sorun, herhalde mültecilerin daha iyi bir hayat için başka ülkelere gitmeyi arzulamaları; serden geçmeleri. Teoman’ı mülteci sorununa ses çıkardığı içinse kutlamalı. Klip-kısa filmde o lunapark sahnesi hariç her taş gediğinde; özellikle altyazı ve sonda kamplarda yürek burkan bakışlar. Teoman’ın dediği gibi ‘Tanrı verir. Belki de… Yarattıklarına merhamet.’ Zira Yunanistan sahil güvenliğin patlatıp ölüme terk ettiği bot görüntüleri hakkında yazılanları Youtube’da okumak bile merhametsizliğin ne boyutta olduğunu açıklıyor.

Hayır, o kaydı uzaktan değil, bir duvar ötesi kadar yakından izliyoruz. Duamız; İnşallah savaş, an itibariyle nihai olarak sona erer; vahşet görüntülerinin yerini düğünler, şenlikler, şâdumanlıklar alır.

 

11 comments

  • Güzel bir değerlendirme yazısı olmuş. Eline sağlık..
    İnşallah daha duyarlı olunur, olurlar, oluruz, olurum..

  • Vahşet bu. Vahşet bu (kadar güzel anlatılabilirdi.) demeye dilim varmadı. Yaşanan vahşet kurgulanamayacak kadar gerçek zira. Vahşet ve güzel kelimeleri gerçeğin soğukluğunda aynı cümle içinde çok absürd duruyor. Ne alaka diyor insan. Ne alaka? Yüzyılın en büyük vahşetiyle karşı karşıya insanlık. Açlıktan birbirini yiyen Neendertal’ler görüyorum. Sanırım türümüzün sonu kuzenlerimiz gibi olacak. Bizden sonra gelen türler (olacaksa eğer) acıklı bir arkeolojik keşif olarak anlatacak Sapien’leri. Birbirini yiyip bitiren, tüketen bir tür. Yakıtı insan olan insan.

    Teoman’a gelince… Evet, eskiden severdim. Seksomanyak takıntıları başlamadan önce. Sanırım o hastalıklı durum gelip geçiciydi. Yine de artık sadece uzaktan izliyorum. Şarkılarındaki çıplak gerçeklik korkutuyor beni. Sözünü ettiğin karadeliğin çekiciliği ürkütücü. Aynalar ve gezegenler. Cam ve karadelik. Sanırım Teoman bu ikililerden ikincisi. Gerçeği yansıtmıyor, gösteriyor. Tasvir etmiyor, içine çekiyor gerçeğin.

    Saygılarımla.

    • Evet, erotikten nevrotiğe kayış mı bilemem. Rahatsız bir ruh. Yine de Teoman’ı bu tarafa dikkat çektiği için sorumlu insanlar sınıfına dahil edebiliriz. Şarkı sözlerinin edebi geçmişinin olduğu kesin. İstanbul, meşum kadın, bohem dumanı, güneş gözlüğü, karikatür.

      • Dediğin gibi… Sazıyla sözüyle sanat yapıyor Teoman. Acı çeken bir ruh var onda. İnsan doğurur gibi doğuruyor şarkılarını.

  • Suriye savaşı hakkında okuduğum belki en gerçekçi tasvirle açılıyor yazı ve tasvir ilham aldığı sözün hakkını veriyor. Yaşananların ise yazıda ve konu edindiği klipte anlatılanlardan fazlası var eksiği yok maalesef.
    Acı gündem, bunun karşısındaki tutumumuz, Teoman şarkılarının gidişatı özelinde şiir ve şarkılarımızın hal-i pür melali hakkındaki geneline katıldığım görüşlerini aynı yazıda (aslında bir klip hakkında yazılmış yazıda) başarıyla harmanlayan yazara teşekkür ediyor ve ”bir duvar ötesi kadar yakından” izlediğimiz savaşla ilgili duasına ‘Amin!’ diyorum.

  • “Kelimeleri süslü değil eskisi kadar; renge batırmak, minik boyutlara indirgemek; kar tanesini dil ucuna kondurmak, bir damla gözyaşından başka elinde bir şey kalmaması, gökdelenden tükürme hırsı, sinek valesiyle fal bakmalar, şehrin kullanılmayan sokak ve mazgalları, bohem fantezileri pek yok.” Alıntıladığım yerde olduğu gibi detayları iyi yakalıyor olman, kalemine ayrı bir güç katıyor halim.
    Teoman’ın klibi gerçekten başarılı ve insani. sayende müstefit oldum. teşekkür ederim.

  • guzel yazin icin tesekkurler halim.

    kadinlara kendi sevdigi sozleri soylettigine dair gorusune genel anlamda katiliyorum ve bence bu biraz da aci ceken birinin kendini sevdirme istegine dair tespitinle iliskili. teoman kendini sevdirmek isteyen (ve ayni zamanda yalnizlik ceken) tarafinin cok onemli olcude kendisinin acisini/yalnizligini paylasacak ve kendisinde dinlendirecek bir kadin (veya kadinlar mi demeliyim?) arayisi ile ilgili oldugunu dusunduruyor. tabi bunun teoman’in yalnizca bir yonuyle ilgili oldugunu soylemek gerekiyor cunku onu o sekilde tanimlamak haksizlik olacaktir.

    kelimelerinin eskisi kadar suslu olmadigi veya sarkilarinda hikayelerin eskiye gore eksik oldugu gorusune katilmakla beraber tum albumunu degerlendirdigimizde sokak agzini benimsedigi ve onu yeniden urettigine dair bir iddianin guclu ve de haksiz bir genelleme olabilecegini dusunuyorum. n’apim tabiatim boyle ve serseri sarkilarinin kalitesiz ve ayni zamanda cok ergen bir havasi oldugu acik (zamanin ruhunu yakalayayim derken kendi ruhundan olmanin guzel bir ornegi belki :)) fakat boyle bir dilin tum albumde oldugunu soylemek zor olacaktir. bana gore albumdeki temel eksiklik hem senin ifadenle hikayeye sahip sarkilarin eksikligi (limaninda ve belki bir olcude colde cicek sarkisi bunun disinda tutulabilir) hem de guzel sayilabilecek sarkilarin ruhuna uygun bir muzigin olusturulamamasi. kastettigim ruha gemiler, kupa kizi sinek valesi ve istanbul’da sonbahar gibi sarkilar ornek verilebilir. limaninda sarkisinin genelinde ve yer yer colde cicek sarkisinda bunun tutturuldugunu ama albumun genelinde bunun cok eksik oldugunu dusunuyorum.

    limaninda parcasina referansla bize dusen paya gelirsek: dedigin gibi multecilerin kendilerinin ve cocuklarinin hayatlarini tehlikeye atma ugruna turkiye’den avrupa ulkelerine gitmeye calismalari bizim buyuk bir sorunumuz. bu meselenin multecilerin kotu durumlarini firsat bilip bundan yararlanmaya calisan pek cok insandan tut da kotucul bir duyarsizliklikla sucu multecilerde aramaya kadar varan bir vicdansizlik boyutu var. elbette bunun yaninda iyilik yapan insanlarin varligini da unutmamak gerekir ki yalnizca kotulugun egemen oldugu seklinde bir caresizlik veya karamsarlik sarmasin bizi. belki de teoman da bunu hissederek umutla karisik bu huznu dillendirmistir. guzel duana katiliyorum.

    hem teoman’in hem de senin eline ve gonlune saglik

  • Bu uzun bilgilendirici değerlendirmen için teşekkürler Ferhat. Senin itirazlarına açıklık getireyim. Teoman’ın bütüncül bir şarkı yorumu ortaya koymak zor. Dediğin gibi pek çok yönü olan birisi. Mahmut Sami’yle bu konuyu istişare ettiğimizde bana yabancı olan şeyi açıkladı, Teoman’ın özellikle Gönülçelen’den sonra şarkı yorumunda sesi değişikliğe uğramış, sesini daha fazla kasarak şarkı söylüyor. Bazılarında da yumuşak söylüyor. Kupa kızı sinek valesi ve gibi. Bu bence aslında şarkısının kökeni ile ilintilendirebileceğimiz bir husus. Mesela bu albümde öyle aykırı, müzikle örtüşen bir şarkısına rastlamadım, daha çok eskiyi tekrar üretme nevinden… Başka yerlerden tınılar da içeriyor bunlar. Yine Mahmut’un belirttiği üzre söylüyorum. Resimdeki Gözyaşlarının girişi ile Led Zeppelin’in İmmigrant Song’unki benzeşiyor. Dolayısıyla ses bir yerde kökenine dönmek istiyor. Ondan dolayı senin ikinci eleştirin olan sözlerde sokak ağzına rucu ediyor. Yani ses müziğin altında kalıyor. Birbiriyle intizamlı bütünlük göstermiyor. O iki şarkı dışında Seninim son kezde de böyle bir sözcük mevcut. Bunlardaki sokak ağzı tabiri ile samimiyeti merkeze almak da kastediliyor. Samimiyet şurada ki, Teoman nasıl birisi olduğuna dair mısralar dizmiş bu ikisinde. Ben önceki şarkılarında böyle bir şeye rastlamadım. Yani zaten kendi hayatını ve beslendiği kaynağı aktarıyor. Bunun dışında bir konum söz konusu olan. Öncekilerde otobiyografi dışarıdan aktarılırken şimdi böyle bir söylemle karşılaşıyoruz. Bundan dolayı kendini anlatmayı orada kullandım. Ben Kum Saati’ni de beğendim. Adamın talihsizliği bence rakipsiz olması.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s