19.Yüzyılın sonlarında Diyarbakır’da dünyaya gelen Gökalp, Türk milliyetçiliğinin babası kabul edilen isimlerden biridir. Gökalp’in elimizdeki eseri, 1918 yılında yazılmış olup, düşüncesinin önemli kilometre taşlarından biri olarak kabul edilebilir. Gökalp, bu eserinde, İmparatorluğun dağılma döneminde çöküşü durdurmak için ortaya atılan üç temel fikri değerlendirmekte ve bu üç fikir arasında belirgin bir tercih ortaya koymayıp, kendi orijinal sentezini oluşturmaya çalıştırmaktadır.
Eserin ilk bölümünde bu üç akımı detaylı olarak inceleyerek her birinin ayrı ayrı değer ve doğruluk barındırdığını ortaya koyan Gökalp, eserinde üç fikre de olumlu yaklaşmıştır. Bunun yanı sıra bu üç fikir akımının da gerçek ihtiyaçlardan ortaya çıktığını belirtir.
Batı medeniyetinde terminolojinin din dili olan Latince ve Yunanca köklerden türetilerek meydana getirildiğinden hareketle Müslüman milletlerin de kendi kutsal kitap dilleri olan Arapça kökenli ıstılahlar türetmesi gerektiğini, bunun için gerekirse milletler arası ıstılah kongreleri düzenlenmesini teklif eden Gökalp, bu noktadan sonra günlük dilin de millileştirilmesini ve dünya üzerinde bütün Türklerin anlayacağı bir ortak dile ulaşılması gerektiğini vurgular. Aslında bu noktada Gökalp’in kafası biraz karışıktır. O, günlük dilin yanı sıra ıstılahlara da Türkçe kökenli karşılıklar bulmayı teklif eder. Bu durumda Her ıstılah için biri ümmet dilinde, diğeri ise millet dilinde olmak üzere en az iki karşılık olacaktır. Buna bir de henüz karşılık bulunmayan ya da karşılıkları yeni bulunan terimler eklenince durum daha da vahim bir hal alacaktır. Önerisinin imkânını Gökalp de sorgular. Yine de, ıstılahlarımızın Fransızca veya Rusça olmasındansa Arapça veya Farsça olmasını tercih eder.
Tıpkı dil meselesinde olduğu gibi eğitim meselesinde ve diğer meselelerde de Gökalp’in milliyetçiliğinde ümmet fikrini sürekli canlı tuttuğunu görürüz. Onun öngördüğü üçlü uzlaştırmacılık kitabın ruhuna sirayet etmiş diyebiliriz. Kitabın çizdiği örnek görüntü alabildiğine Müslüman, alabildiğine Türk ve alabildiğine Batılı bir insandır.
Son olarak, kitabın yazıldığı dönem ile bugün yaşadığımız koşulların taşıdığı benzerliklerin okurun zihnini sık sık 20. Yüzyıl başındaki ırkçı ayaklanmalar ile 21. Yüzyıl başındaki ırkçı ayaklanmalar arasında bağ kurmaya ittiğini söylememiz gerekecektir.
Tadımlık:
“Trablusgarp, Balkan muharebeleri esnasında Türklerin felaketine iştirak edenler Macarlar, Moğollar, Mançular olmadı. Bilakis Çin’in, Hind’in, Cava’nın, Sudan’ın ismini bilmediğimiz Müslim kavimleri matemimize ortak oldular; manevi yardımlarını esirgemediler. Bundan dolayıdır ki Türkler lisanca Ural ve Altay şubesine mensup olmakla birlikte kendilerini İslam milletlerinden addederler.”
Bu gavuru niye paylaştın Ömer.
Sanırım bu bir soru değil.
Yok serzeniş, adama ön yargılıyım. Mesela şarkıya da haşvi dolayısıyla Arap şekli zannetmiştir, araştırma gereği duymamıştır. İşte şiiri:
Güzel dil Türkçe bize,
Başka dil gece bize.
İstanbul konuşması
En sâf, en ince bize.
Lisanda sayılır öz
Herkesin bildiği söz;
Ma’nâsı anlaşılan
Lûgate atmadan göz.
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş, Türkçedir;
Eski köke tapmayız.
Açık sözle kalmalı,
Fikre ışık salmalı;
Müterâdif sözlerden
Türkçesini almalı.
Yeni sözler gerekse,
Bunda da uy herkese,
Halkın söz yaratmada
Yollarını benimse.
Yap yaşayan Türkçeden,
Kimseyi incitmeden.
İstanbul’un Türkçesi
Zevkini olsun yeden.
Arapçaya meyletme,
İran’a da hiç gitme;
Tecvîdi halktan öğren,
Fasîhlerden işitme.
Gayrılı sözler emmeyiz,
Çocuk değil, memeyiz!
Birkaç dil yok Tûran’da,
Tek dilli bir kümeyiz.
Tûran’ın bir ili var
Ve yalnız bir dili var.
Başka dil var diyenin,
Başka bir emeli var.
Türklüğün vicdânı bir,
Dîni bir, vatanı bir;
Fakat hepsi ayrılır
Olmazsa lisânı bir.
Pardon buçuk inşacı. Cemil Meriç’e sığınayım:
Ziya Gökalp budala bir adamdı tam manasıyla. Ağaoğlu budala değildi, haris adamdı. Ziya Gökalp ayran budalasıydı, cahil bir adamdı, son derece ümmiydi. Evvela Selanik’te pohpohladılar; İttihat Terakki emellerine alet etti. Politika’nın bütün büyüklerine Enver’e , Talat’a , Mustafa Kemal’e “Sen Allah’sın , sen peygambersin!” diye kasideler yazdı. Büyük milliyetçi, milliyet nazariyecisi oldu. Ziya Gökalp Batı’nın sofra artıklarıyla geçinen bir zattır, onları atıştırır, zaman zaman da kusar. Peyami Safa’nın çektiği ruh çilesini çekmemiştir. Sahtekardır. Her devirde dalkavukluk yapmıştır. Talat paşa ve İttihat ve Terakki’ye mesela. Tarihin şımarttığı bir adamdı.
Kaynak; Tarih ve Düşünce Dergisi -11 Şubat 1977 tarihli
Cemil Meriç Diyor ki; Gökalp orijinal bir mütefekkir değildi Avrupa kültür ve tarihine aşina değildi. Daima fikir değiştirir yada fikrini destekleyecek şekilde düzenlerdi.Batı sosyologlarından özellikle Fransız nazariyelerini benimsemiştir.
Kaynak; Halil açıkgöz, cemil meriçle (çeşitlemeler) sohbetler seyran yay. İst .1993s.19-20
Gökalp’in fikir kronojisi hakkında değerlendirme yapacak kadar bilgi sahibi değilim. Fikri altyapısının tahlilini yapmak da değil amacım. Netice itibariyle ben bir Cemil Meriç değilim. Yine de kitabın dil ve içerik açısından hoşuma gittiğini, bu kitaptaki fikirlerinin de büyük bir bölümüne katıldığımı söyleyebilirim Halim’ciğim. Umarım bu beni de ‘gavur’ yapmaz 🙂
Sen benden dindarsındır bilirim 🙂
Eve gidene kadar okursun bence.
sanırım bir konuda hemfikiriz. Yukarıdaki şey şiir değil.
Evet tekerleme gibi. Adamın sözleri: gözlerimi kaparım vazifemi yaparım. Çocuktum, ufacıktım, Top oynadım,acıktım.
Uğraşın için teşekkürler. Benim bu adama karşı bir alerjim var.
Çoban kaval çaldı,sordu bülbüle:
“Sürülerin hani,ovan nerede? ”
Bülbül sordu,boynu bükük bir güle:
“Şarkılarım hani,yavrum nerede? ”
Ağla çoban ağla.Ovan kalmadı.
Göz yaşı dök bülbül,yuvan kalmadı.
Çoban dedi:”Ülkeler hep gitse de,
Kopmaz bende Anadolu Ülkesi,”
Bülbül dedi:”Düşman Hased etse de
İstanbul da şakıyacak Türk sesi”
Çalış çoban,kurtar öz yurdunu.
Şairlerden topla,bülbül bir ordu.
Çoban dedi:”Edirne’den ta Van’a
Erzurum’a kadar benim mülklerim.”
Bülbül dedi:”İzmir,Maraş,Adana,
İskenderun,Kerkük en saf Türklerim”
Sarıl çoban,Sarıl.Mülkü bırakma.
Yad elinde,bülbül,Türk’ü bırakma.
Çoban dedi: Sürülerin hep kaçsa
Benim sürüm var, kaçmaz, adı Türk ili.
Bülbül dedi: “Şarkı ölsün, yok tasa;
Türkülerim yaşar söyler halk dili.
Yalvar çoban,yalvar.İlin kurtulsun.
Dile haktan,bülbül,dilin kurtulsun.
Burada ölsün dediği 14-15. yy’da şekilleşmeye başlayan murabbadan doğan şarkıyı sırf Türk olmadığını sanarak dışlamıştır. Bir de Yorgun Savaşçı’da bi’l-mana şöyle bir dialog geçer: “Kendimize daha düşüncelerini olgunlaştırmamış birini üstad seçtik”
Bülbül dedi: “Şarkı ölsün, yok tasa;
Türkülerim yaşar söyler halk dili.
sanırım burada Türkü’nün Türklüğünden ziyade halka ait oluşundan dem vuruluyor ama. Türkçülük değil halkçılık yani
Şarkının divan edebiyatı türü olduğundan böyle söylüyor. Bu adamın iddiası halk edebiyatını canlandırmaktır. Divan edebiyatı daha çok seçkinlerin anladığı bir dil olarak görülmüştür ve bize dışardan gelmiştir, onun nazarında. Bu dönemde acaba ümmet öncesi bir edebiyat fikri bulabilir miyiz diye fikirler var. Hece vezni ile yazmak onun şekillerini benimsemek gereklidir bunlara göre. Ziya Gökalp de sırf divan edebiyatı şekli olduğundan türkü ile şarkıyı karşılaştırıyor ve şarkıya ölsün diyor. Nihat Sami Banarlı’nın bu konuda fikirlerini aktarmak lazım: Bülbül dedi: “Şarkı ölsün, yok tasa;
Türkülerim yaşar söyler halk dili. mısraları … hatalıdır. Gökalp, şarkı ,teriminin Arapça aslına aldanarak bu nazım şeklini Arap’dan gelme sanmıştır. Halbuki şarkı, Arap ve İran hayatına aksetmeden çok evvel, Türk şiir ananesinden doğmuş, milli bir şekildir. Şarkıların besteleri de Gökalp’in sandığı gibi Bizans veya Arap değil, halis Türk’tür.”
Bu gibi zatlar halk edebiyatının da divan edebiyatından olumlu etkilendiğini ya görmezden gelmişler ya da hiç araştırma gereği duymamışlardır. Halbuki Aşık Ömer’in divanı vardır ve zor bir divandır. Aşıkların cönkleri içerisinde aruzla yazılmış şiirler mevcuttur. Bu önyargı için bir kitap önerebilirim: Divan Edebiyatı Üzerine Tartışmalar/Mehmet Kahraman.
Eyvallah Üstad. Banarlı’nın sözünü ettiği Gökalp’e ait yanlış kanıların Gökalp’in hangi kitabı ya da yazısında geçtiğini merak ettin doğrusu.Bunlar bir çıkarım mı yoksa gerçekten -mesela- “şarkı araptan gelmiştir” şeklinde bir söz Gökalp tarafından söylenmiş midir?
Ayrıca bu şarkı meselesinin kitapta geçenler ile bir alakası yok. Belirtmek isterim. 🙂