Ortadoğu Çöllerinde Bir Krallık: Ürdün (1)


urdun_buyuk

Sıradan ve güzel bir sabahtı. Elimde bir bardak çayla elektronik postalarıma bakmak için bilgisayarımın başına geçmiştim. Yeni gelen bir postayı gördüğümde, beklediğim haber burada olabilir diye sevindim. Eskiden postacının getirdiği zarfa ve içindekilere sevinen bir nesilden, sanal ortamlardaki yazılara sevinen bir toplum oluşumuzu, aradaki farkları ve kaybettiklerimizi de hatırlayarak, gelen metni okumaya başladım. ‘Dışişleri Bakanlığı’ başlığını görünce kısa bir sürede metni göz ucuyla tarayıp aradığım cümleyi buldum. “27 Ocak 2013 tarihli belgede, …….adayların Ürdün Üniversitesi’ne kabul edildikleri bildirilmektedir.” İşte o an nasıl heyecanlandığımı ve sevindiğimi anlatamam. Sevinçten havalara uçmak, sevincinden ağzı kulaklarına varmak vb. bütün deyimler o anda bir aradaydı ve bunları ben yaşıyordum. Üniversite eğitimimden sonra dil eğitimi için Ürdün’e kabul edilmiştim. Hemen ardından ailemle de görüşerek, Ürdün hazırlıklarına başladım ve bir hafta sonra yolculuk için havaalanına doğru yola koyuldum. Biletimi aldıktan sonra uçağın kalkış saatini beklerken ailemle biraz sohbet etmek bir anda beni kederlendirdi. Onlardan bir müddet de olsa ayrılmak acı veriyordu ve ne olursa olsun içimde bir burukluk bırakıyordu. Vakit geldiğinde, ailemle helalleşip vedalaşırken, pasaport kontrol noktasına kadar annemin: “Hava sıcak diye aldanma, sıkı giyin. Kendine iyi bak oralarda.” tenbihleriyle yolcuların arasına ben de katıldım. Ecdadımızın at sırtında aylarca süren yolculukla ulaştığı yerlere, yalnızca 3 saate varacağımı düşünürken çoktan Ürdün’e inmiştik bile. Bu düşüncelerden sıyrılıp, “Ver elini Ürdün!” diyerek ayaklandım yavaş yavaş. Ve artık Ürdün’deydim.

ÜRDÜN

Benden bir dönem önce oraya giden bir arkadaşım, beni havaalanında karşılamaya geldi. Sakin bir akşamda, güzel Arap şarkıları eşliğinde, bir minibüs camından Ürdün’ü izliyordum. “اهلا و سهلا ” diyordu Ürdün bana. Ben de ehlen biküm, hoş bulduk diyordum. Bu toprak, bu vatan benden hiç ırak olmayacak diye düşünüyorum içimden; Fırat’ın, Tuna’nın ve Nil’in şarkılarını söylerken. Bu toprak, bu vatan bize hiç ırak değil diye karşılık veriyordu, nakaratları şarkıların.1.1

Okulun dil merkezine kaydımı yaptırdım. Sonra yavaş yavaş tanışmalar, arkadaşlıklar başladı. Ve insanlarla tanıştıkça, Ürdün’ü de tanımaya, bilmeye ve hissetmeye başladım. Ürdün bizim neyimizdi, ne olmuştu? Hey gidi koca devlet! Haritada tek bir millet, tek bir ümmet ve tek bir ülke iken seni kaça böldüler? Sorular geçit töreni yapıyordu zihnimde; sonrasının nereye varacağını bilemeden.

Ürdün Haşimi Krallığı ülkenin adı. Ürdün toprakları, Hazret-i Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fethedilir ve halkın çoğu İslam dinini hemen kabul eder. Sırasıyla Emevi, Abbasi, Selçuklu, Eyyûbi ve Memlûk hakimiyetine girer. Ürdün, Yavuz Sultan Selim Han zamanında, Osmanlı Devleti’nin bir parçası haline gelir (1516). Birinci Dünya savaşı sonunda, 400 seneden beri Osmanlı hakimiyetinde yaşayan Ürdün, 1920’de İngiltere’nin manda yönetimi altına girer ve bağımsızlığını ilan edene kadar durum böyle devam eder. İşte, bir cümle ile ifade ettiğim o günler, aslında çok da kolay geçmiyor Ürdün açısından. Osmanlı’nın zayıflamasıyla birlikte Araplar, Osmanlılar’dan kendi devletlerinin bağımsız olmasını ve Arap emirliklerinde Arapça’nın resmi dil olmasını isterler. Bu arada, Arap milliyetçileri, Faysal bin Hüseyin vasıtası ile Şam’da Genç Arap Birliği’ni kurarlar. Bu birlik, bir devrim yapmaya karar verir ve bir Arap devleti kurmak için Şam Protokolü’nü imzalar. Bu protokole göre Arap devletinin sınırları, Toros Dağları’ndan Arap Denizi’ne, Kızıldeniz’den Körfez’e kadar uzanacaktır ve ülkenin başında, İttihatçılar tarafından Mekke’ye emir olarak gönderilen  Şerif Hüseyin olacaktır.  Daha sonra, iki taraf arasında görüşmeler başlar ve 1916 yılında McMahon Antlaşması imzalanır. Bu anlaşmayla, İngiltere’nin desteklediği bir Arap Devleti kurulması ve bu devlete para ve silah yardımı yapılması, buna karşılık, Araplar’ın da Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlılara karşı savaşması üzerinde mutabakata varılır. En kötüsü olmuş ve müslüman müslümana vurdurulmuştur. Adını mutlaka duymuş olacağınız meşhur Lawrance işte tam burada sahneye çıkmış ve Osmanlı’ya karşı Araplar’ı her konuda kışkırtmayı başarmıştır. Ancak daha sonra bölgede istediğini alan İngiltere, Şerif Hüseyin’e verdiği sözü tutmamış ve ona karşı ayaklanan Suudi ve Vahhabiler’e destek vererek Şerif Hüseyin’i saf dışı bırakmış, sürgüne göndermiştir. Kral Abdullah, “Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik” ismiyle kitaplaştırılan hatıratında bunları daha sonraları anlatmıştır. 1.2Ölüm döşeğinde sayıklarken ‘‘Osmanlı’ya kılıç çekmemeliydim’’ dediği ve lânete uğrama endişesi içerisinde olduğu rivayet edilir. Aradan geçen seneler, bu rivayetleri de, endişeleri de haklı çıkarır mahiyettedir. Kendisinden sonra tahta geçen çocuklarıyla torunlarının hiçbiri yataklarında can veremedi. Baba, tahtını kaybedip sürgüne gönderilirken, bir oğlu hastalık, diğeri suikast sonucu ölüyor. Üçüncü oğlu ise, tahtını kaybedip köşesine çekiliyor. Torunlarından ikisi parçalanarak öldürülüyor, biri de sözde trafik kazasına kurban gidiyor.

*Devamı için tıklayınız

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s