Beslenme çantamdan gelen yemediğim peynir ekmeğin vişne suyuyla karışmış acı kokusunu anımsıyorum. Beslenme çantası götürmekten utanılan yaşa gelinceye kadar hiç bitiremedim ekmeklerimi. Koridorları keskin kokulu çamaşır suyuyla silinmiş ıslak zemininde koştururken lisemin, bir gün gözlerimi kapatıp üç yıl sonra yürüyeceğim yolları gördüm düşümde. Elimde kitaplar, uzun pardesü giyiyorum, başım dik, yürüyorum. İlahiyatın kütüphaneye giden karanlık koridorundan geçip giriyorum içeri. Kitap kokusu nasıl tasvir edilir bilemiyorum. İçime çekiyorum kokuyu, İbn Arabi’yle göz göze geliyorum.
Bir sokaktan geçiyorum, ekmek aldığım fırının ağır yağ kokusu geliyor dimağıma, içim bulanıyor, nefesimi tutuyorum. Şimdilerde ne zaman bu koku gelse aklıma boğazım düğümleniyor. Çok uzak olmayan bu şehir uzaklaşıyor gitgide. 1001 Gece Masalları’nın sığdığı sokakların, bini bir gecede yok ediliyor…
Gecelerine hayran kalıp gündüz olmasın istediğim bu şehirde bir arkadaşım vardı, adı Medine. Otuzlu yaşlardaydı, çocuğu olmuyordu, dua istiyordu. Aklıma geldikçe dua ettim hep. Fatih’te gezinirken şimdi, gözüm hep onu arıyor. Küçük bir çocuğun elinden tutmuş, gülümsüyor. Ölmemiştir belki de…
Gurbet seni şairleştiriyor zeynep, dikkat et. 🙂