Yaz ortası her hangi bir vakitte ya da sonbaharın öğlesinde o sarı eski, Vakıfbank yazılı banka oturduğumda hatırladığım tek şey o uçağın sağ tarafa yönelmesiydi. Pencerelere bakamazsınız ayıptır. Perdeler düzeltilir, güneşlikler çekilir. Çocukların cıvıltısı pakpenlerle engellenir, tencere tabak çanağın şıngırtısı da… Sırf kokusu vardır evlerin, yemek buharları terli burunları doldurur. Bir yar ortasındaymışçasına bir yokuşun başına kurulmuş iki apartman arası, bölünen gökyüzünü seyretmek zorundasınızdır.
Orada yazısı belli belirsiz bir bankın üzerinde bulutları ikindi vakti daha aşağıdaki şişmiş bulutlar örterken manzarayı uzaklardan ufak bir görüntü çarpıtır. Mavilik, beyazlık, yerde dikili orta yaşlarda salkımsöğüdün salınması ile toprakta çıplak çakıl taşlarının varlığının derimi kaşındırması… Tüyleri üreperten diri hisler kapıdan içeri girer ve dikkatimi zedeler. O anı yaşamıştım. O zaman parçası yaşanmak içindi sanki, ellerine bakarak bunlar benim mi denilen o anlardandı.
Uzaklardaki garip görüntü yarın içinden yana kayarak yaklaşıyor, büyüyen umutları simgeliyordu ya da felaketi…
Vakıa bir film sahnesini hatırlatıyordu. Boş bir şehir, harabe olmuş binalar, terk edilmiş, hiçbir hayat belirtisi olmayan sokaklar. Caddede dolaşanlar sadece üzerlerindeki tozlarla yaşlı insanlardır. Suratlarının yarısını saydam bir gizin arkasına saklayan gözlükleri, dökük saçları ve kırışmış derileriyle bize bir hüsranı, hayal kırıklığını ihtar ederler. Bir hava alanında çocuğuna uçakların kalkmasını izleten babanın görüntüsü, kaybedilmiş bir şeyleri hatırlatır, doğmamış çocuğu, yaşanmamış mutlulukları, belirsizleşmiş sevgiliyi, artık var olmayan annenin şefkatini ve en önemlisi kaçırılmış bir hayatı, bir fırsatı…