Şu an nakkaş seni elime verseler bir kaşık suda boğabilirim.
En başından beri hiçbir şeyi anlamamışsınız, bizler birer imgeyiz, nakkaş ve hattat, adem ile Havva gibi Leyla ile mecnun gibi Yusuf ile Züleyha gibi, aşkla şiir gibi, biz bu alem içerisinde gelip ve geçen birer imgeyiz. Kavuşmak hayaliyle yanıp tutuşan dönüp dönüp nakşı bulan bir hattatın elinden geçse de bu kadar kıymetsiz değildir yazılanlar, hepsi bir paçavra gibi silinip atılsın. Biz bilmiyor muyuz, köpeğinizin bir başka dağa kaçtığı için en büyük acıları siz çekiyormuşsunuz gibi arabeske daldığınızı, ağladığınızı üzüldüğünüzü. Bizim masumiyetimizi neden öldürüyorsunuz, neden hatıralarınıza acımasızca davranıyorsunuz. Onlar bizim masumiyetimiz ve bizden değil, bundan sonrasını nakkaşa söyleyerek devam edeceğim, sizde katılın ve anlayın şehirler nereden kurulmaya başlarmış.
Nakkaş, nasıl bütün hatıralara kıyarsın nasıl silersin onları, onlar ikimizden de çıkmıştı oysa ki, onlar tüm şehirlere birer şiir olarak kalacaktı ki en güzel şiirler şehirlerle kurulurdu. Önce kelam vardı, ve ilham perisi gelince yazılan tüm şiirler nasıl da Tanrı kokar. Ben kısa filmlerle uğraşırken ve bizden bir şey katayım derken acılarımı ararken bulamamak ne kadar da acıtıyor insanı. Bilinçaltımıza attığımız şeyleri bazen de olsa hatırlamak istemez miyiz? Bir şarkıyı duyduğunda, bir kahvede içilen çayı ve çay, o kişiyle içilen ânı hatırlatmaz mı ve bunları hatırlamak kötü müdür? Evet biz aşıklar hep sevmemek üzere severiz, o hastalıklı ruh haliyle güçsüzlüğümüzü o kadar ayaklar altına sereriz ki güçsüz olanın karşısında güçsüzlüğü göstermek ne kadar da alçaltır insanı. Aşığın maşuk karşısında aşağılanmışlığından maşukun bilinçaltındakileri silemem, ben çok güçlü bir komutan olsam da hiçbir zaman hak ettiğimi alamam senden nakkaş. Sevilmemek üzere sevenlerdenim. Kaç ressam, kaç yazıcı geçse de hayatımdan kaç busenin tadına baksam da hep ulaşamadığımı isterim. Ulaştığım an basitleşirsin ve bir insan olursun sadece, işte tam bu noktada nakkaş o kalemi elimize aldığımızda bana yazmasan da sen hep kendinde olanı anlatsan da birbirimize en yakınlaştığımız noktayı acılarımızı silmemelisin. Biz çünkü ikimizde aynı acının çocuklarıyız. Bunları keşke anlayabilseydin nakkaş. Anlayabilseydin ve kendi içindeki nefreti bana kusmasaydın. Ben aptallardan olacak kadar mutluyum ama, bazen sen nasıl ilk hatıraları, çocukluğunu, aşkını silemiyorsan, sen unutamıyor hala aynı şarkıları dinliyorsan, benim seni dinlemememi nasıl her şeyinle unutmamı isteyebilirsin. Benim masumiyetimi, aşka bir insan olarak bakmadığım zamanlardan ne istedin. Sulara resmetmiştim oysa ki, sen sulara resmettiğim resimleri sildin nakkaş. Sana kızgınım ama sana bir şey yapmayacağım, gönlümü eğlendiren oyuncaklarla oynayacağım. Artık bu aptallıklarla uğraşacak vaktim yok nakkaş, çoğu kez hayallerimin peşinde seni dahi unutabiliyorum. Sadece bir anda bir hal gelip de ne yapıyor diye sorduğumda baktığım resmin dahi ortalıklardan kaybolmuş, yüzünün kitaplarını okuyamamak ne kadar aptalcaymış. Nakkaş sen beni unutmadın biliyorum ve biliyorum ki zihninin altındakileri silip de senin aradığın şeyin bende olduğunu gösteremem. Senin tüm acılara müptela olan halinle bensizliği tatman gerekecek ve yine de ilacının bende olduğunu masumca söyleyeceğim. Çocukça bir gülümsemeyle okuduğunda, bunu bana acıyarak bakacağını bilmene rağmen yazıyorum, çünkü bilinçaltımı dökmeliyim nakkaş, yine nevrotik durumlara düşüp zevk aldığım şeylerin ellerimden kaçmasını istemem.
Seni anlıyorum nakkaş… seni anlıyorum… Tutkuyla sevilince karşılık verememek nedir biliyorum, yaşıyorum. Züleyha’yı anlıyorum, ama inan ben bunun derdiyle hemhal olmuyorum. Karakterimin her anında bıraktığımız izlerle yaşıyoruz, ben olmasam sen böyle olmazdın, sen olmasan ben böyle olmazdım. İnan bana biz birbirimize benziyoruz, acıyı sevenlerdeniz, bundan haz alıyoruz. Düşünsene ocağa bir kahve koyup ya da dertli bir şarkı dinleyip hüzünlendiğimiz zaman aklımızdan geçenleri, nasıl da maşuklarımızı sevdik demiyor muyuz? Denize bakan bir evde oturunca o pencere önüne koyacağımız kanepenin evimin köşesinde durduğunu bir bilsen ya da o kırmızı arabayı… Her şeyi sanki bir gün gelecekmişsin gibi kurup da o eve sonra bir başkasını alacağımızı. Bunları çoğu kez düşünmeden yapıyoruz, bilinçaltımız bizi öyle yönlendiriyor hep sevdiklerimiz bir gün çıkıp gelecekmiş gibi… bir şeyler yazdığımızda da bilincimizi konuşturuyoruz. Sen birisinin evlendiğini duyuyorsun ağlıyorsun, ben senin ağladığını duyuyorum ağlıyorum. Bir dolunay görünce hatırlıyorsun, nakkaş bunlar bizim elimizde değil… Bunlar kader, sakın kader deme diyeceksin, ama şair haksız kaderin üstündeki kader yanımızda yatan eşin dahi bir yabancı oluşudur. Değdiğimiz dudakların bile o dudak olmayışıdır. Ben seni hissediyorum demek ne kadar aptalca, ama seni duyuyorum, seni duymaya o kadar yakınım çünkü, fakat seni hiçbir zaman anlayamam çünkü sen değilim nakkaş. Bunu sende bilmelisin, senin hatırlamak istemediğin şeyler için bizden olmayan tamamen Hakk’tan gelen içimizden geçen duyguları kendine nefretinden ve öfkenden silmemelisin. Acılarıyla çocuklar yüzleşemez nakkaş, bizse artık büyüdük, yaşımızdakiler yuva kurup mutlu oluyorlar bizse hep ilk surette aradığımız şeyi arıyoruz. Bulamayacağız nakkaş!!!
Ah nakkaş… Ah… keşkelerle geçiyor vakitler, senden sonra kıymetini bilemediklerimle ve kıymet vermeye çalıştıklarımla… Dostum, inan bana hem kızgınlığımla hem samimiyetimle yazıyorum bunları. Senin beni acıtacak yanın sadece benden olanların ellerimden gitmesidir. Benim hatıralarımı benden alma… Suretin hiçbir kıymeti olmadığını anlamalısın, biz bir yanlış yaptık ki dünyadaki bir şeyi Tanrı’dan daha fazla sevmeye kalktık, aferim Tanrı’ya bu karanlık böyle iyi deme cesaretinde bulunduk, şimdi sevinebiliriz diyor şair, hadi durma göğe bakalım. Göğe bakıp her dolunayda hatıraları eşsiz güzelliklerle analım. Hepsinin bir başkası tarafından kurulamayacak güzellikte olduğunu bilerek ve bunu sadece bir hayal olduğunu düşünerek bakalım. Bunları yaşayamadığın için kızmamalısın, gerçekten güzel olacağını bildiğin halde… Ama yeter ki zihnine attığın her şeyde, bilinçaltında yazdıklarında tüm yaşadıklarının ve hattatın olduğunu bil. De ki bu dağlarda o da vardı, bu kahvede bu şiirde bu şarkıda… Ben en büyük yalanlarımda bile böyle olduğunu bilerek bakarım ve seni unutmam nakkaş. Kendime duyduğum öfkeyi ve nefreti sana yansıtmam, seni elime verseler tutacağım yine kendi boğazım olur. Yıllar sonra bile yaptığım her işte bir şekilde sen olursun, zihne kazınmış olanı silemezsin nakkaş… Onunla ancak yaşamayı öğrenirsin. Birileri okuyup kavuşsunlar der ve ağlarken, birileri alay edebilir. Nakkaş bitmiyor cümleler, ama bir gün tüm bunları sesle ve görüntüyle de anlatacağım, kavuşmak nedir o zaman anlayacağım.
İşte o zaman içimdekileri tam dökeceğim ortaya, bir otobüsün peşinden koşan bir çocuk, bir otobüsü geçen çocuk, bir ağlayan bir gülen çocuk, cebindeki azıcık parayla aşığına koşan, onun için ağlayan, güçsüz ve nefessiz kalan, onun mutluluğunu, bir gülümsemesini, dünyadaki hiçbir şeye değişmeyen çocuk… bir udun sesinde, bir bağlamanın yolunda bir şiirde yollara yol olan çocuk. O çocuklar çok masum olurlar ve çok iyi, ne zaman ki günaha batarlar anlarlar ki dünya bir savaşmış. İşte tam orayı orada olan anlar, bir mezarlığı, bir kuran okuyuşu, hızlıca kılınan bir namazı, secdede dahi gözlerine aşka aşk gelen anlar. Nakkaş biz şimdi anlamayız. Ama gün gelecek aşığın zihninden geçenleri anlatacağım, medreseyi, hocaları, talebeleri, o eşsiz aşağılanmayı, eğilmeyi bükülmeyi ve bizim gibi insanlar anlasınlar diye anlatacağım nakkaş, işte o zaman bitmeyen bu uzun hikaye bitmiş olacak. Sen şimdi ne kadar sahip çıkmasan da onlara nakkaş, aşıkların yaşadıklarını anlamayacak kadar ikimizde aptallaşsak da ben bir yanıma yazdım onları. Kaç zaman geçer kaç şiir kaç kitap okurum bilmiyorum. Kaç kare, kaç film çekerim bilmiyorum… Ama nakkaş bunun bir gün gerçekleşeceğine inanmak ve buna iman etmek insanı o kadar dirilten bir şey ki… Dünyada bir sen dahi kalmasa yaşamaya sebep olacak bir şey. İşte nakkaş biz güzelliği anlatmalıyız. Bu yüzden sende inan bana… Çünkü senin bana inanman, en az o çocuk kadar masumca… Dillerinin dualı olduğunu, olmayacak şeyleri olduran Kadir-i Mutlak bize kaç defa temaşa ettirdi bilmiyor musun? De ki Hakk’tan gelir ona yapar. Çünkü o sevimli çocuğu birisi anlatması gerekir, bu da hattat olmalıdır de. Banan inanıyorsun değil mi nakkaş ve bana gerçekten kıymet ediyorsun… Umulur ki gördüğümle hissettiğim aynı şey değildir…
“Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsan boş, göklerden gelen bir karar vardır.”
içselliğin ön planda olduğu bu hikayelerde sadece şu cümleleri duymak bile bana yetti:
“….ve ilham perisi gelince yazılan tüm şiirler nasıl da Tanrı kokar.”
“biz bir yanlış yaptık ki dünyadaki bir şeyi Tanrı’dan daha fazla sevmeye kalktık…”
“…ben aptallardan olacak kadar mutluyum…”
Yüreğinize sağlık hissiyatınız daim olsun.
Sağolasın… Bu hissiyat değil rahatlama….
Rahatlama olması güzel de yayınladıktan sonra pişmanlık, öfke ve nefret neden onu anlamadım tam
sanırım şimdi oldu…
Zaten bu imgeler yaşatıyor aşığı, onlar olmasa sanırım aşk olmazdı… Çok duygulu bir hikaye gerçekliği barındıran duruşu da pekala çok güzel
Sağolasın
Yazılarınızı hep çok beğeniyorum nedendir bilmem
Yakın yaşanmışlıklardandır belki…
içim parçalandı…
Üzüldüm sizin için…