Küçücük bir tınıda hemen kendini gösteren, bilirim beni yaralamak istemese de varlığını belli etmek isteyen o tını… en yırtılmaz zarları delercesine şeytan tırnaklarıyla garip hüznüm karşısında durabilir miydi !
Kimde olduğu bilinmez, bir dostun cümlesinden çıkıverir aniden. Sen de kalakalırsın öyle. İnmek istemezsin derinlere, sürüklerken hayalet bir el seni -ki hayalet kurşunu da o sıkmıştı sana-karabasanın olur dünya.
Güzelliklerini bulmak istersin bu durumun da ama bir türlü o kalbine çöreklenen yükün ağırlığı hissettirirken kendini karanlıklar içinden karanlık bir el çağırıyorken seni mümkün değildir bu bilirsin. Ama hayatı da bilirsin, dünyayı da. Dünyanın ebedi yurdun olmadığını da bilirsin budur seni rahatlatan tek teselli. Lakin o da yakından bile yakın olsa da yanında değildir. Bir gün orda olacaksın onu da bilirsin. Ama şimdi buradasındır ne kadar odaklanmak istemesen de bu fani dünyaya. Dertleri derdin oluverir istemesen de sevinçleri sevincin. En nihayetinde tarlandır burası ebedi yurdun için.
Neyse yaşamayı öğrenmek zorundasın öyle de böyle de işte. Sadece gülümsemek lazım bunun için de her şeye… gelene, gidene, kalana, sevene, sevmeyene, ve olan her şeye… olanda hayır vardır diyerek al nefesini, öyle yudumla çayını, öyle uyu, öyle uyan, öyle kapıl ulvi duygulara ve en nihayetinde öyle öl işte!…