Çok şey yaşamadım ey aşık, içsel dünyam kadar dış dünyayla bağlantım olmadı benim, büyük şehirler, güçlü insanlar görmedim, çok dostum çok arkadaşım olmadı, içimdeydim her hastalıklı ruh gibi… Kiminde dehayı tetikleyen bir durumdur, kimine göre tımarhanelere yakın bir yerdeyim. Bu yüzden istesem Nietzsche’yi, Jung’u, Sartre’ı, Karakoç’u ve dahi diğerlerini anlayabilirim yalnız kalarak. Yalnız kalarak böyle kibirli cümleler kurabilirim, Dostoyevski gibi aptalların okumayacağı bir dünyaya seslenebilirim, her şeyi cinselliğe bağlayabilirim Freud gibi, her ne kadar onun cinsellikten kastını yanlış anlasak da… Sen kitaplardan, gittiğin kocaman ülkelerden mesela İngiltere’den bahsedebilirsin bana, yazdığın bir şiirini bana yollayabilirsin, gerçi hep şair sevgililer bulur beni hiç şiir yazmayarak (kadın da şiirden zorla anlarsa), bir kitaptan bulduğun fikri yayarak kendin keşfetmiş gibi anlatabilirsin, bense ilham perisi beklerim. Evet! bu gece bu saatte yazabilmem için tek bir şeyi beklerim: acılarımı… senin gibi kanayan yerlerime kelimeler doldururum kurşunlar yerine şiirler ve şarkılar alarak. Şaire özenerek yaparım bunu ve yaparken de zevk alırım. Bu yüzden sende beni sevmiyorsun aslında, bunu hissetmekten korkmuyorsun çünki, biz hapislere atılıp türlü işkenceler çeken mağdurlarız, her tür acıyı yaşadıktan sonra kaybedecek bizden başka neyimiz var? İşte bu acının hazzına bayılıyorsun, şaşırma hiç insan böyledir. Kavgadan acıdan ve kandan zevk alır, bir kadın iki erkeği kavgaya tutuşturup sonra ne yapıyorsunuz der, ama içten içe onun için kan dökmelerinden nasıl da memnundur, bir kurban keserken çocukların kurbanın başına toplanıp bir taraftan elleriyle gözlerini kapatıp parmaklarının arasından o akan, fışkıran kana korku ve şehvetle bakması gibi… İnsan kan görmeye aşıktır ey aşık, insan sevmeye değil sevilmeye aşıktır, biz aslında dönüp dolaşıp “nasıl da seviyorum” sözünde buluruz kendimizi, bulantılı cümleler kurma boş yere bana diyeceksin, ama öyle değil mi? Biliyorum böyle kitaplar okuduğumuz için çok acı çekiyor olmalıyız, inan senden gördüm söylediğim bu isimleri, ve senden gördüm yeraltı notlarında acı çekmenin insana verdiği hazzı, bana mutlu yalanlar söylemeden benim için acı çektiğini anlatma… Sen beni seni sevmemem için sevdin çünki, eski acılarından beri hep böyle olsun istedin, unuttuğun acıları yeniden hatırlamak için.
Yaptığın hatalar o kadar ben ki, anladım bende sevmemişim ya da sevilmemek üzere sevmişim. Gerçekten acı çekmek isteseydim haz almayı bırakır gerçekten acı çekerdim, sende öyle yapsan kitaplara vermesen kendini, filmlere vermesen… Ama yine de seni sevebilme ihtimallerimi hep indirmesen, saçmalamasan çocuklaşmasan… Kaybedilmiş yaşamaklar yerine hakikat arayışına kaldığın yerden devam etsen, bana yine de bir şeyler kazandıran ilksin… Peygambere ilham perisi değil Cebrail geldi sende inan, benim kafamı çelme, erdemin kökenlerini, totem ve tabuyu okuma, insanın kafası karışıyor. Dostoyevski okuma insan acı çekmeyi zevk haline getiriyor, zaten hakikat arayışında olduğun için iman etmemeni kaldırabiliyorum. Allah’a inanıp Kuran’dan bir şeyler paylaşıyorsan, peygambere de inan, andre gide’yi bırak o inanmadan yazsın ama sen yazma, sanane peygamberin vahiy sürecinde bilinçaltından… Acı çekerek, ıslık çalarak yürüyüp sonra ağzına peygamberi alma, imanından al ki peygambere gelen Dosto’ya gelen Marx’a gelen ilham değildi. Bırak Farabi , “Filozof peygamberden üstündür” desin, İbni Sina Cebraili yüksek sezgi olarak anlasın, ama “ben böyle iman ettim” de…
Belki de haklısın rahmet geldikçe bulanıklaşan su, bir zaman sonra durulur, zihne yüklenen her bilgi de bir zaman sonra berraklaşır, belki insanın gerçekten küfre yaklaştıkça imanı artar. Ben bulanıklaşan kalbimin çok sonra durulduğuna inandım, şimdi sen gelip bütün her şeye en başından başla diyorsun, yok hayır benim başladığım yere dönmeye niyetim yok. Verdiğin kitaplar gerçekten güzel, ama Freud mesela o kadar derinlikli bir adam değil, Dostoyevski de zaten bir paltodan çıktıysa gel biz en öze dönelim, bitirdiğimiz yerden başlayalım, mesela mı? Bilmem Nar Ağacı mı okuyalım?
Fotoğraf: Metin Erksan, Sevmek Zamanı filminden…
guzel bir hasbihal olmus. etkileyici gecislerin var, bu yazini cok dinamik kiliyor. ve sanki melankoliye yakin bir atmosfer vaadediyor. biraz melankoliye herkesin ihtiyaci var. eline saglik.
Üstad sağolasın… Dostoyevski insanı değiştiriyor tavsiyemdir.