Aşk ve Sanat..


Çok sevilmeyi kaldıramıyoruz biz, o kadar çok sevmeye alışmışız ki…
Şair yaşayamadığını yazar der Karakoç, yaşarsa yazamaz. Bir hikayeci için de aynı durum geçerli midir? Bilmiyorum. Ama artık yazmaktan uzak duruyorum, yazacak bir şey bulamıyorum. İçimdekileri bitirdim sanırım, ama işte kelamın bittiği noktada sevilmeyi kabul etmek makamına düşünce aşıkların genel hallerinden bir halle hemhal olunca yeniden kaleme sarılıyorum, ne olacak biz aşıkların hali demekten geri duramıyorum. Çocukken matematiğe olan düşkünlüğüm, ya da oyuncakları bile kırıp onlardan bir şeyler icat etmeye kalkan ben, cezbe halinden Kuran surelerini ezberlemeyi bırakıp pekala edebiyata sevk edebilmiştim kendimi lise yıllarında, fuzuli su kasidesi, nabi ile afetin ahvalini nakletmekten öteye gidemedim gerçi ama, zihin yapımdan çok uzak noktada bir yerde beynim çalışmaya başladı(sanırım sağ lobum). Bir şiiri sevdiğine hoş görünmek için ezberlemek ya da İsmet Özelin başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız dediği gibi bir başkasının aynasından hayata bakmaya çalışmak, insanı sanata yönlendiriyor. Gerçi sanatı anlamak da modern zamanlarda imgelerin çağrışımlarını düz metinden öte bir şeye yönlendirmekten geçiyormuş ya sadece. Neresindeyim bunun diye çok sorguladım. Özünde insan kendini arıyor sanatla ya da adını farklı bir şeyde bulmak gerekirse mana dünyası diye adlandırılan bir yerin varlığını keşfediyor.
Belki bütün hikayede burada başlıyor ya. Somut olan nesneyi, maşuku, eşyayı, ve dahi dünyayı, ulaşamadığı tüm varlıkları hayale yansıtıyor, kendi zihninde bir kütüphane meydana getiriyor, ki insan zihninde neler yapamaz, şu an mesala deniz kenarında sevdiğini yanına alıp dalgaların perdeler gibi sallanmasını onunla izleyebilirsin. Sanırım insandaki yaratmanın en üst sınırı delilik derecesine yaklaşmadan, şizofren olmadan veya daha başka bir hastalığa tutulmadan zihni o seviyenin üstüne çıkarmadan yaratıcılığı bir noktada tutmak. Kısacası sanat aşktan doğuyor. Tasavvufun her şeyin sebebini aşka indirmesini bu noktada anlayabiliyorum, ki okursa birileri itiraz edecektir tasavvuftaki aşk bu mudur? Belki de tam olarak budur, anlamlandıramadığın şeyi Tanrı’ya nispet etmek. Ama bunları söylemekle ve bu kadar emin konuşmakla zannetmeyin ki son halis düşüncem bu yöndedir. İnsan sürekli değişiyor fikirleri yenileniyor. Kadınlardan nefret edip nişanlı kadınları ayartan bir erkeğin son anda çok büyük bir sevgiyle bir kadına bağlanıp bir ömür onunla yaşaması gibi, ya da bir aşığın artık sevemem senden başkasını deyip büyük yeminler edip başka bir ahunun peşinden koşması gibi, Ahmet Oktay’ın eleştirilerinde Fazıl Hüsnü hakkında ilk seferde iyi şeyler söylemezken nihayetinde fikirlerinin tamamen değişmesi gibi, hayatta bu örnekler o kadar fazladır ki… Eğer sanat aşktan doğmuyorsa pekala birisi çıkıp göstersin. Benim hayata dair hiçbir zaman net fikirlerim olmadı çünki, Bursa Ulu Camiinde hattatın divitini duvara asıp benden iyi yapacak olan varsa “buyursun yapsın” demesindeki mütevazilikle söylüyorum bunu.
Ben aşkı yitirmenin şımarıklığıyla kaleme ilk kez dokunuyorum, sanatı sorguluyorum, kendimi sorguluyorum. Okumalarımın çoğaldığı şu dönemde yazmaktan uzak durmamın nedenini arıyorum. Bugüne kadar yazdıklarımızın sanat olup olmadığı elbette tartışılır, ancak şu ilham perisinin peşinden gidemiyorum ya da o bana gelmiyor, anlamsız engellemeleri kaldırıp saf halimle, insan halimle kendime ve dahi hala arayışta olan birkaç aşıka sizde de böyle midir sorusunu soruyorum. Ve belki hala bana yazmayı öğreten aşktan yazıyorum, biliyorum ki “onlara anlat insan kelimelerden ve şiirlerden yaratılmadı” düsturunu anlama yolundayım.

8 comments

  • ”aşkı yitirmenin şımarıklığı…”
    yitirmek olduğu sürece bulmak da vardır.. bence fazla ”şımarmayın”..! 🙂

    • Aşk biricik değil midir, biz her bulduğumuzu sandığımızda bulduğumuz yine kendimiz değil miyiz ve muhatabımıza bulduğumuzu sandığımıza hayret sen sen değilmişsin sorusunu sormaz mıyız? Belki yiten tek şey surettir, aşk demişsek bir mecaz sadece… Haklısınız aşkı yitirseydik yeniden bulurduk.

  • sanati, dusunmeyi, okumayi oyle oldugu ve geldigi gibi yasatmaya calismak, insani kendine hapseder. insan, kendine dair kendini asarak dusunmeli ve sonucta ‘okuyan ben’i okuyabilmeli. eline saglik kavakli, okumaya yeni baslamadigini biliyorum, ama okudugun bu yazida kendini cok belli ediyor.

    • Söz de uçuyor, yazı da. bir tek okurken gördüğümüz ‘kendi’miz kalıyor bizimle en sonunda.
      Tam da bu noktada uzun uzun yazmadan senin gibi bir cümleyle özetlemek gerekirdi. Sanat aşktan aşksa biz var olduğumuz için var aşık olmasa maşuk yok… Varoluşçu mu oldum bilemedim şimdi:)

  • sevgili kavaklı…
    her büyük zeka gibi minnacık malzemeden saraylar kuruyorsun…

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s