Tozları tutuşturan ayak sesleri koridorun duvarlarında gezindi. Güneşin yapışkan aksi önünde süzülen, göz kamaşmasından ötürü beyaz giysisinden başka; ancak vücut hatları kestirilebilen hemşire bana ve adi yeşil maskeli adama ya da kadına doğru yaklaşıyordu. Filmlerde gangsterlerin vurduğu adamın duvara dayanarak aşağı kaydığında arkasında kirli bir fırça darbesi bırakması ve yere dizlerinin üzerine, soluğunu ve yarasını dinlendirmek için oturmasının tam tersi bir sahne yaşadık. Yağlı boya, şampanya sarısı duvara yaslanarak kalkmaya çalıştım, adi yeşil maskeli adam ya da kadın bana hâlâ nesli tükenmiş bir hayvanmışım gibi bakıyordu. Sürtüne sürtüne birçok giysim gibi abimden yadigâr ceketin solmuş sırtını gıcırdatarak ayağa kalkmaya yeltendim. Sol ayağımın direncine rağmen uyuşmuş diğer ayağımın sızıyan tabanına üşüşmüş karıncalanmayı ezerek ayağa kalktım, doğruldum. Dıştan neye benzediğimi bilmiyorum, oysa hep merak etmişimdir, adet olduğu üzere ellerimi yumruk yaptım, yumruğun üstüne afili bir öksürük kondurdum. Bulutları delen bir balon ya da zeplinden hangisi dikkatimi çekerdi? Nereden bilebilirim ki, ikisine de uzağım, (hayatı yaşamak için yaşayanlardanım, amaçsız: hayır! amacım amaçsız olma içgüdüsü, yani günahsızmış numarası yapmaktır. Anlayacağınız bu tarz sorular bana göre değil.)bildiğim bir şey varsa karşıdan gelen sarışın veya kumral hemşirenin dikkatimi celbetmesiydi. Ağır çekimde gözümün önünden geçen saniyeler, onun neye benzediğini çıkarma uğraşına saplanacaktı daha sonraları. Ağzından azar veya ne oldu türünden sorgular çıkacağına, ben buradayım yollu; kesik nefes alma denemesi yaparken yeşil maskesini havalandıran, maskesini yüz kaslarıyla geren ve büzen adamın ya da kadının koluna girdi. Onu koltuk altından tutup kendisinden tarafa çekmişti ki o zaman dudaklarına, dudaklarının arasına parmağıyla bir sus işareti kondurduğunu fark ettim. Arkamdaki duvarda tam onun yaptığı tarzda, ağzını işaret parmağıyla mühürlemiş bir kadın çerçevelenmişti. Karşısında ise altına cezasının miktarı yazılmış sigaraya emniyet kemeri geçiren kara-kırmızı bir uyarı vardı. İkisi ellerini kavuşturup bir sandalyede ayak ayaküstüne atmış sigara içen bir hemşire şeklinde kaynaştı hayalimde. Yasakları delen sigara yanığı… izmaritin üzerinde kusursuz çilek rengi bir ruj lekesi… Çerçevedeki manken hemşirenin, yanımdan uzaklaşan sarışın veya kumral hemşireye ne kadar benzediğini öğrenmek için dönüp baktım. Kafamı çevirdiğimde adi yeşil maskeli kadın ya da adam ve hemşire, topuklu ve meşin ayakkabının çıkardığı taktak ve dımpasla az önceki ihtarlara aldırmadan yasalarını çiğniyorlardı. Kot pantolonumun cebinden mentollü mendili çıkarıp burnumu sildim. Naneli bir ıslaklık alnımı ferahlattı. Buranın hasta eden kokusunun ayırdına neden daha önceden varmadığımı anlamam hemşirenin ardında parfümlü bir patika bıraktığını anlamamla aynı zamana denk gelmedi. Çatallanmış boğazımı temizledim. Herhalde biraz hava almanın zamanı gelmişti.
Eski dostum, “hep düşünür gibi yaparız, bize göre düşünceli görünmek sağlam olmakla eşdeğerdir. Ağzını açmak, sönen balona benzetir bizi” derken düşünmeyi yola çıkma oyununa dönüştürmüştü.