Şehir ve Düşünce


 

 

 

 

 

 

Kayhan Doğru

Düşünce tarihi bizlere, şehrin, düşüncenin üretimindeki sinerjiye ev sahipliği yapmanın dışında; var olan, kalıplaşmış düşüncenin karşısında ortaya çıkan fikirlere nasıl gem vurduğunu da haber verir. Eski Yunan şehirlerine(polis) baktığımızda, müthiş bir düşünsel özgürlüğe şahit olurken; Sokrates’in, düşüncelerinden dolayı idam edildiğine de tanıklık etmekteyiz. Belki de bu olayı en yakinen bilen ve ona vakıf olan Sokrates’in talebesi Platon, sırf bu sebepten dolayı kendi ideal şehir tasarımını/ütopyasını yapmıştır.

İslam şehirlerine baktığımızda, Yunan şehirlerinde verdiğimiz örnektekine benzer bir durum, bu medeniyet içinde söz konusu olmuştur. Aslında İslam, şehirli bir dindir. Yani İslam medeniyeti, şehir merkezli bir temel üzerine inşa edilmeye başlanmıştır. Şehirli olmak teşvik edilmiş hatta şehirli olmayanların Müslüman olmalarıyla ilgili Kur’an’daki bir ayette:  ‘(Habibim) de ki: “Mü’min olduk, demeyin. Lâkin; İslâm (dairesine) girdik (teslim olduk), deyin.’ ifadesi yer almıştır. Zira, şehrin özgür düşünce ortamı, imanın kalplere samimiyetle yerleşmesi açısından önemlidir. Bundan dolayı Hz. Peygamberin gerek Mekke’de gerekse Medine’de ashabıyla yaptığı müzakereler İslam’ın düşünsel anlamda nasıl bir şehir ön gördüğünü göstermesi açısından manidardır.

Ancak zamanla düşünsel üretim durmuş ve kalıplaşmaya giden yolun önü açılmıştır. Bu, siyasi iktidarların da doğal olarak benimsediği bir süreç olmuştur. Doğal olarak diyoruz; çünkü siyasi iktidarlar açısından, değişmeyen zihinler ve dolayısıyla değişmeyen bir toplumu idare etmek kadar kolay bir şey yoktur. Bu yüzden İslam filozofları, gerek halk kitlelerince gerekse entelektüel çevrenin genelinde ve tabi ki de siyasi erk tarafından benimsenen bu durgunluğu eleştirmişlerdir.  Farabi’nin, Platon’unkine benzer bir ütopik şehir tasarımı; İbn Sînâ’nın ve İbn Rüşd’ün, bir hayli keskin bir biçimde ifade ettikleri, hatta dini naslara kadar yansıyan bir ayrımı öngören avam ve filozof tasnifi; İbn Bâcce’nin, filozofun, filozof olarak toplumda nasıl kalabileceğine ilişkin öneriler içeren tedbir’ul-mütevahhid’i ya da İbn Tufeyl’in, filozofu, toplumun içerisinde felsefe yapamaz halde görmesine de işaret ettiği Hayy b. Yakzan’ı hep bu eleştirinin birer ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Peki, İslam düşünce geleneğinde bu durgunluğu aşma çabasında olan birileri çıkmamış mıdır?

Bu konuyla ilgili zikredilmesi gereken en önemli zümre olarak mutasavvıfları görebiliriz. Gazzâlî’yi de kısmen bir mutasavvıf olarak saymakla birlikte özellikle Mevlana, Hacı Bayram-ı Velî, Aziz Mahmud Hüdâyi vb. isimlerin çabaları, hem genel halkı hem ulema diyebileceğimiz entelektüel kaygı taşıyan insanları hem de siyasi iktidarı memnun etmiştir. Öyle ki bu kimseler söz konusu memnuniyeti sağlarken,  gerek toplumu gerekse şehri yeniden dizayn edecek derecede yeni fikirler ortaya atmışlardır. Bunun yanı sıra yine bu kişilerin çabalarını, İslam filozoflarının felsefeyi, entelektüel epistemik bir faaliyet olarak, belli zümrelere ait görmelerine eleştiri şeklinde de değerlendirebiliriz. Zira düşüncenin bir şehirde üretilebilmesi için, o şehrin tüm dinamiklerini işin içine katmak gerekmektedir. Aksi bir durum, üretilen düşüncenin bireysel bir görüş olarak kalmasına ve şehir açısından, bir hiç mesabesinde olmasına yol açar. İşte mutasavvıflar, düşünsel birikimlerini ortaya koyarken, şehir için ve şehirle birlikte bunu gerçekleştirmişlerdir.

Bu arada niçin tasavvufî tarikatlar demeyip de bireyselliğe atfen mutasavvıflar dediğimizi de kısaca açıklamak istiyoruz. Tarikatlar, zamanla ve maalesef, pirlerinin ortaya koydukları düşünsel ufku, müesseseleşmenin bir sonucu olarak ortadan kaldırmışlar ve belli ritüel ve sabit fikirlere münhasır kılmışlardır. Dolayısıyla ortaya çıkışlarının aksine, farklı bir mecraya yönlerini çevirmişlerdir. Bu yüzden biz burada, tarikatlar yerine mutasavvıfları şahsen ele almayı yeğledik.

Tekrar konumuza dönersek, sonuç olarak şunları ifade etmek isteriz: Şehirler, düşünsel hareketliliği muhafaza etmeye imkan sağladığı gibi tam tersine de sebep olabilecek özelliğe sahiptirler. Dolayısıyla şehrin birikiminden olumlu yönde istifade temek için yapılması gereken şey, onu, unsurlarına bölmeden değerlendirmektir.  Böylece tamamına hitap etmek suretiyle bir düşünce üretimini sağlamış oluruz. Aksi yapıldığı takdirde şehirler, yüzlerce yılın getirdiği bir geleneğe sahip olduklarından, kendi geleneğinin devamına tehdit olarak gördüğü şeyi yok etmeye çalışır. Önemli olan o şehrin, bir bütün olarak ele alınıp, onun, -düşünsel zenginlik anlamında- potansiyelini ortaya çıkarabilmektir.

4 comments

  • Şehir insanın sınandığı bir yer. Uzlete çekilip insanlardan uzakta yaşamak daima en basit olanı ama şehrin içinde kimliğini muhafaza etmek hakikaten zor. Buradaki çıkış noktası kalabalıklar içinde yalnızları oynayabilmek.Değerlerini muhafaza edebilmek. İslam’ın öngördüğü şehirli olma herhalde diğer insanlarla bir arada yaşamayla ilişkili. Yani binalar değil, insanlar önemli; bu manada şehri köyde de bulabilirsiniz.

    eline sağlık kayhanım

  • Teşekkür ederim Haydarcım, galiba bir de “şehir ve insan” üzerine yazı yazmalı… 🙂

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s