Biz modernler, olayları, olanları ve fikirleri kendimizden soyutlayarak yorumlamayı çok severiz. Bize göre, ne olsa, bizim dışımızda olur ve biz onu ‘objektif’ bir şekilde, ‘dışarıdan’ gözlemleyebilir, yorumlayabilir ve açıklayabiliriz. Yani biz, bir sorunu ortaya koyarken de, ona çözüm sunarken de kendimizi olanlardan bağımsız tutmayı ilke ediniriz. Olan-biteni dışarıdan daha net görebileceğimize inanırız.
Aynı zamanda biz müslumanlar, Yaratıcı’nın herşeyi, her nesne ve olayı bizimle bir konuşma olsun diye yarattığına inanıyoruz. Ve biz, O’nun merhametine ve gazabına, sonsuz gücüne ve iradesine iman ediyoruz. Ve yine biz, bu dünyanın imtihan olduğunun, sevindiğimiz ve üzüldüğümüz, öfkelendiğimiz ve sabrettiğimiz herşeyin O’nun bizimle konuşurken kullandığı kelimeler (ayetler) olduğunun farkındayız.
Çoğu zaman farkında olmadığımız şey, modern ve müslüman olmanın içimizde yarattığı gerilim. Kendimizi objektif birer gözlemci sayarken, nasıl O’nun tek tek muhatapları olabileceğimize çözüm getiremiyoruz.
Yaratılan ne varsa çevremizde, farkında vardığımız neler dönüyorsa, hepsinin bize hitap eden bir konuşmadan ibaret olduğunu kabullenemiyoruz bir türlü.
Çünkü kabullensek, dışarıdan bakmalarımız, objektif kriterlerimiz ve mazeretlerimiz önümüzde bir bir yıkılacak. Çünkü kabul etsek, ‘açıklamak’ yetmeyecek, ‘anlamak’ isteyeceğiz.
Suriye’yi ‘açıklama’yı bırakıp, anlamak isteyeceğiz mesela. Katliamı görüp düşüneceğiz; Herşeye Gücü Yeten’in, bu zalimlere neden gücünü göstermediğini anlamanın peşine düşeceğiz. Ölümü, ölenleri ve öldürenleri, masumu ve zalimi bir tarafa bırakıp, O’nun ‘bana’ ne söylediğini soracağız. Suriye’ye bakıp, kendimizi göreceğiz yani. Ölümün ve zulümün neden var olduğunu, bizim zulmedenden ve zulmedilenlerden neden haberdar olduğumuzu bilmek isteyeceğiz.
Bildikçe artacak sorumluluğumuz. Eylemlerimiz ‘anlamlı’ olacak o zaman. Ölenin sınavını görüp, kendi sınavımız gelecek hatrımıza. Mazlumu ve zalimi fırsat bileceğiz sınavımızı kazanmak için. Peygamber’in ‘zulmüne engel olarak zalime yardımcı olun’ sözünü anlayacağız: Karşı duramadığımız ölümle değil, karşı durabildiğimiz zulümle mücadele edeceğiz.
Yaratıcı’dan bir kelime olduğu için, mazlumun duacısı olacağız. Mazlum olarak ölmesinin, zalim olarak ölmesinden hayırlı olduğunu bilip, mazlum adına sevineceğiz bir yandan da.
Ölüme değil zulme karşı durmasını bilmeliyiz. Ölümün hak, zulmün haksızlık; ölümün alın yazısı, zulmün alın lekesi olduğunu unuttuk. Varsa yoksa ölülerimizi sayıyor, ölüme kahrediyor ve habire hayıflanıyoruz. Bir zulme tanık olduğumuzda, bunun ölenlerin değil bizim sınavımız olduğunu hatırlayamıyoruz.
Önemli bir ayrıma dikkat çekmişsin yasincim.. ölümle zulüm arasındaki nüansı ve bunlara benze farklılıkları görmeden bir şeyler söylemeye çalıştığımızda, önce kavramlarımız sonra biz yerimizi şaşırıyoruz. Sonrasında hayatı doğru okuyamıyor ve dolayısıyla anlamlandıramıyoruz. Zira hayatın içerisinden kendimizi soyutlandırdığımız, yukarıdan onu okumaya çalıştığımız müddetçe ne kavramların hakiki manasına nüfuz edebiliriz ne de hayatı doğru okuyabiliriz.
hocam merhaba tez ödevim var ..sizin sayfayı buldum ararken ama tezin temelini oluşturmaya başladım ama çok zorlanmaya basladım..Kütahya il merkezinde. yaşayan Suriyeli sığınmacıların eğitimde karşılaştıkları sorunlar ve çözüm önerileri yardımcı olabilir misiniz..size tezimi göndersem eksikliklerini dönüt olarak verebilir misiniz ?Tesekkürler
merhaba. teziniz sosyal bilimler alanindaysa sadece yapisal olarak yardimim dokunabilir. yasinramazan [at] gmail gonderirseniz bi bakayim.