İlk baskısı 1974’te Ötüken Yayınları tarafından yapılan Bu Ülke, Cemil Meriç’in belki de en çok okunan kitabıdır. Kendine has üslubu ile “Bu Ülke”nin meselelerine değindiği kitabı, Cemil Meriç için de en önemli kitabı olabilir. Zira kitabı hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği.” Bazen Batı’yı, bazen bizi, bazen de düşünce dünyamızın batılılaşma denilen hareket ile nasıl bir hale geldiğini gözler önüne seren Meriç, kitabını üç bölüme ayırmış: Sihâm-ı Kazâ, Biz ve Onlar, Fildişi Kule’den. Murâdını, uzun uzun cümleler ile değil; zor olanı yaparak muhtasar ifadelerle ustalıkla dile getiren Meriç, kelimeleri kullanışıyla adeta büyülüyor okuyucuyu.
Tadımlık:
“Kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her nâmuslu yazarın vicdan borcu.” (Ötüken Yayınları, İstanbul 1979, s.13)
“Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını “yaşanmaz”laştıranlardır.” (s.25)
“Bir çağı bütünüyle kötülemek, bütünüyle yüceltmek kadar yanlış.” (s.51)
“Her ızdırap mukaddestir.” (s.70)
“Din asırlardan beri yaşayan ve nesilleri huzura kavuşturan tecrübeden geçmiş bir inançlar manzûmesi; sıcak, dost, köklü. Batı’nın dünyevî dediği kültür ise, hâkimiyetini tahkim için düşman ülkelere ihraç ettiği sefil bir ideoloji.” (s.94)
Cemil Meriç, bir dönemin yüksek sesle konuşan vicdanıdır dersek yanlış söylemeyiz. Bu Ülke, “zirveleri” ve “çukurları” inceleyen, incelediği düşüncelerin ve yazarların adeta tanımını (efradını cami ağyarını mani) yapan bir çerçevede yazılmış. Kimseye borcu olmayan, kimseye kavga etmeyen ve yalnızca anlamaya çalışan bir kafa. Batının salyalarını (…izmler, sloganlar) yalayan sözde aydınlara kral çıplak diye bağırmak kolay değil. Cemil Meriç öyle yüksek perdeden bağırdı ki 30 yıl sonra hala kulaklarımızda yer ediyor. Cemil Meriç Bu Ülke’de, “…ülkesiyle göbek bağını koparan bir intelijansiyanın dıramını” yazmakla kalmamış, kesilen bu göbek bağını tamir etmenin yollarını arayarak bizim de düşüncelerimizin, fikirlerimizin, zirvelerimizin olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Tadımlık
“Bu ülke 89’dan beri su alan bir gemi… Fransız İhtilali yalnız Batı feodalitesi’nin değil, ihtiyar Şark’ın da ölüm çanı. Osmanlı bir başka medeniyetin varlığını o zaman farkeder. Henüz ne imanını kaybetmiştir, ne haysiyetini. Zirvelerden bakar diyar-ı küfre. Avrupa maddedir, kendisi ruh.
Bu tanımadığı dünyanın kesif ve müselsel taarruzları karşısında kuvvetinden şüphe etmeye başlar. Hayret yerini hayranlığa bırakır, hayranlık teslimiyete.” İletişim Yay. 25. Baskı, s.133
“Semavi kitapların emri: “Öldürmeyeceksin”. Hıristiyan Avrupa en sefil çıkarları için dünyanın bütün Mandarenlerini öldürdü ve öldürmeye hazır. Goethe: “Ya örs olacaksın ya çekiç” diyor. Şark, Sadi’den Gandi’ye kadar aksi kanaatte. “Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez.” Kim haklı? s.206
Cemil Meriç’i özetlemek gerekirse -ki bunu kendi yapmış- düşüncenin -dilin el verdiğince- kusursuz anlatımı uygundur. Meriç’i bir ara her sabah güne başlamadan yarım saat okumayı adet edinmiştim. onu okuduğumda illa anlamam gerekmiyordu, tıpkı sözlerini anlamadığımız yabancı şarkının ruhumuzu esir alması gibi Meriç’in dili de havsalamda bulunan karanlık bir resmi yaprak yaprak aydınlatıyordu. Gürbüz hoca bir keresinde Bu Ülke’yi herkes ezberlemeli demişti. Ben her sene tekrar okunacaklar listesinde tutuyorum kitabı. Cemil Meriç, İnsanlık Komedyası için her sene tavaf ettiğim eser tamlamasını kurmuştu. Herhalde benim tavafım bu kitap etrafında olacak. Hepsini ezberlemedim fakat en sevdiğim bölümden, fildişi kuleden- başlığını hatırlamadığım- bir bölümü aktarayım (Cemil Meriç’in bence hayatının özeti):
bir adam meçhule tırmanıyordu
sisife benziyordu uzaktan
bir adam meçhule tırmanıyordu topraktan
arkası uçurum yanları duvar
kaç sabah güneşle selamlaştırlar
kaç akşam yıldızlar feneri oldu. bilmiyor
koro
olempe yalnız gidilmez bin çıkılır bir varılır
bir çıkılıp bir varılmaz
ve musanın gözlerini kamaştıran nur kavurdu göz bebeklerini
koro
kayaya çaktılar prometeyi homeri karanlığa gömdüler
tanrılara yaklaşan nemesisin kazabına uğrar
ve adam haykırdı
nemesis nemesis… yıldırımlar gibi ulu çınarlara musallat tanrıça
ben ne olempin sırlarını faş eden bir yarı tanrıydım
ne de erguvanlar içerisinde doğmuş bir prens
ama madem ki bana kadar uzandı ellerin
madem ki beni hışmına layık gördün
bunu boşa çıkarmayacağım
ya ölümüm boğacak sesimi
ya da senin verdiğin dünyadan daha güzelini yaratacağım
ve meçhule tırmanan adam
kelime oldu.