Bir film hakkında filmin yönetmeni röportaj vermiş ve filmin ana dinamiklerini ifşa etmişse size söyleyecek pek bir şey kalmaz. Türk sinema tarihinde Yeşilçam’da pek rastlanmayan, ancak son dönemde vücut bulmaya başlayan üçlemeler arasındaki “Yusuf Üçlemesi” için bunu belirtmek elzem(yönetmen üçleme hakkında yaptığı söyleşiyi üçlemenin dvd’sine eklemişti. Böyle şeylere ifrit oluyorum!). Gelgelelim üçlemenin bu yorum dışında kalan bir yönü var. Film deneyiminin, perdede başlayıp seyircilerde devam etmesi… Yani yönetmen yazar, filmi hakkında ne kadar çok şey anlatırsa anlatsın izleyici, kendi anılarından bir takım tatlar bulduğu filmden, başka yorumlar çıkarabilir. Mesela yönetmen söylemiş midir bilmiyorum, üçleme insanın üç kişiye duyduğu sevgiyi anlatıyor olabilir; baba, anne ve sevgili.
Yusuf üçlemesinin ikinci filmi olan “Süt”, üçlemenin içerisinde en çok beğendiğim. (Belki de şimdilik “Yumurta”daki Yusuf’u anlayacak yaşa gelmediğimizdendir) Yönetmen, Yusuf karakterinin hangi geçitlerden yol aldığını izlememizi istiyor bu ârafta: nardaki acılık, su avı, daktilonun suskunluğu, sinikliğin yenilmesi, şiirin haykırması, kalp çarpıntısının uzakta keşfi, kaybedilen saflık, sara ile sütün ağızdan gelmesi, anneyi yılana terk ediş… Bütün bunlar bir şiirin tonlarıyla, sade görüntülerle izleniyor. (Balda nasıl sarı bir ton filme hâkimse; burada da zannımca sütün beyazlığı parlaklık olarak filme yerleşmiş.) Bir şekilde filmin her noktasında aynı estetik çizgi devam ediyor. Yönetmen yarattığı atmosferde bütün malzemeyi eritmeyi başardığı için oraya hangi sahneyi koyarsa anlamlı oluyor.
Bu minvalde filmin diyaloglara yaslanmayan sessiz anlatımından yakaladığım iki sahneyi yorumlayacağım (filmi izlemeyenler için bir karşılık bulur mu bilemiyorum):
Yılanın ağızdan çıktığı prolog, yönetmenin elimize tutuşturduğu bir kilit taşı, bir alfabe. Filmi böylelikle kendi gözünden izlememiz için bize bir şans tanıyor. Sahneyi yorumlayacak olursak: huzursuzluğu artırmak adına, yazmayan kalemle çiziktirilen muskayı derviş-hoca ateşe/kaynayan süte attığında hastalık, nifak, fesat, şüphe, hüsran diyebileceğimiz yılan ağızdan çıkıyor. Yani sütün simgesi olan anne ile oğul arasında yılan peyda oluyor. Bu iddiayı şununla pekiştirebiliriz: eve giren yılanla birlikte annenin kendini tekrar keşfetmesi ve araya başka bir erkeğin girmesi… Oğlun anneden vazgeçişi, karyolanın üzerinde sürünen yılana aldırış etmemesi…
Seçtiğim ikinci sahnede yönetmenin kamerasından kehanetler dökülüyor; Yusuf, şiirinin yayınlanmasından sonra kömür ocağına gidiyor ve orada abi dediği kişiye şiirini veriyor. Adam şiiri okurken, Yusuf tanıdığını tepeden tırnağa süzüyor; az ötesinde -gözümüzün içine fener tutarak ruhumuzu yokladığı kömür madeni sahnesini- geleceğini görüyor. İlginçtir ki, sırf bu sahnede kameranın, yani Yusuf’un içinden bakarak karşıdakini görürüz. Sonraki sahne de bunu destekler vaziyette: Anne “Yumurta”daki anne ile aynı masada karşılıklı oturuyor. Yaşlı olanı genç olandan yardım ister gibi elini uzatmış. (Burada aklıma yaşlı Borges’in ,bir bankın ucunda genç Borges’le konuştuğu hikaye geldi). Anne masanın karşısında geleceğini görüyor ve geleceğini kabul ediyor. Akabinde Yusuf eve geliyor ve masadaki iki kahve fincanından kapalı olanını açıp bakıyor. Baktığı falda gördüğü kehanet; karanlık, maden ocağı, yani klasik edebiyattaki kuyudur.
Bu ikisi gibi filmde birçok yeri açımlayabilir, tartışabiliriz… Bu sahnelerden beni en fazla çarpanıysa, Yusuf’un dev balığı kucaklayıp annesine getirdiği ve annesini -öldürmek istediği adamın avladığı kuşu yolarken- gördüğünde dudaklarından gülümsemesini sildiği an.
Oyuncular hakkında sadece şunu demeliyim, Başak Köklükaya’yı keşke daha fazla filmde izlesek.
Not: Yaklaşık bir sene önce söz verdiğim bir yazıydı, pek içime sinmedi.(Bir Zamanlar Anadolu’daki savcıdan alıntılarsam:”Ben kaçtım doktor, top sizde.”) Üçlemenin son halkasını Ferhat yazacak, sözü var. Belki bir üçleme girişimi daha olur, Kieslowski’nin renk üçlemesini yazabiliriz. Mavi’yi Ahmet Kaya’dan okumak isterim.
orjinal bir yazi olmus halim, filmlerin izleyici ile etkilesimi hakkinda soylediklerine tamamiyle katiliyorum. Bu uclemede benim favorimse Bal. Sebebiyse -senin tarzinla soylersem- belki hala Bal seviyesinde yaklastigim icindir olaylara. eline saglik.
eline sağlık halimcim, gayet güzel bir yazı olmuş. hele o iki sahneyi kendi gözünden şerh edişin çok etkileyiciydi 🙂 ferhat’ı bekliyoruz…
halimim çok güzel olmuş gerçekten, gün geçtikçe yazıların daha da bir güzelleşiyor. üçlemeyi tekrar izleyip buna ve hadi’nin yazısına tekrar yorum yazmayı düşünüyorum, sadece güzel olmuş demek yetmez 🙂 bu hafta sonu fırsatım olursa izlemeye, yumurta’yı yazarım inş. eline sağlık tekrardan..
arkadaşlar değerlendirdiğiniz teşekkür ediyorum. övgüleriniz için de ayriyetten… ferhat yazını hararetle bekliyorum, benim gibi uzun zaman bekletmezsin umarım. yazımın içime sinmemesi herhalde Bal yazısının şiirselliğiydi, yollarımızı tıkamayın ilerlemek zor oluyor diyelim (bu sözüm Hadi’yedir.:)) selamlar