Hattat Nakkaş Hikayeleri


“Sen bana yeni yılsın her dakika
Her dakika bir yaşıma daha giriyorum

Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni
Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın
Ben bin parçaya bölündüm her parçasında
Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın
Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın
Erkek ağlar mı diyeceksin
Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı
Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum
Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında “
Sezai Karakoç

Çok uzun yıllar önce yazılmıştı bu hikayeler, enderunun o havuzlu bahçelerinde hattatın rahlesine eğilmişken nakkaş, nakkaşın birden nefes almadığını hissetmişti hattat ve dahi kalbinden geçen kelamın sadece bir ihanet olacağını bilmişti. Oysa ki bilmek bu kadar bağlıyken mümküne, ilimden ilme, şiirden şiire, gönülden gönüle değişirdi. Olsundu… bu kadar olsun, bilinen her şey hakikat midir?
Hattat bugüne kadar tüm yazdıklarında tek bir şeyi arıyordu, nakkaşı. Kaç kez gittiğini kaç kez öldürdüğünü sanmış, kaç hikayesini anlatmıştı diğer insanlara, başkaları bildikçe içini içi avama açıldıkça daha da karalanmış, hattat olmayınca nakkaş olmaz, nakkaş olmayınca hattat olmaz demişler, bu sadece bir hikaye diye görmüşler, mecnun diye biri yoktur. Zaten hattın yazabildiği en güzel harfler de hep nakşın kalbinde bir noktadan geçmiş. Bırakalım o Süleyman peygamber gibi ayakta öldüğünü düşünsün nakkaşın, ki gerçeğin hiçbir zaman bitmediğini bilmesin, kürkçü dükkanlarına dönmesin tilkiler, ama hattat küssün dağa.
‘ Nakkaş gitme!
Hikmetin bir damlasına kavuşmak için nakkaş, gözlerinden geçen hakikate nelerimi vermezdim. Ve yine ben, ben dedikçe sen, hani keder, hani hikmette geçer ya zayıflık, cahillik, yaratılıştaki noksanlık ve eksiklik, ben hangisindeyim nakkaş, bu kötülüğün ben neresindeyim, bana bu kötülüğü kim yaptı ki senin karşında duramıyorum, eriyorum, saçmalıyorum. bana bu sırrı açsan, bana hikmetinden biraz, bir damla kadar versen, ben gözlerinden kalbine girsem, girsem de nakkaş, bu aptalca çocukluğumdan kurtulsam, bana senin karşında itibarımı versen, çocuk demesen mesela, cahil demesen… Okudukça, bir şeyleri bildikçe senden uzaklaşmasam, senden uzaklaştıkça cahil kalmasam, her şey senin gözlerinden geçerken, neden kitaplara ihtiyaç duyorum, neden bilmiyorum; şu yazdıklarım da nedir ki bir senin gözlerin etmiyor. İnan ki sen olsaydın öyle bir bakardım ki gözlerine, ben hakikat karşısında sana, hakikate ulaşmamak için bakamadım gözlerine. Ama sonradan yetmezmiş anladım. Ben böyle burada bu bilginin gölgesinde bir köle gibi dolaşmaktansa, senin ordunun başına geçip, evet senin gözlerinde bir komutan edasıyla durmak isterdim. Senin karşında çok savaşlar geçirmiş, çok ordular yenmiş, güçlü bir adam olmak dilerdim. Oysa sadece, sadece nakkaş, okunmayan hikayelerin arasından çıkan bir kahramanım ben. Ne sana layık olabilirim, ne susabilirim, ne de sensiz yapabilirim. Koskocaman alemde, ve dahi gökte, dağlara çıkıp en yüksek yerlerde bir sen daha görmedim. Görmedim ki biri nakşetmiş kalbime, kalbimde yara varmış, bir isim yazılmış sadece… İnan bana utanıyorum kendimden nakkaş… Alemi yaratının isimlerini okuyamadığım için, biraz daha olsun yaklaşamadığım için, adımın içinde fark edemediğim için adını ve kul olmadığım için nakkaş, senden öteye gidemiyorum ve dahi sana gelemiyorum.
Akıl ve cevherin hakikatte bulunmasıysa alem, hakikat insana şah damarından yakınsa, benim alemim nakkaş, hakikatim, şu karşı denizin, şu karşı ülkelerin bir senin gözlerin kadar etmemesidir. Evet nakkaş insan mutlu olmak için kalbini temizlemeli, her davranışında senin güzelliğinle geçmelidir kendinden. Ben güzelliğinden geçemezken, biliyorum kalbim temiz değil, sanki her defasında karşında daha da batıyorum, çirkin hissediyorum güzelliğin karşısında beni ve sonra bir şey hissetmiyorum, beş duyu kalmayınca yok oluyorum. Ama nakkaş yüzüne kapatmıyorum hiçbir şeyi, kendime kızıyorum, tüm kapıları gözümün tam üstüne çarpıyorum. Yusuf’u gören kadınlar gibiyim.
Eğer babam, oğlum, kardeşim, eşim, hısım akrabam, kaybetmekten korktuklarım senden değerliyse, evim senden güzelse ki hiçbir şey senden güzel değil nakkaş, sen bilmiyorsun ki ben seni hissetmek için şehrine, seni görmek için enderunda hendeğin başına geliyorum, beni görür müsün nakkaş?’
Nakkaş başını kaldırır der ki, ‘evet! uzun süre nefessiz kalabiliyorum’. Muziptir nakkaş, hattatsa nakkaşın her yaptığını bir bilgi olarak görmektedir, her yanlışı doğru görmekte, her hareketin ardında bir hikmet düşünmektedir, oysa kendisi söylemişti, bilmek ademden ademe değişir.
‘Hattat seni görüyorum zaten, sen sevginden o kadar abartıyorsun ki her şeyi, sessizliği bile nisyan zannediyorsun. Her şey aşktan doğar ve birliğe onunla varılır doğrudur, aşk bütün varlığın esasıdır elbette, senin de benim de. Ama hayat nakkaş aşk değildir, hayat hakikate ulaşmaktan başka bir şey de değildir. Sevgi, maddi âlemde cisimlerin birbirini cezp etmesidir. Benim varlığım benden değildir, hakikat gözlerimde değil kalbimdedir. Bütün sevgiler herhangi bir yaratılan isimde değil, Allah’ın ezeli ve külli sevgisinde erir. Hakiki var oluş, yalnız Allah’a mahsustur, Allah sırf iyiliktir.’
Hattat eliyle susmasını yapan bir işaret yapar.
‘Nakkaş ölmediğini bilen de öldüğünü bilen de ben, ben seni böyle yaşıyorsam, aşkın hallerinin doğruluğuna inanmışsam, senden vazgeçmiyorsam, seni yaşamaktan başka çare bulamıyorsam da nakkaş ben bunları bilmiyorum. Ben sana dayanamıyorum, doğrunun ne olduğunu bile bile yanlışa sürüklenmek var ya, ben onu Allah’ın emriyle İbrahimin ateşe girmesi gibi gül bahçesi olarak görüyorum. Ki senin varlığın bende o kadar değerliyken, gül ağacının hikayesidir sende bilirsin. Ben senin gördüğün gibi değilim nakkaş, ben senin beni yaptığın gibiyim. Lilinin kaç kez gidip gelmesi gibi, lilinin ağlaması gibi, ekmeğin ne kadar Allah’ınsa lilinin de o kadar Allah’ın olması gibi, ve lilinin başkasına gitmesi gibi, aldatması ihanet etmesi, dalga geçmesi gibi, evet karşında duran ne kadar sense o kadar benim, ben sen olmadığında böyle değilim, nefesini tuttuğunu bilirim,ama ölmüş gibi davranan da sensin’
Bilmek ve görmek, nakkaş ya da hattat neyi nasıl gördüklerini, hakikatin ne olduğunu öğrenecekler belki, belki insan zihni bir gün yanılgıdan kurtulup her şeyi aynı algılayacak, ama hep belki… Fakat yine bir adam hakikat ararken bir şiir yazıp, bir sigara bir çay, bir yılbaşı daha geçirecek bir köşede, tam ağlayacağı sıra, bir damla dahi dökülmeden ağlayacak, aşıklar aşık, maşuklar maşuk kalacak… Ne derler biz çıkalım kerevetine…

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s