Hocamız Mehmet Sait Reçber’in tek kitabı olan Tanrı’yı Bilmenin İmkânı ve Mahiyeti, bilme, Tanrı’yı bilme, Tanrı’yı bilmenin imkânı ve Tanrı’yı bilmenin mahiyeti konularına odaklanmaktadır. 2004 yılında Kitâbiyât tarafından yayınlanan kitap, din felsefesinin temel konularından bazılarını ele almaktadır. Bilgi hakkında oldukça muhtasar ama bir o kadar da müfid girişten sonra sırasıyla Tanrı’nın bilinemezliği sorunu, Tanrı’yı tecrübeyle bilmek ve Tanrı’yı akılla bilmek bölümlerini içermektedir.
Tadımlık:
“Yanlış inanç” görünürde herhangi bir çelişki içermediği halde, “yanlış bilgi”nin bir çelişki ifade etmediğini söylemek güçtür, çünkü ‘yanlış’ olan bir şeyin ‘bilinmesi’nin söz konusu olamayacağı açıktır. (s.14)
Öyle görünüyor ki bilginin tanımı gereği hatalı olmaması gerektiği ile insan bilgisinin hatalı olabileceği düşüncesinin neden olduğu gerilim ancak ‘bilme’nin bir “bilme iddiası”na indirgenmesiyle aşılabilir. (s.32)
Bir varlığın Tanrı olabilmesi için ne tür koşullara (sıfatlara) sahip olması gerektiğini; nasıl bir varlığın Tanrı olamayacağını bilme imkânımız varsa, Tanrı’nın bir mahiyete sahip olduğunu ve bu mahiyetin neleri içerip, neleri içermediğini de bir ölçüde kabul etmemiz gerekir. (s.50)
analitik zekasıyla yine büyülüyor said hocamız… o kadar sistemli, kendi içinde o kadar tutarlı bir kitap ki doğruluk değerini kabule mecbur oluyorsunuz sanki 🙂 tabi bunu söylerken vakıaya mutabakatı açısından yanlış olduğunu söylemiyorum kitabın. kitap çok temel bir meseleyi ele alıyor ve insanın çoğu zaman nasıl düşüneceğine karar veremediği bir konu… bazen hakikati gerçekten yakaladığını düşünüyorsun, bazen de hakikat kim ben kim deyip otura kalıyorsun 🙂 said hoca tam da bu noktoda devreye giriyor ve adeta şöyle diyor: hakikati yakaladığını iddia edemezsin belki de, ama onu yakalamaya çalışmaktan vazgeçme 🙂 kitabın özellikle birinci bölümü “insan nasıl bilir” sorusunu çok iyi cevaplamaya çalışıyor, epistemoloji alanında muhakkak okunması gereken bir bölüm kanaatimce. ikinci bölüm ise özellikle adabu’l-bahs ve’l-münazara ilminin güzel bir örneği olmak bakımından okunabilir herhalde, zira kantın bu kadar perişan edildiği başka bir yer var mıdır bilmiyorum 🙂