Kendisi de Ukrayna’nın bir köyünde, orta halli toprak sahibi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve çocukluğu kırsalda geçen Gogol, Petersburg’daki gençlik yıllarında Puşkin ile kurduğu arkadaşlık ile edebiyat çevrelerinde yer edinir. İlk hikayeleri ile büyük dikkat çekmeyi başarır, rus bürokrasisini mizahi bir dille eleştirdiği Müfettiş adlı eserinin sahnelenmesi ile ortaya çıkan tepkiler üzerine ülkesini terk etmek zorunda kalır ve Roma’ya gider. Yakın dostu ve destekçisi Puşkin’in ölüm haberini aldığı bu Roma yıllarında, Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’un Paltosundan çıktık.” cümlesi ile tavsif ettiği Palto ile dostu Puşkin’in tavsiyesi üzerine başladığı Ölü Canlar’ı yazmakla meşgul olur.
Dante’nin İlahi Komedya’sına nazire olarak 3 cilt, 3 bölüm olarak planlanan eserin ilk cildi ile Palto’yu 1842 yılında bitirerek yayınlar. Bugün elimizdeki roman eserin bu ilk cildidir. Rusya’daki toprak ağalığı ve feodal düzeni, gittiği kasaba ve şehirlerde kendisini üst düzey bir memur olarak tanıtıp toprak ağalarından “ölü canlar” satın alarak servet elde etmeye çalışan Çiçikov’un kurduğu tiyatral düzen üzerinden, yine kendine has mizahi ve alaycı bir dille eleştirir Gogol.
Gogol, Çiçikov’un vicdanının dile geleceği ikinci cildi de tamamlar. Ancak, ölümünden kısa bir süre önce, Rus bir papazın telkinleri ile eserin elyazmalarını yakarak imha eder. Buna rağmen kendi içerisinde bir bütün olarak tasarlanarak yazılan ilk cilt, hem Rus hem de Dünya edebiyatında bir klasik olarak kısa sürede yerini alır ve özellikle Rus edebiyatında sonrası için önemli bir etki bırakır.
Hemen her klasik gibi Türkçe’de pek çok farklı baskısı bulunan Ölü Canlar’ı, biz İletişim Yayınları baskısından okumayı tercih ettik. Rusça orijinalinden Gogol’un önsözü ve Vladimir Nabokov’un sonsözü ile Ergin Altay’ın özenli tercümesi mevcut baskılar içerisinde en isabetli tercih olarak görünmekte.
abi kitaptaki tasvir edilen ve alttan alta eleştirilen fransızca ve fransız muhipliği,
başkası için kıyı köşe bir ayrıntı olabilir ama araba sevdasında da aynı konunun
aynı ölü canlardaki gibi arka fon olarak işlenmesi beni derinden etkiledi. acayip bir
benzerlik
1984’te Mikhail Shveyster tarafindan ‘Dead Souls’ adiyla dizisi cekilmistir. Ayrica bir de BBC4’te 2006 yilinda iki bolumluk radyo tiyatrosu yayinlanmistir. Maalesef iki kayda da internet uzerinden ulasamadim.
Ölü Canları, Melih Cevdet ANDAY(1983) çevirisi ile okudum.
Kitapta beni en çok etkileyen unsur köylüleri bakımından rusların bizim milletimize olan yakınlığı idi. Kitabı okudukça Rahmetli babaannemin köy yaşamında karşılaştığı sıkıntıları anlattığı sohbetlere gittim. Bu sohbetlerde maddi imkanların kısıtlı olduğu günlerde şimdi kolaylıkla elde edilen ve kıymeti bilinmeyen şeyler için ne kadar zahmete katlanılması gerektiğini anlatırdı. Bu zorlukları aşmak için verilen mücadele ile rus köylüsünün katlandığı sıkıntıları birbirine çok yakın buldum.
Kitabın geneli hakkında yarım kalmış bir proje olduğu yukarıda paylaşılmış, bununla birlikte kitabı okurken ve özellikle sonlara yaklaşırken bu durum insanı hüzünlendiriyor. Çünkü çok güzel kurgulanmış karakter ve hikayenin, usta bir yazar sayesinde bu şekilde devam edeceğini düşünürken hikaye yarım kalıyor. Ben muhtemelen romanın baş kahramanı Çiçikov’un romanın devamında yerleşik hayata geçerek Rusya hakkında düşüncelerin daha sistemli şekilde aktarılmaya devam edileceğini tahmin ediyordum ama bunu bilmemiz hiçbir zaman mümkün olmayacak.
Kitapta dikkatimi çeken diğer bir unsur da Çiçikov’un ölü canları satın almak için iş tuttuğu karakterlerin, insan tiplemesi olarak çok gerçekçi bir şekilde yansıtılmış olmasıydı. Günümüz dünyasında da geçerliliğini koruyan bu kişilikler; İyi niyetli, şüpheci, dengesiz, çıkarcı, akıllı, cimri, pespaye olarak hayatta karşımıza çıkarken onları tanımamız açısından bize yol gösterebilir. Cimri karakteri anlatılırken, kağıt israf olmasın diye kelimeler arasında boşluk koymayan bir tip olarak betimlenmesi bu tiplemelerin ne kadar başarılı aktarıldığına dair güzel bir anektod olabilir.
Kitapla ilgili son olarak şunu söyleyebiliriz. Evet Gogol, kendi zamanındaki düzen, sosyal yapı, devlet yapısi vs şeyleri eleştirmiş fakat işin derinliklerine ve felsefesine çok fazla inememiş görünüyor. Bana göre bundaki en önemli sebep Çiçikov doğruluktan yana biri olmamasıdır. Madrabaz bir kahramanla bunu yapabilmek zaten kolay görünmediği için Gogol, bu eleştirileri Çiçikov’un karşılaştığı karakterler üzerinden yapmaya çalışmış. Bu karakterlerin diyaloglarına da kitap gereği fazla yer verilemediği için işin bu kısmı benim gözümde yarım kalmış görünüyor. Tabi şunun hakkını de teslim etmek gerekir ki bu kitap 1800’lerin ortalarında sansürün de bulunduğu bir ortamda yazılmış ve belki de dönemi için çok ileri denebilecek eleştiriler yapılmıştır.
Tarihe not düşülmüş bir yazıya sekiz yıl sonra eklemeler yapmayı bulunmaz bir zevk addediyorum