“- bizi bırakıp nereye gidiyorsun lili
demek bizi bırakıp gidiyorsun lili
sen daima güzeller güzelini bulursun lili
sen istesen de taş yürekli olamazsın
sen daima güzeller güzeli olursun lili
demek gideceksin arkana dönüp bakmayacaksın
hangi kuş hangi şafakta ölecek görmiyeceksin
öyleyse al bu kürkü bu veda kürkünü lili
tüyleri şiirler olan bu mahcup kürkü
sen daima sultanlar sultanı olursun lili
demek sen gidiyorsun lili
bizi öpmeden mi gideceksin lili”
Sezai Karakoç
İnan bana küçücük bir şeyi değil seni temsil ediyorum. Yalancı hikayeler yazıpta yaşamadım ben hiç hayatı ey kalem, açık ediyorsun kendini demelerine bakmadan yaşadım seni. Hayata hep senin baktığın yerden bakmaya çalıştım, sustun sustum, gittin gittim bende, utanınca, yüzüm kızarınca kalenin burcundan gerisingeri senin bakmadığın bir yerde vardım. Şiirin ve şehrin yokluğuna bakarken gözlerini gördüm sokaklarında, oysa kuzeyinde dağların, yamacında şehrin soğuk vardı, hikayeye kızıp kendimi duvarlara vurduğum an biri gelip tuttu ellerimden ellerini. Ben sana güvenmemeliymişim! İmgeler ya da şehrin ışıkları her ne kadar çok güzel dursa da bu romantik durumlar, senden çıkmamalıymış kelam, şehir, kahve, şiir ve yalnızlık, dumanlı dağlara bir inatsa bunlar yine senden miymiş karanlıkta güneşler açarcasına… Hayır bilakis diyorsan ki her şey gibi bende topraktanım, bilirim ellerinin toprak tuttuğunu, ağladığını bilirim ellerimde göz yaşlarını kağıda akıttığını, güldüğünü bilirim masmavi bir gökyüzüyle bakarken masivaya…
Bana neden yazdıyorsun, yazarken ağlıyorum, yazarken susuyorum, aşka susuyorum, sana sığınmak istiyorum, şiire kitaba değil. Tazecik limanlara ulaşmak için limon kokulu şehirlerden geçip, güzeldir şurda içimi ferahlatacak bir kelam? Sen ellerimdeysen, güneşli gökyüzünden banane, sen yazıdıyorsan, sen akıyorsan ellerimden ağlıyormuşum banane, sana söyleyemesem bile, tam şurada bekliyorum, sokak lambasının ha söndü ha sönecek dediği sokakta, ha geldi ha gelecek şiir diye bekliyorum. Ben kimseye değil… umutsuz değil, umuda yazıyorum, her senenin başında seni bulan gidemeyen tekrar bulan, unutamayan adam, burnumun uzunluğundan değil kalemden yazıyorum… gözlerini önüne eğip bakışından, ilhamı bir peri gibi gelişinden biliyorum. ey kalem sana yazarken, uzatma derlerken uzatıp daha kaç mısra açılacak bana, daha kaç haber gelecek seni bir camide beklerken, kaç defa kaç acı diye, şimdi kağıdı yırtarcasına yazaken utanıyorum kendimden, ben öyle kalem, ben öyle değil ben… Lilinin saçlarına değil, lilinin gözlerine değil, leyla ile mecnuna değil, koskocaman evlerin havuzlarına bir mehtap düşünce ben masamın ışıklarını açabiliyorum…
Kalemim var sadece… dokunduğumda hissedebildiğim, kalemim, sarılabildiğim kalem… önce kelam varsa benim suçum ne? ilk insandan beri var kalem.. kalemsiz insan yapamaz.. bir caminin avlusunda kalem başıboş kalamaz, kalem tüm hatıraları unutamaz.. Mektuplar yazılar gözyaşlarıyla yazılırken nursuzlar nurlara karışamaz.. ben bana sahip çıkamam kalem olmadan, susamam yazmadan, şiirsiz uyuyamam, ama sen varsın diye ben bir şiir yazdım ey kalem. Mutfakta düdüklü tencerenin sesini gemi seslerine benzeterek, bezeyerek kitaplarımı, dağlara çıkararak, ışığımı mehtaplı bir gece gibi ışıkları kağıdın üstüne düşürerek ve dolma kalemi severek okşayarak yazdım. Eldivensiz bir kardan adam üşümüşse, kar altında varsa bir kaç yangın, yangın ülkeleri dolaşan baharlara susamışsa aşıklar, şu isimler bizim Tanrı’ya benzememizi sağlıyorsa, kindi bir baharat adıdır ‘zad’la yazılır.
ey kalem bizim ulu düşlerimiz, örnek insan modellerimiz, kocaman devrimlerimiz yok, bizim bizden başka kimsemiz de yok. Sen ve ben varız ve bir kaç hatıra, bir besmele çekişte duyulan özlem, bir kadife kutu içindeki esrar ve kan, bir çakmaktaki ressamın tuvali, kahvenin çekirdekleri ve bir dolma kalem, yani sen! Seni mısır unuyla yan yana koydum diye çürük mü kokacaksın hemen, oysa ki her muharrem 12 gün camide kalırım, bu türkülere nispeten… Açıp canlı kuranı dinleyen candandır biz 4 mevsim, beşinci bahar… Demek ki her beşten sonra bahar gelir, kasımlar geçer, uzatılmayacak aşklar ceplerde kalır. Ama bu sefer, bütün unutmalarla unutacağım bütün hatıları en başından gömüp şehrin ışıklarıyla boyayacağım, boyayınca Tanrı’ya yaklaşmak için baştan başlayacağım..
Kalem sen de artık yoksun, daktilolar var…