‘Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa’ içimdekini anlatabilir mi? Lokman suresinde mi geçiyordu, Kudret kaleminin içine düşmüşsek, bir kiprik bir kaş, inanmak için neden arıyorsa insan, ağaçlar kalem, denizler mürekkep, dağlar çivi… içimdeki bu kadar büyük bir şey işte, surete yüklemeye çalıştığımız, kuhken ferhat’ın şirine hikayesi..
Bu böyledir, kalemin ellerinde bir yağ gibi akıp bütün her şeyi ifade edeceğini sandığın vakit, kağıdın her haline içindekini yazmaya kalkarsın da, yazdıkların içindekini anlatmaya yetmez. Her seferinde yeni bir sayfa daha alırsın eline, yeni bir sayfa daha, karanlıkta loş bir ışığın altında, yazıda en güzel sesinle ifade etmeye çalıştığın şey kelimelerin darlığından öteye geçmez, tam şuraya şu kelimeyi yerleştirseydim dediğinde nakıs kalan o kadar çok şey vardır ki. Oysa yazdıklarımı okumayan insan vardır, belki bu yazı tek ben tarafından okunsam diye aynadan… Peki bu mücella aynada neresindeyimdir bu kelamın, şiirin parlaklığından görmüyorsam? Gözlerim kapatıp işte şu denizin ortasında bulunan kocaman ağaçlarla dolu bir adada… Kurduğun hayalin içinde bir yerden gelir gider tüm mahkumlar, cümle devrik ve bozuktur tüm mantıklı insanlara, mahkumluğum zihnimin dışına çıkamamaktır ve kendimi tekrarlamak…
Şu mürekkep dolu deniz gözlerdedir ya bazen ve ağaçlar yeryüzünü çivi gibi tutan dağlarda ve belki ayakta bir insandır ağaç, ağaç belki kalemdir hayalimde tekrarlamadan. Bana sadece beyan-ı hale bir satıh lazımdır, o da senin gönlündür lili. Belki her şeyi sildiğin gibi şimdi bu kelamı sende okumayacaksındır diğer insanlar gibi, beni duymaycak ve belki hissetmeyeceksindir.
İnsan nisyanla malum ya, lili de mi insandır, belki benim isyanım bunadır.
Bazen bir kalbe müracaat edersin, ben dersin en güzel cümlelerini yazmaya muktedirim, dünyanın en süslü kelimelerini seçebilirim, en bulunmazlarını, en aklına gelmeyecek şeyleri senin için yazabilirim, üstelik senden izin izin istedim, hocamı dinleyip, seni bir hikaye gibi kurabilir miyim, seni benden çıkarıp tüm ülkeleri dolaştırıp, tüm şehirleri gezdirip seni senden farklı görebilir miyim? Sadece bana yazmam için bir gönül lazımdır, rüzgarın sesi, kalemin buğusu, dağların dumanı, kalemin isi…
Sen gönlümden çıkınca bu yükü kaldırmak zor gelecektir.
Olaydın, olsaydın yanımda, sen varsaydın ve ben varsayaydım seni, şimdi yazarken ben, kağıt, mürekkebi rahatlıkla kaplardı, mutluluk verirdi her yere, senle ben kalemle kağıdın birleşmesi gibi, bulunmaz cümleleri defterlere yazmaktı. Ben öyle aherlenmiş kağıtlar da istemezdim, sadece yazacak bir yer. Kağıt nerdedir, bu ışıkta elimdeki kağıtsa neden kalem ilerlemiyor, kağıdın sertliğinden midir yazamıyorsam? Yoksa kalemin olmayışından, leylanın bir saç telinin bulunamayışından, hikayelerin eksikliğinden mi? seninse geceler belki pişmanlığındır…
uykudan kalksan sana bir çay koysam kahvaltı yapsak beraber… Hadi uyan..
Bu yüzden aslında en başta kurduğum cümlenin devamında kocaman bir sessizliğin olması ya da başlanmış bir hikayenin bitirilememesi bu nedenledir, beraber sabahları kahvaltı yapamayışımız….
Bir de insanın kendine bile söyleyemediği şeyler vardır. Düzen mi alem, aşk mı alem?
Bidayette aşktır alem, ama düzen idare etmek için yaşamı daha önemlidir, hayat deseydim beni anlardın, tek bir şeyden hep kendimden bahsetmiş gibi, meraklı, ben değilim olsa tüm yaşam, felsefik çıkarımlar yapıyorsam şimdi, yani anlasınlar, şimdi sen yoksun…
Otur da manzarayı seyredelim…
Abdullah kavaklı
sayın editör, bu fotoğrafı koyduğunuz için… ne desem ki, bilemedim, ellerinden öpen çok olsun, çok yakışmış yazıya, tüm cümle okuyucularımız, ne değerli bir editörümüz olduğunu bilsin diye bir de burdan teşekkür edeyim dedim:)
Rica ederim, yazinin kiymetine yakisir birsey secmeye calistim.