Başlıksız Yazı


“Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Binde bir ise az değil

Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki Hak’kı göre
Er odur alçakta dura
Yüceden bakan göz değil”
Yunus Emre

Burada rengarenk çiçekler açarken baharın ilk demlerinde, iki armut, bir kiraz iri iri meyve verenlerinden bahçeye diktim. Oysa senin demir kapılı bahçende türlü türlü yemişler varken vahlandım ne kadar nasipsizim; senin bahçelerin varken bir de bilmediğim yerlere ağaç dikmekle uğraşıyorum. Sanma ki bu bahçelerin demir kapısı yok? Her yüreğin tunçtan, gümüşten, pirinçten, altından vardır tabi ki bir kapısı zahirde, tüm kırmaya kalkanlara türlü madenlerin şekline sokarak gizler insanoğlu gönlünü, ama özünde camdır farklı görünse de hassasiyetleriyle incelikleriyle kırılır. Her maden kalınlaştıkça güçlenir belki, ama insan kalınlaştıkça zaten ince bir cam olan diğer yürekleri kırar. İşte tek bir yerde senin merhametli kalbine yaslandıkça huzur bulan ben kırmak istemem seni. Ama seninle geçirdiğim zamanda kör-topal benzeşmesinden ziyade farklı bir şeyde bulma beni, farzet ki sana benzedim.

Senin kapılarını zorlamak istemeyeceğim şimdi, belki istesem de açılmayacak, belki bu sene ben de bu demir kapıyı yaptırırsam geçen seneki gibi inekler yemeyecek güllerimi… Diktiğim kirazın üstüne çıkıp yeşillenmesine engel olmayacaklar, senin kalbimin üstüne çıkıp tepinmen gibi, merkepler çifte atmayacaklar topraklarıma… Peki ben bu kapıyı yaptırırsam? Maazallah senin gibi olurlarsa, kuruturlar ağaçları bu kapı olmazsa. Tel örgüler çekmiştim hani sen varken de, insan nefsi kayınca başka tarafa ne tel örgü bırakıyor ne kapıda çeşme. Tekmeleyip çıkıyor sonra pişman oldum diyor, ahvalimde bir satıh, kapımda bir cümle…

Oysa ki bu aşktandır. Âşık olmak pişman olmamak değil midir maşukun elinden dilinden, aklından başka isimler geçirmemek değil midir, başka bahçeleri merak etmemek? Anlamı olmak değil midir ağzından çıkan kelamın. Aşıkım diyorsan, tek bir isme meyletmek yerine, neden başka isimleri de merak eder insan, eşyanın ismine aşık olur da, eşyanın müsebbibini unutur, neden zihninden başka şeyler geçirir, neden lütfullahı merak eder, abd olamaz, kul olmak zor gelir anlamadım, anlayamıyorum say. mürid olamamışlar mürşidinin yaptıklarını aptallık zanneder ki aslolan, geçerli olan abdallıktır…

İstediğin kadar zorla kapıları, kırmaya kalk, bir yüreğin en derininden geçen bir ırmaktan bir damlanın tadına baktın mı deryalar içinde kaldığını sanırsın. İnsan yanılır, yanıltır da… Kırar hiç kırılmayacak sandığını o ırmaktan içtiği suyla, kırdığını sonra yapmaya çalışır. Oysa ki çok değerli taşlarla süslenmiş bir vazoyu her parçalandığında tekrar yapıştırmaya kalkarsan, her seferinde kırılmaya karşı daha da hassas olmaz mı? Ya da eskisi gibi, ihtişamıyla durur mu? Her gönül bir fanusun içinde saklı bir bahçedir, ama o kadar incedir ki camı, dışını altın suyuna batır, altın zanneder tutarsın ama öyle bir sıkarsın ki kırılır, bahçe darmadağın olur. Bazısı da şeffaftır herkese gösterir bahçesinin güzelliğini… Ama özünü unutursan, insan olmanın anlamını kaybedersen, ne aşıkta aşıklık kalır, ne müride müridlik yakışır. Tarihin en şanlı hikâyeleri gönlün tam ortasındaki yoldan geçmez mi?

İnsanız kırılıyoruz, kırıyoruz… Kırdıklarımızı düzeltebilmek ümidiyle…

One comment

  • eyvallah Abdullah; ayrıca Yûnus’un en sevdiğim mısralarından birine de yer vermişsin, pek güzel olmuş.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s