Kırmızı Eşarplı Kız


Ruhum bir terk etse beni içimdeki müzikle,

Kara bir sonsuzlukta.

Bedenimin tam merkezinde çatırdayan alevli kıvılcımlar,

Yaksa da delik deşik etse tenimi yenilmiş ekin yaprağı gibi,

“Cos “ etse tenim kor bir maşanın derimi delmişliğinin acısıyla içim cız da etse derinden inceye gene de acımak hakkım değildir bu mabette tenime.

Elimin uyuşmuşluğuyla gözümün körlüğü/karanlığı sonsuza dek sürse,

Burnumu yalayan saç tellerim ve kokusu ve içimdeki sıcaklık;

Ne yapıp etsem de bırakmasa beni şu kaybedilmiş/kaybettiğim gecede.

Dinginliğimin bir kapı gıcırtısıyla biteceği endişesi,

Kulaklarımdan içime akan ahenkli seslerin teskin edişiyle unutulup gidiyor.

Arkadaşsız, dostsuz, kimsesiz bir yalnızlık alsa da beni götürse hüznün, sonbaharın ve hüzünlü bakışların olmadığı bir yere.

Bir soru sorulsa da ne bileyim ben desem derken gelen soruyla ve bilmemiş cevabımla bir kara delikten düşsem mutluluğa, derken bir kara delikten mutluluk çıkar mı? endişesi çalınsa kalbime ve çalındı galiba.

Kapanmamış gözler, yıpranmış bedende ruhumla rahat bırakmıyor beni gecenin sahici olmayan aydınlığında.

Dönülüp dolaşılıp aynı yere gelinen bir âlemde, tümüyle açtım gözlerimi ve hep aynı yerlerde döner-durur buldum kendimi. Kendinden uzaklaşmışlığım ve kendimi tanımamışlığım “kendini bilmeyeni elalem ne bilsin” dedirtir her ruh sarhoşluğumda.

Başucumdan kâğıdıma yansıyan beyaz bir ışıktan benim olmayan başka bir beyaz ışık yansıyor levhama, yüzüme ve düşüncelerime, ve benim ışığımı eritiyor kahrolası beyazlığında. Kavuruyor beyazlığıyla hiç acımadan ve gözlerimi kamaştırmadan da rahat bırakmıyor.

Giderek büyüyen düşlerim ve sözlerim artık yeter hissini uyandırsa da zamanın bu küçücük anında, gözlerimin önünde bir yanıp bir sönen hüznüyle, hicabı gözlerini kapatmış da gözlerine doya doya dalamadığım, dudakları kelepçeli kırmızı eşarplı bir kız rahat bırakmıyor bir türlü beni.

Ve olan oldu sonunda olmasını hiç istemediğim bir üslupsuzlukla!

Sisli olduğunda beni rahatsız etmeyen aydınlık kemale ermiş olarak çaldı kapımı ve çaresiz aldım onu içeriye. Işığın yokluğu olan karanlığım teslim oldu aydınlığa. Beyaz varken kara yer edinebilir miydi hiçbir yerde kendine.  Ve bembeyaz ışıklar sarmışken beni her cenahımdan ruhumun ve aklımın musikisi izin vermese de gitmeme kalabilir miydim artık bu her tarafı pür aydınlık dolmuş minik kutumda.

Kavisli bir çizgi misali bir bakışla dudaklarımı burktum, dişlerim sımsıkı kenetli ve içimde nameler hala çalarken bırakıyorum seni ey ruh! Ve azad ediyorum seni nahoş karanlık. Elveda! Kalabalığa karışmanın vaktidir artık.

Hüzünlü bir elveda ile feryat ediyor kalbim ve biliyor yâdını özleyeceğini. Kendini zamanda durdurdu bekliyor tekrar seni böyle bir zamanda tutmayı avuçlarında.

Elveda ki imkânsızlığın çaresizliğiyle söyleniyor. Ve sesleniyor her şeyiyle zaman… Elveda!

Ve uyandı gözlerini ovuşturarak sıcaklığıyla boğan bir odada.

Ve ruhum terk etti beni içimdeki müzikle ak bir sonsuzlukta!

Not: Yazarken ki ilahi sükût içinde kapısı durmadan çalınanlara ithaf olunur. Bu küçücük bir aydınlık dahi olsa bile…

6 comments

  • Yazınız gerçekten güzel olmuş, samimi bir kalpten çıktığı belli oluyor, yüreğinize sağlık..

    • sanırım bu da okumakla görmek arasındaki fark

      o sizin samimiliğinizdendir efendim
      ama yine de teşekkür ederim 🙂

  • yazın gerçekten çok içten olmuş arkadaşım..yazdıklarının sana ve bana hissettirdikleri üzerine konuşmak isterim seninle inşallah..

    paylaşımın için teşekkürler….

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s